Murabıtlar Öncesi Toplumun İtikadi Ve Ahlaki Durumu
Ticari çalışmalar, Murabıtlar içinde Zenginler tabakası diye bir tabaka ortaya çıkardı. Bu tabakadaki birinci sınıf insanlar, yaptıkları ticari faaliyetler neticesinde son derece zenginleşmişti. Bunların başında da idareyi etkileyebilecek ve kendi heva ve heveslerini, menfaatlerini muhafaza edebilecek yöneticiler zümresi gelmekteydi. Bu gruptaki insanlar, ellerindeki maddi ve insan gücünü de kullanarak menfaatlerine aykırı hareket edenlere karşı, çok acımasızca karşı koymaya hazırdılar. Hedefleri ve menfaatleri doğrultusunda haram veya helal tanımaksızın her türlü fiili ve yöntemi kullanabilmekte idiler. Bu konuda kendilerine destek ve fetva veren âlim görünümlü belamlar bulunmaktaydı. Bu âlim görünümlü belamlarla, hedefleri için her şeyi meşru gören zengin zümresi arasında, menfaat ortaklığı bulunmaktaydı. Parayı veren fetvayı alıyordu, kendi arzularını, heva ve heveslerini Allah’ın hükümlerinden üstün tutuyor ve bunların gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapıyorlardı.
Hicri beşinci asrın başlarında Mağrib’de, dinî ve siyasi kaos hâkimdi. Bölgede İslam akidesi ve ahlakı kalkmış; İslam adına yeni fikirler icat edilmiş; helal ve haramları birbirine karıştırıp savunan gruplar ortaya çıkmıştı. Bu bidatçı ve inkârcı gruplardan bazıları, sapık düşüncelerini korumak ve yaymak üzere siyasi liderlikler elde ettiler. Bunları sırasıyla tanıtalım.
Ğammara Beyliği
İbni Haldun ve diğer bazı tarihçiler onları şöyle tanıtıyorlar; Cahiliye düşüncesine dalmış kara cahil insanlar, bedevi yaşantısıyla bilinen bölge insanları, İslam’ın kurallarından uzaklaşmışlar; hayır faaliyetlerinden el çekmişlerdir.
Hamim bin Mennillah isimli bir adam, Peygamber olduğunu iddia etmiş, Ğammara kabilesinden birçok insan da, Hamim denilen adamın söylediklerine inanmış ve onu Peygamber olarak kabul etmişlerdi. Hamim denilen adam, İslam’ın içinden birçok kural ve kaideleri çıkarmış, yerine kolaylaştırılmış bir din ortaya atmıştı. Sabah ve akşam olmak üzere iki vakit namaz kılınacaktı. Berberi dilinde bir kitap oluşturdu ve onu Kur’an yerine insanlara sundu. Domuz etinin helal olduğunu, hac ibadetine, gusül ve namaz abdestlerine gerek olmadığını söylemişti. Balıkların ve her türlü kuş yumurtasının haram olduğunu ifade etmişti. Ayrıca Ğammara kabilesinde, kadınlarla erkekler arasında insan fıtratının kabul edemeyeceği derecede serbestlik vardı. Erkekler de kadınlar gibi süsleniyorlar, onlar gibi çeşitli kozmetik malzemeler kullanmak suretiyle kadınsı eğilimler gösteriyorlardı.
Burğuvati Beyliği
Burğuvati topluluğu, Salih bin Tarif bin Şemun El Berbati isimli bir Yahudinin etrafında bir araya gelen insanları ifade eder. Salih bin Tarif bin Şemun El Berbati isimli bu Yahudi, kendisinin Peygamber olduğunu iddia etmiştir. Başta gelen iddiası, kendisinin en büyük kurtarıcı olduğu uydurmacasıydı. İbni Tarif’in birçok iddiaları vardı. Bunlar; kıyametin yaklaştığı zamanda Deccal’le mücadele edecek olan kişinin kendisi olacağı, İsa’nın aleyhisselam ona uyanlardan olacak olması ve onun arkasında namaz kılacağıydı.
Ayrıca Salih bin Tarif, kendisine uyanlar için yeni birtakım kurallar belirlemişti. Bu kurallardan bazıları kolaylaştırılmış, bazıları da zorlaştırılmıştır. Dilediği zaman iptal de edebiliyordu. Örneğin, Ramazan orucunu kaldırmış, yerine Receb ayında oruç tutmayı getirmişti. İbni Tarif, abdest almada da biraz değişikliğe gitmişti. Müslümanların abdest alışı gibi abdest alıyorlar, buna ilave olarak bel ve kalçanın yıkanmasını da şart koşuyorlardı. Salih, taraftarlarına beş vakit gündüz, beş vakit de gece olmak üzere on vakit namazı farz kıldı. Bazı namazlar, secde olmaksızın ima yoluyla kılınmaktaydı. Bazı namazlar da Müslümanların namazları gibiydi. Salih bin Tarif, ayrıca kendi bağlılarına kendi dillerinde bir kutsal kitap hazırlamıştı. Bu kitapta seksen sure vardı. Her sureye bir Peygamber ismi verilmişti. İlk sure Eyüp suresi, son sure de Yunus suresiydi. Bu kişiler dörtten fazla kadınla evlenmeyi helal kabul etmişlerdi. Boşanmayı mubah kabul etmiş, amcanın kızı ve Müslüman kadınlarla evlenmeyi haram saymışlardır.
Bu inkârcı topluluğun ortaya çıkışı, Hicri 125 yılında, Halife Hişam bin Abdülmelik dönemine denk gelir. Bu kâfir topluluğun daveti, Hicri beşinci asrın başlarına yani Ehli Sünnet akidesine bağlı kimseler olan, Murabıtların ortaya çıkışına kadar devam etmiştir. Ve nihayetinde Murabıtlar, bu inkârcı grupları bir daha geri dönme imkânları kalmaksızın tarihten sildi.
Rafızi Şii Abidi Devleti
Müslümanlar, Abbasi Halifeliği döneminde, Rafızi Şii Abidi Devleti’ni yıkmayı başarmıştır. Bu devletin Mağrib’deki kalıntıları da Ehli Sünnet akidesine sahip Murabıtlar tarafından silinip atılmıştı. Murabıtların bu başarısından sonra, Murabıtlardaki ulema, Mağrib’de birliği sağlamak ve onları Ehli Sünnet akidesi üzerine eğitmek ve yetiştirmek için canla başla çalışmalara başladılar. Fethedilen bölgelerde inkârcı fikirlere, eğilimlere ve Rafıziyye’ye karşı mücadele ettiler. Hariciyye, Mutezile gibi bidatçi grupları ortadan kaldırdılar veya bu gibi sapık oluşumların yayılmalarına engel oldular.
Ulemanın Murabıtlar Üzerindeki Etkisi
Emir Yahya bin İbrahim, Mülessimin toplumunun ihyası için Ebu Ömeran El-Fasi’den yardım talep ettiğinde, o da öğrencisi Veccac bin Zelv’in kendi öğrencilerinden fakih, derin ilim sahibi, dinine bağlı, takvalı, faziletli, eğitici birisini Emir Yahya bin İbrahim’le birlikte göndermesini istediğinde, Veccac bin Zelv, toplumun akidesini, âdetlerini, geleneklerini, örflerini, çevre şartlarını ve durumlarını çok iyi bilen bir şahıs olan Abdullah bin Yasin Es-Sehaci’yi 1038 yılında Emir Yahya bin İbrahim’le birlikte tevhid ve tebliğ çalışması yapmak üzere Mülessimin’den olan Cüdale kabilesinin yaşadıkları bölgeye gönderdi. Dönemin öncü âlimlerinden Ebu Ömeran El-Fasi, Murabıtlar Devleti’nin kurulması için uzun vadeli planlamayı yapan ve bunun için gerekli yönlendirmelerde bulunan kişidir.
Murabıtlarda, âlimlerden ve fakihlerden oluşan bir danışma kurulu vardı. Bu da ulemanın, Murabıtlar üzerinde ne denli etkili olduğunu gösterir kuvvetli bir delildir. Böyle bir durumun bulunması, Murabıtlarda mücadele isteklerinin katlanarak artmasına sebep olmuştu. Çünkü ulema, yöneticilere, müminlere karşı merhametli, kâfirlere karşıda müteşeddit olmalarını sürekli telkin ederlerdi. ‘Şayet bir toplum, öfkeyi ve merhameti ayarlayabilmişse bu topluma adeletli bir toplumdur denebilir’ İslam tarihine bakıldığında bunu çok rahatlıkla Murabıtlar için söyleyebiliriz. Bunun sebebi, Murabıtları kuranların, hem âlim hem de siyasi liderlik vasıflarının olmasındandır.
Murabıtlar Devleti, Scilmase âlimleri ve fakihlerine uymak suretiyle; zulüm, baskı ve zorlamayla kendi menfaatlarine uygun, dinî hurafelerle insanlara hükmeden Zenate Devleti’ni ortadan kaldırarak büyük bir başarı elde etmiştir. Âlimler ve fakihler kendilerinde zulmü ortadan kaldırma ve maslahatı gerçekleştirme gücü gördüklerinde, derhal Abdullah bin Yasin’e başvurmuş, Murabıtlar ordusunun cihad için hazırlanmasını sağlamış, zayıf durumda olanlara yardım etmiş, bölgeyi baskıcılardan arındırmışlardır. Abdullah bin Yasin daha önce tebliğ için gidip de ölüm tehlikesi yaşadığı bölgelere, bu defa kılıçla girip bölgeyi inkârcılardan, menfaatperestlerden, hurafecilerden daha önemlisi din görünümlü belamlardan arındırmıştır. Abdullah bin Yasin ve âlimlerin; irtibat sağlamak, danışmak ve Kuzey Afrika’da İslam’ın ihyası için gerekli planlamaları yapmak için ilmî bir iletişim ağları bulunmaktaydı.
Ulemanın etkisini, biz Yusuf bin Taşfin’in liderliğindeki Murabıtlarda da görmekteyiz, Endülüs’te İbni Ruşeyk’in Müslümanlara ihanet edip, Hıristiyan Alfonso’ya sığınıp onlarla birlikte Müslümanlara saldırdıkları duyulunca âlimler hiç tereddütsüz yakalalanması için gerekli fetvayı verdiler. İbni Ruşeyk, Yusuf bin Taşfin’den bağışlanma diledi. Ancak İbni Taşfin, Alimlerin verdiği fetvaya bağlı kalarak, İbni Ruşeyk’e Allah’ın hükmünü uyguladığını, bu konuda geri adım atamayacağını söyledi. Ulemanın, Yusuf bin Taşfin liderliğinde Murabıtlar üzerindeki etkisini biz, Yusuf bin Taşfin’in Endülüsü Murabıtlara katmak istediğinde de görmekteyiz. Şöyleki;
Yusuf bin Taşfin, Endülüs beyliklerinin idare için uygun olmadıklarını ve cihad konusunda kendilerine güvenilemeyeceğni düşündü. Yusuf bin Taşfin, Hicri 482 senesinde Mağrib’e döndüğünde, danışma kurulunu, âlimleri, fakihleri ve önde gelen komutanlarını toplayıp durum değerlendirmesi yaptı. Fakihler, Endülüs’ün Murabıtlar Devleti’ne katılması yönünde fetva verdiler. Yusuf bin Taşfin vakit geçirmeden Endülüs’ü Murabıtlar Devleti’ne katmak için harekete geçti. Nihayetinde Endülüs, Murabıtlar Devletine dahil edildi.
Murabıtların İdare Tarzı
Bu ribatın ayırıcı niteliği, idare tarzının örnek özelliği taşıması, farklı bir düzenle kurulmuş olması ve Murabıtlar Devleti’nin nüvesini teşkil etmesidir. Burada şura meclisi ve Ehli Hal ve’l Akd oluşurulmuştur. Böylece şura heyeti zamanla gelişmiş ve Mülessimin’in yüksek mercii olmuştur.
Yusuf bin Taşfin, Endülüs’te bir naip, Mağrib’de de birçok naip görevlendirdi. Naiplerin seçiminde, kişide idari yetenek ve askerî beceri aranırdı. Çünkü seçilen naipler, Müslümanların emirinin birinci dereceden temsilcisi konumundaydılar. Naip, gücünü devlet başkanından alırdı. Naiplerin seçiminde, kişilerin Müslümanların emirine yakınlığı birinci ölçüt olarak kullanılmaktaydı. Veliaht ise devlet başkanının naiplerinden birisi olur, görev alanında kendisini geliştirir ve vakti gelince devletin başına geçerdi.
Yusuf bin Taşfin, farklı vilayetlerde görevlendirdiği naipleri, farklı zamanlarda denetlemekteydi. Naiplerin bir bölgede uzun süre görev yapmaları söz konusu değildi. Bir vilayetten diğerine sürekli değişiklik yapılmaktaydı. Naiplerin hayatı, emirin hayatının kopyası gibiydi. Naiplerin sarayları, hizmetçileri, danışmak üzere âlimleri ve yardımcıları vardı. Valiler de, doğrudan emirin naiplerine bağlıydılar. Naibin öncelikli görevi, askerî düzenlemeleri sağlamaktı. Savaşlara girdiğinde, fitneler ve inkâr hareketleri ortaya çıktığında Lemtune’nin önde gelen komutanları, naibe yardım ederlerdi.
Şura ile ilgili İbni Teymiyye rahimehullah şöyle diyor: ‘Şayet devlet başkanı, istişare heyetine bir meseleyi sunar, heyettekilerden bir kısmı konuyla ilgili Kur’an’dan, Sünnet’ten veya icmadan delillerle bir hüküm öne sürerse, devlet başkanı bu hükme uymak zorundadır. Bu nitelikteki bir şura kararına aykırı hareket eden herhangi bir devlet başkanına itaat edilmez.’
Kaynakça
Murabıtlar Devleti, Prof. Ali Muhammed Sallabi
İslam Tarihi, Prof. Dr. H.İbrahim Hasan
İslam Tarihi, Mahmut Şakir
Mağrip Medeniyetinin Zirvesi, Dr. Adnan Adıgüzel
İlk Yorumu Sen Yap