Savcı da kâtip gibi anlayışlı, iyi biridir inşallah diye dua ediyordu annesi. Çok geçmedi ki abiler göründü…
Sehle yüzlerine odaklanmıştı abilerin. Umut arıyordu yüz hatlarında. Ancak hâkim duyguyu bir türlü seçemedi. Bunun nedenini abilerden dinlerken, pek bir şey anladığı da söylenemezdi:
— Yenge gözün aydın mı desem Allah sabır versin mi desem kestiremiyorum.
— Hayırdır abi?
— Savcı izin verdi vermesine ama kapalı görüş yapabilirsiniz, benim yetkim yok açık görüşe, dedi.
— …
— Haydi hemen çıkalım. İkinci bir mesai saati krizi yaşamayalım inşallah.
Sehle, annesinin yüzündeki donukluğu fark edince üzülmüştü. Babasını görecek miydi? Allah’ım… Bu nasıl bir ıstıraptı.
Sessizce annesinin elinden tuttu. Bir açıklama yapmasını bekledi sabırla. Onu daha fazla üzmek istemiyordu sıkıştırarak. Arabaya bindiler. Annesi:
— Yavrum babayı göreceğiz inşallah, deyince Sehle kulaklarına inanamadı.
E neden annesi böyle moralsizdi? Annesi asla yalan söylemezdi, bir sıkıntı olmalıydı… Annesinin yüzüne bakıyordu devam etmesi için.
— Babayı görebileceğiz ama camların ardından… Ve sadece yarım saat.
Camın ardından mı? Bu da ne demekti? Cam açılamıyor muydu? Neden camların ardındaydı babası? Kafası allak bullak olmuştu. İki gündür yaşadıklarını havsalası almıyordu…
Araba hareket edince, yolu izlemeye koyuldu… Kendi yaşadığı şehir çok kalabalıktı. Burası ise çok sakin… Herkes evine kapanmıştı sanki. Ortalıkta tek tük insan vardı. Sehlelerin arabasını fark edenler dikkatli dikkatli onlara bakıyordu. Sanırım sakalları bu kadar uzun adamları daha önce hiç görmemişlerdi.
İlginç bakışların ardından ıssız yola girdiler yine… Cezaevine giden yoldu bu… Heyecanlanmıştı Sehle.
Park ettiler arabayı aynı yere. İçeri girdiler. Prosedür aynıydı. Hızla geçtiler kapılardan. Bu sefer başka bir bölüme aldı onları gardiyan. Kocaman bir duvarı, bölümlere ayırmışlar. Tam altı bölüm saydı Sehle. En baştakine geçti annesiyle. Yere monte edilmiş bir tabure. Önlerinde çift cam. Camın gerisinde yine aynı tabureden var. Çok iyi seçemiyor. Kendi oldukları bölümde ışık yanıyor. Karşı taraf karanlık. Cama iyice yanaşmış, orada neler olduğunu keşfetmeye çalışıyor. Tam bu sırada ışık yandı. Demir parmaklılar olan bir cam daha var arkada. Uzunca bir koridora bakıyor. Koridorun sonunda bir kapı. Turuncu kapı… Babam buradan gelecek olmalı diye düşünüyor. Işık yandığına göre babamı getiriyorlar. Sesler geliyor uzaklardan. Demir kapıların açılıp kapanma sesleri… Kalbi çarpıyor hızlı hızlı. Turuncu kapı açıldı. Şişmanca bir adam. Gardiyan o da. Lacivert pantolonu ve mavi gömleğinden belli. Kapının önünde durarak içerden gelen başka birine geç dercesine eliyle işaret ediyor… Ve babası göründü kapıda.
— Bu babaaaammmm… Babaam geliyoooor. Babaaammm
Babası önde gardiyan arkada uzun koridoru yürüdüler. Gardiyan bir kapıyı daha açtı, babası kendine gösterilen yere oturur oturmaz telefonu aldı eline. Annesindeydi diğer ahize. Babasının ağız kıpırtılarını görüyor Sehle. Ancak ne konuştuklarını duymuyor. Annesi kısaca hâl hatır sorduktan sonra Sehle’ye veriyor ahizeyi. Sehle hâlâ kekeleyerek konuşuyor. Ancak biraz daha anlaşılır.
— Seni ne kadar özledim bilemezsin babacığım!
— Ben de seni yavrum. Nasılsın?
— Seni gördüm ya çok çok iyiyim.
— Güzel çiçeğim… Hep aklımdasınız. Ve rüyalarımda.
— Ben de hep seni görüyorum. Ama kavuşamıyorum.
— Kavuşacağız inşallah. Allah kavuşmamızı dilemiş ise. Yolculuk nasıl geçti?
— Yorulduk çok. İki gündür de bu şatoya geldik ama muhafız gardiyanlar seni göstermedi.
— Ben seni gördüm. El salladım hatta.
— Eveeeet ben de seni. Anne bak, bak o babammış. Koştum ben arabanın arkasından ama yetişemedim.
— Seni görünce hücrem aydınlandı biliyor musun! Neşe doldu hücrem.
— Hücrede ne yapıyorsun?
— Kitap okuyorum, Kur’an okuyorum.
— Yine mi?
— Evet yine. Sizi düşünüyorum. Rabbime dua ediyorum.
— Rabbim bizi ayırdı. Sevmiyor mu bizi?
— Olur mu? Sevdiklerini denemek için ayırır Rabbim. Bakayım beni gerçekten seviyorlar mı diye. Canım Peygamberim de böyle sıkıntılar çekmiş. Allah onu sevmiyor mu? Adı neydi, Allah ne diyordu ona?
— Habibim…
— Aferin kuzuma unutmamış. Biraz da anneyle konuşalım mı? Tabi babacığım.
Hanımıyla da hasret giderdi Zer. Nasihat etti ona. İçi rahattı, zira onu beklediğinden iyi görmüştü. Şimdiye kadar beraber yürüdükleri bu yolda, artık her ikisi de yalnız olacaktı. Takılmadan, duraklamadan, kaldıkları yerden kulluğa devam etmeliydiler. Hayat devam ediyordu. Kulluk da…
Hem bu bir imtihandı ve yeni başlamıştı.
Mahkeme sürecini sordu eşi. Allah’tan umut kesilmezdi ancak şimdilik sorgudaki zalimlerin onu uzun süre burada konuk edeceğini anlamıştı. Bunu eşiyle paylaştı. Kendilerini her şeye hazır etmelerini salık verdi.
Biz Yusuf’tan aleyhisselam kıymetli değiliz… Yedi yılını zindanda geçirdi… Ya da Nebiden sallallahu aleyhi ve sellem haşa değerli miyiz? Müşriklerden eziyet görerek hayatını geçirdi… Biz iman ettik dedikten sonra rahat bir hayat mı bekleyeceğiz?
Tüm nasihatler yüreğindeki acıya merhem olmuştu… Bu süreç imanların denenmesiydi… Sabır gerekirdi…
Sen merak etme diyebildi. Beni sabreder bulacaksın… Tıpkı Yakup gibi. Sehle’ye verdi ahizeyi. Gardiyanlar çoktan görünmüştü bile. Görüş bitmişti.
Sehle henüz farkında değildi. Babasına:
— Sakalına dokunabilseydim, dedi.
— Bir ay sonra gelirsen sarılabiliriz birbirimize.
— Bir ay?
— Evet, otuz gün.
— Çok.
— Biraz çok. Bak süremiz doldu. Muhafızlar geldi.
— Aaa..
— Bak söylemeyi unuttum. Benim bahçem var. Oraya küçük yavru bir kuş geliyor. Ben ona Sehle’m diyorum. Beni çok sevdi. Avucuma koyduğum ekmekleri yiyor. Önceden korkuyordu yanaşmıyordu. Şimdi omzuma konuyor.
— Ne güzel…
— Evet. Sen diye seviyorum onu.
— Ben de seni seviyorum baba.
Artık gitmeliyim dedi. Annesiyle de vedalaştı babası. Ahizeyi yerine koydu. El salladı gülümseyen yüzle. Uzun koridordan gidişine baktı babasının. Tam turuncu kapıya geldiğinde dönerek el salladı tekrar. Sehle çok mutlu olmuştu bu son hareketten. Ve kapı kapandı ışıklar söndü.
İlk Yorumu Sen Yap