Otobüsün camından dışarıyı seyretmeye devam etti. Trafik, şiddetlenen yağmur nedeniyle iyice kilitlenmişti. Yağmurdan kaçan insanlara takıldı gözleri. Sırılsıklamdı birçoğunun üstü. Kimileri ellerindeki eşyayı başlarının üstünde tutarak yağmurdan bir nebze de olsa kurtulmaya çalışıyor; kimi eline geçirdiği poşeti kafasına geçirerek aşırı ıslanmanın önüne geçmeye çalışıyordu. Kimi paçalarını sıvamış, su birikintilerinden seke seke aşıyordu. Öyle biri de vardı ki; sanki kırlarda yürüyormuşçasına elini kolunu sallayarak telaşsız ilerliyordu… Bu yoğun yağmura rağmen gayet rahat davranan adam çok dikkatini çekmişti. Kendi yaşadıkları ve hissettikleriyle bağlantı kurdu ona bakarak. Ruhunu sırılsıklam eden günah yağmuruna karşı, Mehlika da tıpkı bu adam gibi kayıtsız kalmıştı. Tüm uyarılara rağmen elini kolunu sallayarak haram hudutlarda seğirtmek bir yana, bir dalgıç edasıyla dalmıştı adeta.
Ezan sesi geliyordu uzaklardan… Namaza davet vardı… Bu davete icabet etmeyeli epey olmuştu… Yine o günlere gitti aklı…
Kursta namazlar cemaatle kılınıyordu. Tatille beraber sekteye uğrayan her şey gibi, ibadet hayatı da sekteye uğramıştı. Her şey bir anda olmuştu sanki. O kadar üşeniyordu ki artık namaza. Sabahları sıcacık yatağından kalkmaya. Hele abdest almaya… Ama kaçış yoktu. Bu nedenle abdestsiz kaç namaz kılmıştı kim bilir! Bazen de cemaati atlatabilmek için mazeretler ileri sürüyordu. Ya lavaboya girip dakikalarca çıkmıyor ya karnım ağrıyor diyerek başındaki kişiyi savıyor ya da ‘ben sonra kılacağım cemaate yetişemem siz kılın’ deyip başından savıyordu.
Şeytan her seferinde farklı bir yol gösteriyordu. Yeni buluşu muayyen gününü bahane etmekti. Şimdi artık namaza çağrıldığında özel günümdeyim diyerek kurtulmayı başarıyordu. Herkesi kandırdığını, atlattığını sanıyordu; ancak öyle tutarsızdı ki kılmadığı zamanlar, bir çok arkadaşı yalan söylediğinin farkına varmıştı bile. Durumu hocalarına bildirmişlerdi. Hocaları konuşmak için uygun zamanı beklemeyi tercih etti.
Evde durum daha farklıydı. Annesini bu şekilde kandırması elbette imkansızdı. Bu saklanabilecek bir şey değildi. Bu sefer şeytanından başka bir vahiy almıştı. Annesi her namaza çağırdığında ‘ben ezan okunur okunmaz kıldım’ diyordu. Annesi hiç fark etmemişti. Hatta bu duruma çok seviniyordu. Kızının namaza karşı hassas davrandığını zannedip, çok mutlu oluyordu. Fakat yalancının mumu hep yatsıya kadar yanıyordu ya, Mehlika’nın mumu ise kendini sabah namazında ele verdi.
Sabah namazını teheccüde kalkıp, imsakın girişine müteakip kıldığını söylüyordu Mehlika. Yalan iyi ki de bedava… Bu yalanı çok tutmuştu. Ta ki o gün gelinceye kadar…
Bir seferinde annesi, uyku tutmayınca salona geçmiş ve kitap okumaya başlamıştı. Gecenin üçte biridir diyerek namazını kılmış, Mehlika kalkar düşüncesiyle çağırma gereği dahi duymamıştı. İmsak girince de sabah namazını kılıp koltukta sabah zikirlerini yaparken uyumuş kalmıştı. Hatırladığı tek şey, o an gözüne takılan saatti. Saat dördü gösteriyordu. Nihayet sabah olunca kalkıp kahvaltı hazırlamış, Mehlika’yı çağırmak için odasına gitmişti. Mehlika sofraya gelince açılan muhabbette okul, dersler ve ibadetler konuşuluyordu. Mehlika annesinin sormasına dahi fırsat vermeden dün gece teheccüde kalktığından, sabah namazını kılıp saat beş sularında yattığından bahsedince annesinin rengi sapsarı oldu. Annesinin yüz ifadesinin değiştiğini gören Mehlika, neler olduğunun farkına dahi varmadan konuşmaya devam ediyordu. Annesi daha fazla dayanamayarak izin isteyip sofradan kalktı. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Kulağında kızının sesi… Masum yüzünü kirli bir maske perdelemişti sanki. İnanamıyordu. Mehlika annesinin gözünün içine baka baka yalan söylüyordu. Bu ilk yalanı da olamazdı. Çünkü o kadar rahat anlatıyordu ki; ilk olsaydı sesi titrerdi diye düşündü.
Çok telaşlandı. Kızı onun için çok değerliydi. Namaz da din için değerliydi. “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki” (Müslim, Ebu Davud) vardı. ‘Aman Allah’ım kızım namazı terk etmekle kalmamış, münafıklık alametleri dahi izhar ediyor’ diye içinden geçiriyordu. Hemen telefona sarılıp kurs hocasını aradı. Acil görüşmek istediğini belirtti. Sesindeki ağlamaklı ton, hocayı da telaşlandırmıştı. Evden çıkarken Mehlika’ya hiçbir şey demedi. Selam dahi vermedi. Kursa geldiğinde duydukları ise onu çok üzmüştü. Bunları en son duyan olmak da üzüldüğü bir başka yöndü. Hocaları annesini sıkı sıkıya tembihledi. Mehlika’ya fark ettirmeden, onu takip etmesi istendi.
O günü hiç unutmuyordu Mehlika. Annesi günlerce yemedi içmedi. Mehlika’yla da fazla konuşmuyordu. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordu Mehlika. Nihayet sıkça ve şefkatin hiçbir tonunun barınmadığı ses tonuyla sorulan ‘Namazını kıldın mı?’ sorusu, yaşananlar ve yaşanacaklar hakkında bilgi vermeye yetmişti.
Annesi daha ezan okunmadan başına dikiliyordu artık. Tıpkı bir gardiyan gibi. Abdest aldın mı? Sorusu ile başlayıp namaz kılacak mısın? Ne zaman kılacaksın? Hadi kıl soru ve ikazlarıyla devam ediyordu tüm konuşmaları. Mehlika foyasının açığa çıktığını bu şekilde fark edebildi. Evde olduğu zamanlar artık bir kabusa dönüşmüştü. Namazdan hepten nefret ediyordu. Sanki beş değil, elli beş vakitti namaz. Ne kadar sık aralıklarla gelip çatıyordu… Ruhu nasıl da darlaşıyordu. Her yalanla kalbinin lekesi artıyor, her namaz vakti annesinin veya hocalarının zoruyla sürüne sürüne namaza durunca kalbi duracak gibi oluyor, nefes alamıyordu…
Kendi kendine mırıldandı. Özgürlük ve rahatım için aksattığım hatta terk ettiğim namazla, rahatım kaçmış da farkına varamamışım. Kalbimin ahengini bozmuş, yaşamımın rengini karartmışım da farkına varamamışım. İbadetlermiş kalbime hayat veren, ruhumu sakinleştiren… Beni arındırıp, temizleyen…
Ve insanların gözünden düştüğü hele hele annesinin ona olan bakış açısının değiştiğini anımsayınca içi hepten burkuldu. Sevgiyi kaybetmek de ne acıymış. Ve güveni kaybetmek… Doğrulardan değil, yalancı olarak anılmak… Acaba yaratan Rabbin sevgisini kaybetmek ne kadar acıdır? O’nun büyük kitabında büyük harflerle yalancı olarak kayıt edilmek… Ve mahşerde, herkesin toplandığı yerde, tüm tanıdıkların içinde zilletle yalancı Mehlika diye çağırılmak…
Sisli bulutlar durmuş, artık gözleri sicim gibi yaşları döküyordu… Hıçkırıkları, gök gürültüsünü dahi bastırmıştı… Yüreğinde öyle bir yangın başlamıştı ki, yerinde duramıyordu…
Mehlika… Ağlıyordu…
Devam edecek inşallah…
İlk Yorumu Sen Yap