Yusuf (as) Şüphesi

Allah’a hamd, Rasûlü’ne salât ve selam olsun…

 Kur’an-ı Kerim’in birçok muhkem nassında Allah subhanehu ve teâlâ hükmün kendisine ait olduğunu ve bu yetkiyi kendisinden başkasına verenlerin küfre girdiğini bildirmiştir. Fakat kalbinde eğrilik olan ve nasları istedikleri gibi tevil etmeye çalışan şüphe ehli, bu muhkem nasları görmezlikten gelerek bunun küfür olmadığını söylerler. Tabii bunun küfür olmadığını iddia ederken kendince bazı delillere dayanarak bunu söylemektedirler. Delil olmadığı hâlde delil olarak ortaya atılan şeylerden bir tanesi Yusuf’un aleyhisselam Mısır melikinin yanında görev almasıdır.

 Yusuf aleyhisselam zindandan çıktıktan sonra melik ile aralarında uzun bir konuşma geçer. Melikten kendisini ülkenin hazinelerinin başına getirmesini ister. Melik de ona güvenir ve onu ülkenin hazinelerinin başına getirir.

 “Kral dedi ki: ‘Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin. …’ (Yusuf:) ‘Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim’ dedi.” (12/Yusuf, 55)

 Particiler buna dayanarak şöyle derler: Yusuf aleyhisselam küfür sisteminde kâfir melikin yanında görev alarak yetki sahibi oldu. Böylece hem şeriata hem de umumun maslahatına göre hükmetti. Biz de onun gibi küfür sisteminde görev alıyoruz ve onun yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Yusuf için küfür olmayan bir şey bizim için de küfür olmaz; onun için meşru olan bizim için de meşrudur.

 Particileri destekleyenler ise şöyle derler: Yusuf aleyhisselam zamanında yaşasaydık ve onu destekleseydik küfür işlemiş olmazdık, bugünkü İslamcı partileri desteklememiz de küfür değildir, hatta onların desteklenmesi bir zarurettir.

 Bu şüpheye şöyle cevap verebiliriz;

İlk olarak şunu bilmemiz gerekir; Bu şüpheyi ortaya atanlar, bazı ön kabullerden yola çıkıyorlar. Onlar Yusuf’un aleyhisselam bakanlık yaptığı sistemin küfür sistemi, melikin de kâfir olduğunu baştan kabul ediyorlar. Burada ilginç olan şudur; Müslümanlar, şirkleri güneş gibi açık olan tağutları ve kullarını tekfir ettiklerinde, bu zümre hemen Müslümanların karşısında durup: ‘Bunları tekfir etmek doğru değildir, onlar La ilahe illallah diyorlar’ diyerek itiraz ediyorlar. Fakat kendileri; hiç tanımadıkları, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadıkları, yüzyıllar önce yaşamış birini tekfir etmekten hayâ etmiyorlar. Asıl tekfirciler bunlardır, ama Müslümanlara tekfirci diyorlar.

 Peygamberler kavimlerini tağutları inkâr etmeye davet etmişlerdir…

“Andolsun ki biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının’ diye (emretmeleri için) bir Peygamber gönderdik.” (16/Nahl, 36)

 Yusuf da aleyhisselam bir Peygamber olarak bu hitaba muhataptır. Kendisi Allah’a kulluk yapıp tağutları inkâr ettiği gibi kavmini de buna davet etmiştir. Bunu yapmamış olması düşünülemez; çünkü bunu yapmaması risalet görevini yerine getirmemesi, ona ihanet etmesi anlamına gelir ki bu da mümkün değildir. Burada şunu sormamız gerekir: Tüm Peygamberlerin kavimlerini sakındırmaya davet ettiği tağut nedir?

 Kur’an-ı Kerim’de tağut kelimesi birçok yerde geçmektedir. Bu ayetlerde Allah subhanehu ve teâlâ tağutun özelliklerini bize tafsilatlı olarak anlatmıştır. Bu ayetlerden biri şudur:

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını zannedenleri görmedin mi? Tağutu inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde, tağutun önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (4/Nisa, 60)

 Allah subhanehu ve teâlâ bu ayette kendisinin dışında kanun koyan yöneticiye tağut demiştir. O zaman Yusuf’un aleyhisselam kendi döneminde kanun koyan, helal haram belirleyen yöneticileri inkâr etmesi ve kavmini de buna davet etmiş olması gerekir ki görevini yerine getirmiş olsun. Aksi takdirde görevini yerine getirmiş olamaz. Yusuf aleyhisselam daha zindandayken bile bu görevi yapmış, kavmini hâkimiyeti Allah’a vermeye davet etmiştir. Kendilerine rüyalarının tabirlerini soran kimselere şunları söylemiştir:

“Yusuf dedi ki: ‘Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini terk ettim. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler. Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı rabler mi daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı? Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlere (düzmece ilahlara) tapıyorsunuz. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm, ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (12/Yusuf, 37-40)

 Zindanda kendisine rüya soran kimseye: ‘Hâkimiyet Allah’ındır’ diyen bir Peygamberin; zindandan çıkıp rahata kavuştuktan sonra hâkimiyeti Allahtan başkasına vermesi hem şer’an hem de aklen mümkün değildir.

 Kral kâfir miydi?

 Kralın kâfir veya Müslüman olduğunu gösteren kesin bir şey yoktur. Fakat kralın İslam’ı kabul etmiş olması, kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü Yusuf aleyhisselam ile aralarında gerçekleşen uzunca konuşma buna işaret eder.

 Allah subhanehu ve teâlâ aralarında geçen diyalogu şöyle anlatıyor:

“Hükümdar: ‘Onu bana getirin, yanıma alayım’ dedi. Onunla konuşunca: ‘Bugün senin, yanımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır’ dedi.” (12/Yusuf, 54)

 Ayette geçen ‘Onunla konuşunca’ kısmı ‘Kellemehu’ fiili ile ifade ediliyor. Arapça’da bu kalıp, bir şeyin çokça yapıldığını ifade eder. Yani ayetin anlamı şöyle olmuş oluyor: ‘Yusuf onunla uzun uzun konuşunca…’ Burada şu soruyu sormak gerekir: Acaba Yusuf aleyhisselam kralla uzun uzun ne konuştu? Hiç şüphesiz Peygamberler her fırsatta insanlara tevhidi anlatırlar. Yusuf da böyle yapmıştır. Rüya sorana ilk başta tevhidi anlatan birinin; uzun uzun konuşma fırsatı bulduğu birine tevhidi anlatmaması, başka şeylerden konuşması elbette düşünülemez.

 Yusuf aleyhisselam kralla konuştuktan sonra kralın verdiği tepki, daveti kabul etmeyen yöneticilerin tepkisi değildir. Çünkü Peygamberler tarihine baktığımızda daveti kabul etmeyen yöneticiler; tehdit ederler, eziyet ederler, hapsederler, sürgün ederler…

 “Küfredenler Peygamberlerine dediler ki: ‘Sizi ya ülkemizden çıkaracağız, ya da mutlaka bizim dinimize döneceksiniz.’ ” (14/İbrahim, 13)

 Musa aleyhisselam, Firavun’a davet yaptığında Firavun, ona olan tepkisini şöyle dile getirdi:

“Eğer benden başka bir ilah edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.” (26/Şuara, 29)

 Şuayb aleyhisselam kavminin liderleri ise şöyle dedi:

” ‘Ey Şuayb! Ya dinimize dönersiniz ya da andolsun ki seni ve inananları seninle beraber kentimizden çıkarırız.’ dediler.” (7/Araf, 88)

 “Peygambere vahiy geldikten sonra Varaka b. Nevfel ona şöyle dedi:

__ Keşke senin davet zamanında genç olsaydım! Kavmin seni bu şehirden çıkaracağı zaman keşke hayatta olsaydım!

 Peygamber:

__ Onlar beni buradan çıkaracaklar mı?

 Varaka:

__ Evet, senin getirdiğini getiren herkes düşmanlığa uğramıştır. Senin davet günlerine yetişirsem sana yardım ederim…’ ” (Buhari)

Bu naslardan şu anlaşılmaktadır; Peygamberlerin davetini kabul etmeyen yöneticilerin tepkileri hep olumsuz yönde olmuştur. Kral ise Yusuf’a aleyhisselam herhangi olumsuz bir tepki vermiyor. Bilakis ona şöyle diyor: ‘Bugün senin, yanımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır.’ Kralın bu tepkisi onun daveti kabul ettiğine işaret etmektedir. İbni Abbas’ın radıyallahu anh talebesi Mücahid rahimehullah ve benzeri bazı âlimler de bu naslara dayanarak kralın Müslüman olduğunu söylemiştir.

 Yusuf aleyhisselam temkin sahibiydi…

 ” ‘Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim’ dedi. Ve böylece Yusuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde temkin verdik.” (12/Yusuf, 55-56)

 Allah subhanehu ve teâlâ Yusuf’a aleyhisselam dilediği şekilde hükmedebilmesi için temkin vermiş. Temkin, Kur’an-ı Kerim’in kavramlarından biridir. Kendilerine temkin verilenlerin vasıflarını Allah, Hac suresinde şöyle anlatıyor:

 “Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde temkin versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti, Allah’a aittir.” (22/Hac, 41)

 Kendilerine temkin verilenlerin en belirgin özellikleri, iyiliği emredip kötülükten nehyetmeleridir. Şunu unutmamak gerekir ki emredilecek en büyük iyilik tevhid, nehyedilecek en büyük kötülük ise şirktir. Yusuf aleyhisselam da temkin verildiği için muhakkak bunu yapmıştır. Kendisinin tevhide aykırı bir şey yapması veya görev yaptığı yerde tevhide aykırı bir şeyin olması mümkün değildir. Fakat bugünkülerin yaptıklarının baştan sona hepsi tevhide aykırıdır.

 Yusuf aleyhisselam Allah’ın kanunlarına göre hükmederdi…

 Yusuf aleyhisselam kardeşini yanında tutabilmek için kralın kabını onun eşyasının arasına koyuyor. Sonra bir münadi, kralın kabının çalındığını, onların eşyalarının arasına bakacaklarını söyler. Onlar kabı çalmadıklarını, hırsız olmadıklarını söylerler. Kendilerine: ‘Eğer siz çaldıysanız bunun cezası nedir’ diye sorulduğunda onlar: ‘Eşya kimde bulunursa ona el koymaktır’ derler. Yapılan aramadan sonra kap Yusuf’un kardeşinin eşyaları arasında çıkar ve Yusuf, kardeşini yanında tutar.

 “Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz, Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı…” (12/Yusuf, 76)

 Ayetten açıkça anlaşılmaktadır ki Yusuf aleyhisselam Allah’ın kanunlarına, Yakub’un aleyhisselam şeriatına göre hükmetmiştir.

 O zaman buradan yola çıkarak şöyle diyebiliriz: Yusuf aleyhisselam maliye bakanlığı yapmıştır. Fakat ya ülkenin bütün yönetimini ele geçirmiş, orayı Allah’ın kanunları ile yönetmiştir. Ya da maliye bakanlığı tamamen onun kontrolünde olup orayı Allah’ın kanunlarına göre yönetmiştir. Her iki şekilde de Allah’ın kanunlarına, Yakub aleyhisselam şeriatına göre hükmetmiştir. Bu kıssayı delil alıp meclise girenlerin ya bütün yönetimi ele geçirmeleri, ya da bir bakanlığın tamamen onların kontrolünde olması gerekiyor. Bugünkü sistemde böyle bir şeyin olması mümkün değildir. Ülkeyi yöneten bir Cumhurbaşkanının bile sınırsız yetkileri yoktur, istediği gibi hareket edemez, yasalara bağlı kalmak zorundadır.

 Kıyas için benzerlik şarttır…

 Bu kıssayı delil alıp yönetime girmek veya girenleri destekleyebilmek için ikisi arasında benzerlik olması gerekir. Çünkü kıyasın temel şartlarından biri budur. Oysa neredeyse hiçbir yönden benzerlik yoktur. Bugün meclise girenler şunları yaparlar:

 Seçim öncesi her türlü yalanı atarak halktan kendilerine destek vermelerini isterler.

 Meclise girebilmek için tağutlar adına yemin eder, küfür anayasasına bağlı kalacaklarına dair söz verirler.

 Meclise girdikten sonra İslam’ın küfür dediği birçok şey yaparlar. Bunlardan bazıları şunlardır:

Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezler

Allah’ın kanunlarını değiştirirler

Kâfirleri dost edinirler

Allah’ın ayetlerini inkâr edip dalga geçerler

 Yusuf’un aleyhisselam kıssasını delil alıp meclise girenlerin; Yusuf’un bunların hepsini yaptığını söylemeleri gerekir. Eğer derseler: ‘Evet, Yusuf bunların hepsini yapmıştır’, biz de deriz ki: ‘Bu başlı başına bir küfürdür. Sizin dininiz size bizim dinimiz bize…’ Yok, eğer derseler ki: ‘Hayır, Yusuf bunları yapmamıştır’ o zaman da kendi dilleri ile ona iftira attıklarını kabul etmiş olurlar. Çünkü günümüz yöneticileri bunların hepsini yapmaktadırlar.

 Biz yakinen inanıyoruz ki Yusuf aleyhisselam asla bunları yapmamıştır. Bu, ona atılmış bir iftiradır. Ve bu iftira, ona atılmış olan zina iftirasından daha büyüktür. Çünkü bu, bir Peygambere şirk nispet etmektir. Aslında onlar da Yusuf’un bunları yapmadığını biliyorlar fakat içerisine düşmüş oldukları zilleti meşrulaştırabilmek için ona iftira atıyorlar. Bu batıl şüphe ile delil getiren demokrasi havarileri hakkında Ebu’l Âlâ El-Mevdudi şöyle söylemektedir:

 ‘Doğrusu bu ayeti böyle yorumlayanların, Yusuf’un manevi şahsını olmayacak derecelere düşürmeleri, tam bir saçmalıktır. Bu durumlarıyla kendileri, bozulma dönemlerinde, Yahudilerin geliştirdikleri zihniyetin bir benzerine saplanmış olmaktadırlar. Ahlak ve maneviyatları düşmeye başladığında Yahudiler, kendi düşük karakterlerini haklı göstermek ve daha da alçalmaya mazeret bulmak için Nebi ve velilerini, düşük karakterli insanlar olarak resmetmeye başladılar. Aynı şekilde bugün gayrimüslim yönetimlerin altına giren bazı kimseler, bu yönetime hizmet etmek istemişler fakat İslam’ın talimatları ve Müslüman önderlerin tutumları karşılarına dikilince utanıp sıkılmışlardır. Bu yüzden şuurlarını pasif hâle getirmek suretiyle, bu ayetlerin hakiki anlamlarından sarf-ı nazar ettiler ve bu ayetleri bir Peygamberin gayriislami kanunlarla yönetilen bir ülkenin gayrimüslim yöneticisine hizmet etmek azmiyle memuriyet peşine düştüğü şeklinde saptırdılar. Oysa Yusuf’un kıssası bize öyle bir hisse vermektedir ki; tek bir Müslümanın bile yalnız başına, imanı, aklı ve hikmetiyle tüm bir ülkede İslami bir inkılap oluşturabileceğini, gerçek bir müminin ahlak seciyesini gerektiği gibi kullanarak, bütün bir ülkeyi, ordusuz, cephanesiz ve donanmasız fethedebileceğini öğretmektedir.’ (İrca Saldırılarına Karşı Şüphelerin Giderilmesi)

 Bizim şeriatımız eski şeriatları neshetmiştir…

 Allah subhanehu ve teâlâ her Peygambere bir şeriat vermiştir. Önceki şeriatlarda olup bizim şeriatımıza muhalif olan şeylerle, ittifakla amel edilmez. Yusuf aleyhisselam (hâşa) böyle bir şeyi yapmış olsa bile bu, son Peygamber Muhammed’in sallallahu aleyhi ve sellem sünnetine ve ona indirilen kitaba muhalif olduğu için, bizim için delil olmaz.

 Örneğin: Önceki kavimlere ganimet haram kılınmıştı fakat bizim şeriatımızda helal kılındı. Kimse önceki şeriatlarda bu haramdı bize de haram olması gerekiyor diye bir şey demiyor. Fıkhi konularda bunu kabul edip itikadın en hassas konularında buna ters hareket etmek, gerçekten şaşırılacak bir şeydir.

 Sonuç; Bu yazdıklarımızdan anlaşılmaktadır ki Yusuf’un aleyhisselam kıssası hiçbir şekilde bugün meclise girenler için veya onları destekleyenler için delil olamaz.

Allah subhanehu ve teâlâ, ona atılan zina iftirasından onu temizlediği gibi ona atılan şirk iftirasından onu temizlesin… Allahumme âmin.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver