Tasavvuf ve Kabir Tasavvuru

Allah’ın Adıyla…

İnsanı tevhid fıtratı üzere yaratan, putu ve puta tapıcılığı insan fıtratına çirkin gösteren, en güzel isimlerin ve en yüce sıfatların sahibi olan Allah’a hamd olsun.

Salât ve selam, insanlığı fıtrat dinine davet eden, tevhidi insanlara açıklayan, şirki ve ona götüren yolları engelleyen rahmet peygamberi Muhammed Mustafa’ya olsun.

Allah subhanehu ve teâlâ insanlığı ‘Allah’ı birleme ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmama’ fıtratı üzere yaratmıştır.

“(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (30/Rum, 30)

İlk peygamberden başlamak üzere tüm elçiler insanları tevhide yani fıtratlarında var olan bilgiye davet etmişlerdir. Adem’den aleyhisselam Nuh’a aleyhisselam kadar ümmet bu davete icabet etmiş, tevhid ümmeti olmuştur. İnsanın ezeli düşmanı olan şeytan ise, insanları fıtrat dini olan tevhidden saptırmak için her yolu denemiştir.

“Ben kullarımı hanifler olarak yarattım. Sonra şeytan onlara geldi ve onları dinlerinden saptırdı. Onlara benim helal kıldıklarımı haram kıldı ve hakkında hiçbir delil indirmediğim hususlarda bana şirk koşmalarını emretti…” (Müslim)

Kudsi hadiste ifade edildiği gibi şeytanın insanları saptırma ve şirke düşürme serüveni iki yolla başlamıştır.

İlki; teşri ve hakimiyet şirki diyebileceğimiz, helal-haram belirleme yetkisini insanın kendinde görmesi ve Allah’ın yasalarına rağmen kendisinin yasalar belirlemesidir.

İkincisi ise; Allah’ın meşru kılmadığı, yapılabilirliğine dair hiçbir delil indirmediği hususlarda Allah’a subhanehu ve teâlâ şirk koşulmasıdır.

Şeytanın türlü desise ve aldatmalarına rağmen özellikle bu iki başlığın hadiste zikredilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur. Diyebiliriz ki; bu iki yol onun en fazla denediği ve sonuç aldığı yöntemlerdir. Bu nedenle de insanlığın saptırılma sürecinin başlangıcı olarak zikredilmiştir.

Allah’ın hiçbir delil indirmediği hususlarda Allah’a şirk koşmanın başlangıcını Nuh’un aleyhisselam kavminde görüyoruz. Adem’den aleyhisselam sonra yaklaşık on nesil tevhid üzere yaşayan müslümanlara şeytan farklı yönlerden yaklaşmış ve onları şirke düşürmüştü. Elbette tevhid ehli müslümanlar bir defada, tercihe dayalı olarak tevhidi terk edip putlara tapmamıştı. Bu bozulmanın ağır ağır seyreden bir akışı ve küçükten büyüğe doğru süre giden merhaleleri vardı. Bu merhaleleri inceleyelim:

“Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin!” (71/Nuh, 23)

Ayet-i kerimede ismi zikredilen Nuh’un aleyhisselam kavminin tapındığı putlar, aslında salih insanları topluma hatırlatmak için yapılmış temsilî heykellerdi. Allah’ı subhanehu ve teâlâ hatırlatsın diye inşa edilen el yapımı taşlar, zamanla yapılış gayesi unutulup Allah’la subhanehu ve teâlâ beraber tapılan putlar hâlini aldı.

Buhari, İbni Abbas’tan radıyallahu anh şu rivayeti kaydeder:

“Bu putlar Nuh’un kavminin putlarıydı. Sonra bu putlar Araplara geçti. Ved putu Devme-i Cendel’de Kelb kabilesine aitti. Suvâ’ putu Huzeyloğullarına, Yeğûs putu Murad’a, Ye’ûk putu Hemedan’a, Nesr putu Himyer’e aitti. Bunlar Nuh kavminde yaşayan salih insanların isimleriydi. Vefat ettiklerinde şeytan onlara şöyle fısıldadı: ‘Bunların oturdukları mekanlara taşlar dikin ve bu salihleri isimleriyle isimlendirin.’ Onlar da yaptılar. İlk zamanlar ibadet edilmedi putlara, bu nesil vefat edip ilim kalkınca ibadet edilmeye başlandı.” (Buhari, 4920)

Şeytan onlara ‘Allah’a şirk koşun’ diyerek ya da bir muvahhidin duymaya dahi tahammül edemeyeceği ‘putlar yapın’ diyerek yaklaşmadı elbet. İslamî hassasiyete sahip hiçbir müslümanın kabul edemeyeceği bu teklifi, masum bir surette ve iyi niyetle onlara fısıldadı.

Masum suret ‘Bu salihlerin adına kabir/türbe/anıt yapılmasıydı.’ Sonra zamanla bu anıtlar/türbeler putlaştırılmış ve bunlara ibadet edilmişti. Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme radıyallahu anhuma Habeşistan’da gördükleri, içinde suretler olan bir kiliseyi Allah Rasûlü’ne zikrettiler. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

“Bunlar, aralarından salih biri öldü mü kabrinin üzerine mescid inşa eder, sonra da bu resimleri yaparlardı. Bunlar kıyamet gününde Allah katındaki en şerli insanlardır.” (Buhari, 3873; Müslim, 528.)

İbni Kayyım rahimehullah şöyle der:

‘Seleften birçok kişi şöyle der: Bunlar Nuh’un kavminden salih insanlardı. Öldüklerinde kabirlerinin üzerine beklemeye başladılar. Sonra resimlerini yaptılar. Zaman uzayınca da ibadet etmeye başladılar.’ (İğasetu’l Lehafan 184. Kitabın muhakkiki bu eserin ed-Durru’l Mensur 14/713’te olduğunu nakleder.)

Kabirlerini belirginleştirip, oraları mescid edinmekle başlayan bu hâl onlara ibadetle neticelenmiş ve bu, ümmetlerin dünya ve ahirette bedbaht olmasına neden olmuştu.

İyi niyet ise bu salihlerin onlara Allah’ı subhanehu ve teâlâ hatırlatması idi.

‘…Bunlar Nuh’un kavminden salih insanlardı. İnsanlardan onlara tabi olanlar vardı. ‘Şayet bunların resimlerini yaparsak Allah’a ibadetimize teşvik edici olur’ dediler ve resimlerini yaptılar. Bu nesil ölüp yeni bir nesil geldiğinde şeytan onlara gelip ‘Bunlara ibadet eder ve bunlar sayesinde yağmur yağdırılırdı’ dedi. Onlar da ibadet ettiler.’ (Camiu’l Beyan 71/Nuh suresi, 23. ayetin tefsiri)

Diyebiliriz ki, putperestliğin temeli kabirperestlikle atılmıştır. Nuh aleyhisselam kavminde başlayan ‘kabirde yatan nedeniyle kabire saygı’ zamanla cahil nesillerin eliyle puta tapıcılığa evrilmiştir. Nuh kavminin helakından sonra benzer bir illet Yahudi ve Hristiyan toplumunda zuhur etmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz hadiste görüleceği üzere onlar nebilerinin kabirlerini mescid hâline getirmiş, oralara resim yapmış, son olarak da o mekanları Allah’a şirk koşulan mabedler hâline getirmişlerdir.

Çok eski dönemlerde akıl ve hikmeti dillerine dolayan filozofların bir kısmının kabirperest müşrikler olduğunu biliyor muydunuz? İslam’a müntesip filozoflardan kabul edilen Fahreddin er-Razi’nin naklettiğine göre bu hastalık antik Yunan filozoflarında da mevcuttu.

Aristo’nun öğrencileri herhangi bir problem karşısında zorlandıklarında hocalarının kabrine gider ve onun kabrinden feyiz alırlarmış. (Cuhudu’l Ulema el Hanefiyyi fi ibtal-i Akaideti’l Sufiyye1/ 416, Metalibu’l Aliye 7/228 naklen)

Kabirperestlik, Yahudi ve Hristiyanları kabirler üzerine mescid inşa etme şeklinde etkilediği gibi; İbrahim’in milletine müntesip Arap yarımadası müşriklerini de etkilemişti. Onların tapındığı yüzlerce put olsa da bunların içinde en yaygın olanları salihler adına yapılan türbeleri temsilen yapılmıştı. Kur’an’da zikri geçen ve Araplar’ın üzerine yemin ettikleri Lat, Menat ve Uzza putları gibi…

Lat salih bir zattı. Hacılara hiçbir karşılık beklemeden Suveyk (bir çeşit yiyecek) hazırlar ve dağıtırdı. Öldüğünde kabrinin başında bekleyip ona ibadet ettiler. (Necm suresi 19. ayetin tefsirinde İbni Abbas, Mücahid Rebi bin Enes’ten nakledilmiştir. İmam Taberi ve İbni Kesir naklettiği bu eserin bir kısmını Buhari (4859) İbni Abbas’tan nakleder.)

İbni Kesir, Lat putunu şöyle tarif eder:

‘İşlenmiş beyaz bir kayadandı. Üzerine ev yapılmış, örtülerle sarılmış ve bekçileri vardı. Çevresinde geniş bir alan Taifliler tarafından kutsal kabul edilirdi/ta’zim edilirdi. Diğer Arap kabilelerine karşı Lat’ın kendi mıntıkalarında olması ile övünürlerdi.’ (Necm suresi, 19. ayetin tefsirinde)

Uzza’yı ise İbni Cerir’den naklen şöyle rivayet eder:

‘Üzerinde yapı inşa edilmiş bir ağaçtı. Üzerinde örtü vardı. Mekke ile Taif arasında, Nahle mıntıkasındaydı. Kureyşliler onu tazim ederdi’ (A.g.e) (İlgili nakillerden Lat ve Uzza ismi çıkarılırsa ve yerine herhangi bir şeyhin ya da veli olduğu düşünülen zatın türbe ismi yazılsa, çoğu insanın ayırt edemeyeceği kanaatindeyim.)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kabirlerin/türbelerin insanlığa olan zararını fark ettiğinden tevhidi muhafaza ve şirke giden yolları kapama adına birçok tedbir aldı.

İslam’ın ilk yıllarında kabir ziyaretlerini yasakladı.

“Sizleri kabirleri ziyaret etmekten men ederdim. Artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz. O size ahireti/ölümü hatırlatır.” (Müslim, 976)

Kabirperestlik marazıyla putperestleşmiş bir milletin kalplerine tevhidin iyice yerleşmesi, şirkin ve eserlerinin silinmesi düşüncesiyle Allah Rasûlü kabirlerle aralarındaki bağı koparmıştı. İslam kalplerine iyice yerleşip, kalpler Aziz ve Hamid olan Allah’a bağlanınca kabir ziyaretlerine müsaade etmiş, müslümanın kardeşine dua etmesini ve kabirlerde yatanların insana ölümü hatırlatmasından faydalanmalarını istemiştir.

Kabir ziyaretlerine müsaade etse de kabirperestlik tehlikesine sürekli dikkat çekmiş, son hastalığında dahi ümmetini bu noktada uyarmıştır.

“Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler.” (Buhari, 435; Müslim, 531.)

“Sizden birini dost edinmekten Allah’a sığınırım. Allah, İbrahim’i dost edindiği gibi beni de dost edinmiştir. Sizden birini dost edinecek olsam, Ebu Bekir’i dost edinirdim. Dikkat edin! Sizden öncekiler nebilerin kabrini mescid edinirdi. Sizler kabirleri mescid edinmeyin. Size bunu yasaklıyorum.” (Müslim, 532)

Yukarıda Rasûl’ün, gördükleri bir kiliseyi Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem anlatan Ümmü Habibe ve Ümmü Seleme’ye nasıl tepki verdiğini görmüştük. Buraların mescid hâline getirilen salihlerin kabirleri olduğunu ve bunu yapanların Allah’ın yanında en şerli insanlar olduğunu söylemişti Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem.

İnsanlar kabirleri, orada yatan zatın bereketinin, içinde bulunduğu toprağa ve çevresine bereket verdiğine inandıklarından mescid edinirler. Orada yapılacak ibadetlerin daha huşulu olacağına, Allah’ın rızasına erişileceğine ve sahibini Allah’a yaklaştırdığına inanırlar. Oysa “Senin Rabb’in dilediğini yaratır, dilediğini seçer.” (28/Kasas 68) ayeti gereğince bir yerin üstünlüğü, seçilmişliği ve bereketi yaratanın elindedir. Yaratan kim ise bir zamanı diğer zamana, mekanı da başka bir mekana üstün kılacak olan da O’dur.

Kabir/türbe/ziyaret hâline getirilen mezarlar zamanla -şeytanın vesvese ve fısıltılarıyla- etraflarında oluşan menkıbe kültürüyle tazim edilmeye başlanır. Hastaların şifa bulduğu, çocuğu olmayanların çocuğa kavuştuğu, kısmeti kapananların kısmetinin açıldığı, gökyüzüne doğru bazı geceler bir nurun yükseldiği gibi kulaktan kulağa fantastik yönü artarak devam eden hikayelerle kalplerin buralara bağlanması sağlanır. Buralardan gelir elde eden, buraları ziyaret eden insanları etrafında toplayan soytarıların özel çabalarıyla bu menkıbeler itinayla çoğalır. Yolda yürümekten aciz olan kabir ehli, mürid marifetiyle uçurulur.

Buna binaen kabirlerin mescid edinilmesini yasaklayan Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem mescid hâline getirilmese de kabirlerin yanında İslamî eylemlerin icra edilmesini de yasaklamıştır.

“Kabirlerin üzerine oturmayın ve onlara yönelik namaz kılmayın.” (Müslim, 972)

Bir başka hadisinde:

“Yeryüzünün tamamı mesciddir/namazgahtır. Kabristan ve banyo müstesna.” (Ebu Davud, 492; Tirmizi, 317.)

Kurtubi rahimehullah bu nehyi şöyle açıklar: ‘Yahudi ve Hristiyanların yaptığı gibi kabirleri kıble edinip onlara doğru veya üzerlerinde namaz kılmayın. Putların ibadetine götürdüğü gibi böylesi davranışlar da sizi kabirde yatanlara ibadete götürür. Nebi bundan sakındırdı ve buna götürmesi muhtemel yolu kapatmış oldu.’ (Kurtubi Tefsiri Kehf suresi, 21. ayetin tesirinde)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bununla yetinmemiş, kabirlerin şekline de müdahale etmiştir. Öyle ki kabirlerin sadece ölümü hatırlatacak bir hâl almasını istemiş ve bu mekanları insanoğlunun görebileceği en sade, gösterişsiz, dünyanın hakikatini gösteren mekanlar olmasını istemiştir.

“Ebu Hayyac şöyle dedi: Bir gün Ali radıyallahu anh bana: ‘Seni, Allah Rasûlü’nün beni görevlendirdiği bir vazifeyle görevlendireyim mi?’ dedi. Ben ‘Evet’ dedim. ‘Gördüğün her heykeli parçala, kabri yerle eşitle’ dedi.” (Müslim, 969)

Rum diyarında vefat eden birine kabir hazırladılar. Sahabeden Fudale bin Ubeyd kabri düzleştirmelerini/yerle eşit yapmalarını istedi ve “Ben Allah Rasûlü’nün kabirlerin yerle eşit olmasını emrettiğini duydum” (Müslim, 968) dedi.

Yerle eşit olmasını istediği kabirlerin, kabir olduğu belli olsun diye sadece bir karış yükseltilmesine müsaade etti. Kabirlerin kireçle yapılmasını, bina edilmesini, ışık asılmasını, üzerine yazı yazılmasını yasakladı.

“Allah Rasûlü kabirlerin kireçlenmesini, üzerine oturulmasını ve üstüne yapı yapılmasını yasakladı.” (Müslim, 970)

“Nebi kabirlerin kireçlenmesini, üzerine yazı yazılmasını yasakladı.” (Ebu Davud, 3228; Tirmizi, 1052.)

“Allah Rasûlü kabirleri ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine lamba asanlara lanet etti.” (Ebu Davud, 3238; Tirmizi, 320.)

Günümüz kabirleri ve Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bu emirleri karşılaştırıldığında kabristanların Allah ve Rasûlü’ne isyan mekanlarına dönüştüğü görülecektir. Şeytanın bu hadisleri ele alıp insanların bu yasakları çiğnemesi ve kabirperestliği ihya etmek için çabaladığı görülecektir. Ve maalesef bizden önce yaşamış milletler adım adım putperestliğe düştüğü gibi, bu ümmet de aynı yolla putperestliğin yaygın bir tonu olan kabirperestliğe düşmüştür.

Ümmeti kabirler konusunda farklı şekillerde uyaran Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem uyarılarının en fazla yoğunlaştığı konu kendi kabridir. İman ve vefa duygusuyla kendine bağlanan ümmetinin, şeytanın bu sevgiyi kullanarak saptırmasından korkmuştur. Özellikle kabrine yönelik yapılması muhtemel aşırılıklara karşı ümmetini titizlikle ikaz etmiştir.

“Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Benim kabrimi bayram yeri kılmayın. Bana salât getirin, nerede olursanız salâtınız bana ulaşır.” (Ebu Davud, 2044)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem kabirinin bayram yerine dönüştürülmesini yasaklamıştır. Bayram kelime itibariyle ‘iyd’ yani avdetten/dönmek kökünden gelir. Lugat anlamını baz alırsak kabrinin sürekli dönüp durulan, ziyaretgaha çevrilen bir yer olmasını istememiştir. Örfi ve şer’i olarak bayram ise; ‘kendisi için süslenilen, bir araya gelinen, zamanı belli olan’ anlamlarını çağrıştırır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu manayı kastetmişse kabrinin sürekli ziyaret edilen, ziyaret sırasında süslenilen, belli gün ve zamanların ziyarete tahsis edilmesini yasaklamak istemiştir.

Ebu Davud’un rahimehullah Sünen’ini şerh eden Şemsu’l Hak Azim Abadi alimlerden bu yönde nakillerde bulunmuştur.

Münavi: ‘Bayrama toplandıkları gibi Allah Rasûlü’nün kabirini ziyaret için toplanmalarını yasaklamıştır. Bu yasağın nedeni meşakkatin kaldırılması ya da tazimde aşırılığı önlemek içindir.’ (2044 hadis şerhinde Avnu’l Ma’bud)

Tiybi: ‘Bayram için süslenip temizlendikleri gibi kabrini ziyaret için süslenip temizlenmelerini nehy etmiştir. Yahudi ve Hristiyanlar peygamberlerinin kabirlerine böyle yaparlardı. Ta ki bu tutum onlarda gaflet ve kalp katılığına sebebiyet verdi. Putperestlerin âdetlerinden biri ölülerini tazim etmektir. Bu hâl devam eder ve neticede onları put edinirler. Bu manaya işaret için Allah Rasûlü ‘Allah’ım benim kabrimi tapılan bir put kılma’ demiştir.’

Tiybi’nin işaret ettiği hadisin tamamı şöyledir:

“Allah’ım benim kabrimi tapılan ibadet edilen bir vesen/put kılma. Allah’ın gazabı Nebilerinin kabrini mescid edinenlere şiddetlenmiştir.” (Muvatta, 414; Müsned, 2/246.)

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisi kabirleri mescid edinmesiyle kabirlerin putlaştırılması arasındaki bağı göstermektedir. Çevresinde veya içinde (türbe) yapılan ibadetlerin dahi faziletli olduğuna inanılan yatırlar zamanla dua edilen, şifa umulan, Allah’a aracı kılınan birer puta dönüşmektedir.

Muvatta şarihlerinden İmam İbni Abdilber hadisin şerhinde bu manaya dikkat çekmiştir.

‘Hadiste geçen ‘Vesen’ puttur. Put; altın veya gümüşten ya da herhangi bir maddeden yapılan şekildir. Allah’ın dışında ibadet edilen her şey puttur. Araplar putlara namaz kılıyor ve ibadet ediyorlardı. Allah Rasûlü ümmetinin önceki ümmetler gibi yapmasından korktu. Onların peygamberleri vefat ettiğinde kabrinin başında putun başında bekledikleri gibi beklerlerdi. ‘Allah’ım benim kabrimi ibadet edilen bir put kılma’ demek; ona yönelik namaz kılınan, ona secde edilen, ibadet edilen bir put kılma demektir. Allah böyle yapan ümmetlere şiddetle öfkelenmiştir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ashabını ve ümmetini geçmiş ümmetlerin çirkin fiillerine karşı uyarmıştır. Onlar peygamberlerinin kabrine doğru namaz kılıyor, oraları kıble ve mescid ediniyorlardı. Putperestlerin putlarına yaptıkları gibi onlar putları tazim ediyor ve ona secde ediyorlardı…’ (et-Temhid ilgili hadisin şerhi)

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bu tavsiyeleri ashabına da etki etmişti. Onlar, Nebi’nin hevasından konuşmadığını, sadece ümmetin hayrını düşündüğünü, şefkatli bir babanın evlatlarını tehlikeden koruduğu gibi onları tehlikelerden korumaya çalıştığını biliyorlardı. Bu nedenle onun yönlendirmelerini emir telakki ettiler ve bunları titizlikle uyguladılar.

Öncelikle O’nun sallallahu aleyhi ve sellem kabrine yönelik sözlerini uyguladılar. Aişe radıyallahu anha annemiz “Şayet mescid edinilmesinden korkulmasaydı kabri açığa çıkarılırdı” (Buhari, 1330; Müslim, 529.) demiştir.

Allah Rasûlü’nün kabrini her müslümanın kabri gibi yaptılar. Yerden sadece bir karış yüksek. Yeşil örtülerle sarıp, efsunlu ve tılsımlı yazıların olduğu putperestlik artığı sandukalara koymadılar. Onu bina edip kireçlemediler. Üzerinde lambalar asıp aydınlatmadılar.

Buhuristan’ı fethettiklerinde bir kabir buldular. İnsanların Tuster şehrinde bulunan ve Danyal peygambere ait olduğunu düşündükleri bir kabri tazim ettiklerini gördüler. Ne mi yaptılar? Tabiinden Ebul Aliye’den rahimehullah dinleyelim:

‘Gündüz on üç ayrı kabir kazdık, gece olunca adamı birine defnettik ve bütün kabirleri düzelttik. Ta ki insanlar hangisinde olduğunu bilmesin ve onu çıkarmaya kalkmasın. Ben dedim (kıssayı rivayet eden Halid bin Dinar): ‘İnsanlar bu kabirden ne umuyordu?’ Dedi: ‘Kıtlık olunca tabutunu çıkarıyor ve bu vesileyle yağmur umuyorlardı’. Dedim: ‘Adamın kim olduğunu düşünüyorsun? Dedi: ‘Danyal isiminde biri.’ Dedim: ‘Kaç yıldır öldüğünü düşünüyorsunuz?’ Dedi: ‘üç yüz yıl.’ Dedim: ‘Cesedinden bir şey değişmiş miydi?’ Dedi: ‘Saçının arka taraflarında birkaç tüy dışında bir şey değişmemişti. Nebilerin bedenini toprak çürütemez, parçalayıcı hayvanlar yemez.’ (El Bidaye, 2/40)

Fethettikleri yerlerde insanların, salihlerin kabirleri ile fitneye düşüp Allah’a şirk koşmalarından çekindikleri için kabirleri gizliyor, Allah Rasûlü’nün emrettiği gibi gösterişsiz hâle getiriyorlardı.

Kabirperestliğin Ümmette Açığa Çıkması

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem bunca uyarısına rağmen tasavvuf ehli kabirlere çok farklı yaklaştı. Allah Rasûlü’nün öğretilerini ters yüz ettiler. Cahiliye ehlinin oluşturduğu putperestliği salihlerin kabirleri üzerinden ihya ettiler.

‘Neden kabirleri ziyaret etmeliyiz?’ sorusuna tamamen farklı bir cevap buldular. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem “O size ölümü hatırlatır.” diyerek teşvik ettiği kabir ziyareti için putperestlerin putlardan beklentisine benzer şeyler söylediler.

Gazali’nin ‘el-Mednun Bihi Ala Ğayr-i Ehlihi’ kitabından dinleyelim:

Tüm muttasavvufların ortak kabulü olan Gazali’nin sözlerine geçmeden önce şunu belirtelim. İlgili kitabın isimi şöyledir: Ehil Olmayanlara Gizli Olması Gereken. Yani kitap bizler gibi ehil olmayanlara değil, tasavvuf yoluna girmiş ve bu yolu benimsemişler için kaleme alınmıştır.

‘…Nebilerin ve imamların türbe/makamlarını ziyaretin amacı şudur:

Ziyaret, yardım talep etmek, bağışlanma istemek, ihtiyaçların giderilmesini nebilerin ve imamların ruhundan talep etmektir. Bu, iki taraflı olur. Bir taraf yardım talep eder, diğer taraf yardım eder. Türbeleri ziyaretin bu iki rükün üzerinde büyük tesiri vardır. Yardım talebine gelince; ihtiyaç sahibi tüm isteğini kendine şefaatçi olan ve ziyaret edilene yöneltir. Öyle ki, tüm isteği bununla meşgul olur. Tüm benliği ile bunu zikretmeye ve hatırlamaya yönelir. İşte bu hâl ziyaret edilenin ruhunun fark edip kendisinden beklenilen güzel yardıma karşılık vermesine sebep olur.’ (Sayfa 356)

Kabir ziyaretinde, ziyaret edilen ölünün ruhundan yardım almayı uman ve bunun için tüm benliğiyle ölünün ruhuna yönelmeyi öğütleyen bir zihniyetin kabirleri puta çevirmelerine şaşmamak gerekir.

Şa’rani Tabakat’ında bazı velilerden(!) şu nakillerde bulunur:

‘Muhammed el-Hanefi şöyle derdi: ‘Kimin bir sıkıntısı olursa benim kabrime gelsin ve ihtiyacını istesin, gidereyim. Benimle sizin aranızda sadece bir zira’ (dirsek boyu) toprak vardır…’ (Tabakatu’l Kubra, 2/88)

Ahmed Ferğel isimli Allah dostu (!) şöyle derdi:

‘Ben kabrimde olup tasarruf edenlerdenim. Kimin ihtiyacı olursa benim kabrime gelsin, ihtiyacını dillendirsin, yerine getireyim.’ (A.g.e 2/96)

Evet, onlar kabirlerin ziyaretini böyle anladılar ve insanları kabirlerini putlaştırmaya davet ettiler.

Kabirlerin üzerine türbe yapabileceği hatta yapılması gerektiğini savundular. Bazıları öyle ileri gitti ki Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği ve yasaklayıcı olan hadislerin zayıf olduğunu söylediler. İlmî namusa sahip olanlar hadislere söz söylemedi, lakin mevcut hâli delil aldılar. Kendilerinden önce yaşayanların mezarların üzerine yaptıkları türbeleri bunun meşruluğuna delil saydılar. Alim ünvanlı meşhur kabirperestler bu konuya dair risaleler kaleme aldı. (Dipnot: Muhammed Zahid el-Kevseri’nin el-Makalat kitabında yayınlanan ‘Kabirler Üzerine Mescid İnşa Etmek ve Kabirlere Dönüp Namaz’ adlı bir makalesi bulunmaktadır. Yine yakın dönem kabir perestlerinden Ebu Feyd Ahmed bin Muhammed el-Ğumari’nin ‘Kabirler Üzerine Mescid ve Türbe İnşa Etmenin Müstehap Oluşuna Deliller’ adlı bir risalesi vardır.)

Ümmetin alimleri(!) Allah Rasûlü’nün uyarılarına rağmen şirke kapı aralayan böylesi risaleler kaleme alınca, bunun kötü eserleri kısa zamanda görülmeye başlandı. İslam ümmetinde var olan kabirler ve kabirperestlikle ilgili hazırlanmış bir doktora tezinden şunları aktaralım:

‘…Ali Paşa’nın naklettiğine göre kendi zamanında Kahire’de iki yüz doksan dört türbe vardı. Doktor Suat Mahir’in nakline göre Mısır’ın genelinde binden fazla türbe vardır.

1890 yılında Şam’ı ziyaret eden Abdurrahman Sami Bey, Dımeşk civarındaki türbelerin sayısının yüz doksan dört kadar olduğunu söyler. Osmanlı’nın başkentinde ise dört yüz seksen bir caminin olduğunu, neredeyse bunların hiçbirinin türbeden yoksun olmadığını anlatır. Hindistan’da ise günümüze kadar varlığını koruyan yüz elli türbenin olduğunu aktarır. Hicri 14. asrın başlarında Bağdat’ta yüz elli büyük cami vardı. Nerede ise herbirinde bir türbe vardı. Musul’da ise birçoğu mescidlerin içinde olan yetmiş altı civarında türbe bulunmaktadır.

Bu dönemde (H. 14. asır) İslam aleminin büyük başkentlerinin hepsinde manzara aynıydı. Mezarlar üzerine mescid inşa edip, mezarları türbeleştirmek Allah’a yakınlaşma vesilesi olarak görülmekle yetinilmedi, insanlar arasında rekabet sebebi oldu. İnsanların bir beldeyi faziletli görüp orada yaşamaya rağbet etmesi içindeki türbelerle orantılıydı. Şayet bir beldede türbe yoksa mutlaka oranın ehlinden bir rüya uydurulurdu. Rüyasında bir velinin(!) belli bir noktada olduğunu keşfeder ve insanlar orayı türbe hâline getirirdi.’ (El-Kuburiyye, sayfa 201-203 özetle)

Türbelerin eski olanları tarihi eser kabul edilip restore edilmekte ve her geçen gün var olanlara yenileri eklenmektedir. Buralarda farklı tasavvuf tarikatları tarafından icra edilen ritüeller ise putperestliğin zirve noktasını temsil etmektedir.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ naibleriymiş gibi dua edip yalvaranlar, ihtiyaçlarını kağıt parçalarına yazıp türbelere bırakanlar, türbelere temas eden toprak, bez gibi şeylerin şifa kaynağı olduğuna inananlar, sıkıntısı geçsin diye türbelere adak adayanların olduğunu görüyoruz. Adeta namazdaymış gibi kabrin başında huşuyla bekleşen, konuşmanın edepsizlik olduğunu kabul eden, kabirden çıkarken arkasını kabre dönmemek için gerisin geriye çıkan insanlar vardır.

Mısır’da bulunduğum yıllarda kendi gözlerimle gördüğüm putperestlik örneklerini aktarayım. Ezher’in karşısında Hüseyin’e radıyallahu anh ait olduğu iddia edilen bir türbe ve üzerinde inşa edilmiş bir mescid bulunuyor. Ezher camisinin içinde de türbe var elbet. Ancak Hüseyin’e radıyallahu anh ait olduğu iddia edilen ve bir tarikatın ekmek teknesi olan türbe kadar rağbet görmüyor. Biz arkadaşlarımızla bu camiye gittik. Türbeye sırtımızı dönüp ayaklarımızı yanlış tuttuğumuz, anlamsız bakışlarımız ve putlarına su-i edebimiz nedeniyle bizi gözleri ve homurdanmalarıyla taciz etmişlerdi.

İmam Şafii’nin rahimehullah mezarına yapılan türbede ise kadınlardan birinin koşarak secdeye kapandığını gözlerimle gördüm. Benim yaklaşımımı aşırı bulan ve biraz da Osmanlıcılık illetiyle ma’lul bir arkadaşımız dahi bu manzara karşısında dayanamamış ve ‘Bu kadar da değil!’ diyerek tepkisini göstermişti. Maalesef tevhid imamlarından birinin kabri bu ümmetin kabirperestler eliyle putlaştırılmış ve ibadet edilen bir merkez hâline getirilmiştir.

Yüzyıllar önce kabirlere secde eden putperestleri Şükri Alusi rahimehullah şöyle aktarır:

‘Allah’a yemin olsun ki alemlerin Rabbi olan Allah’tan yüz çevirip, türbe eşiklerine secde edenleri gözlerimle gördüm. Sadece avam değildir bunu yapan. Nice ilim iddiasında olanın bu fiilleri yaptığını gördük ve duyduk. Bunların çoğu mevcut tarikatlardan birine müntesiptir. Bunların yanında şeyhlerin ruhaniyetinden yardım/meded umma meşhur vaciplerdendir. Allah bunların hürmetini korumasın, devamlarını sağlamasın. Allah’tan yeryüzünü bunların küfründen ve sapıklığından temizlenmesini dileriz.’ (Cuhudu’l Ulema Hanefiyye fi İbtali’l Akidetu’l Sufiyye 1/469, Fethu’l Mennan kitabından naklen. Cuhudu’l Ulema Hanefiyye kitabı son dönemlerde kalem alınmış önemli akademik çalışmalardandır. Müellifi Şemsuddin Afgani, Horasan alimlerindendir. Mutasavvuf ve maturidi Diyobendiler arasında medrese eğitimi almış ve onları çok iyi tanıyan bir ilim adamıdır. Tarih boyunca Hanefi alimlerinin kabirperestlerin şirk akidesine karşı verdiği mücadeleyi derlemiş ve kıymetli bir çalışma ortaya koymuştur. Üç cilt olarak basılan bu hacimli eser faydalanılacak eserlerdendir. Müellifin Maturidilik inanışını incelediği üç cilt hâlinde basılan kıymetli bir eseri daha bulunmaktadır.)

Diyobendiler’in meşhur alimlerinden Şeyh Halil Ahmed Cuştiler’in şeyhi Huvace Muiniddin el-Custi’nin kabrini ziyaret eder. Kabrin başında oturur ve murakabeye dalar. Öyle kaptırır ki kendini adeta bayılmış bir insan gibidir. İnsanlar ise kabrin etrafında tavaf yapıyor ve secde ediyordur. (Age 2/632)

Osmanlı’nın meşhur alimlerinden İmam Birgivi şöyle der:

‘Bu sapık ve saptırıcıların hâli o boyuta ulaştı ki, kabir/türbelere hac ibadeti uydurup, yapılması gereken ritüeller belirlediler. Bunların aşırılarından biri ‘Türbe Haccı’nın İbadetleri/Menasik Hacci’l Meşahid’ adıyla kitap kaleme aldı. Kabirleri Allah’ın evine benzeterek bunu yaptılar. Açıktır ki bu İslam dininden ayrılış ve putların kullarının dinine girmektir.’ (A.g.e 2/646, Ziyaratu’l Kubur, sayfa 20’den naklen)

Hanefilerin Bağdat müftüsü Alusi rahimehullah Hac suresi 73. ayetin tefsirinde şunları kaydeder:

‘Mutasavvıfların çoğunun nebilerin kabirlerinin eşiğine secde ettiğini gördüm. Bazısı tüm nebilerin kabirlerinde tasarruf ettiğini kabul eder. Tasarrufları mertebelerine göre değişir. Alimleri ise dört veya beşinin tasarruf ettiğini kabul eder. Bununla ilgili delil istendiğinde ‘Keşfle sabit oldu’ derler. Allah onları kahretsin. Ne kadar iftiraları çok ve cahildirler. Bazısı bunların kabirlerinden farklı şekillerde çıktığını iddia eder. Alimleri derler: Ruhları bazen aslan, ceylan ve benzeri surette açığa çıkar ve dilediği gibi gezer…’ (A.g.e. 3/1567-1568/ Ruhu’l Meani’den naklen)

Sonuç Olarak

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Lat ve Uzza’ya tapılmadıkça kıyamet kopmaz.”

“Benim ümmetimden bir grup putlara tapmadan, bir grup da müşriklere katılmadan kıyamet kopmaz.”

Bugün gerek Türkiye’de gerek İslam beldesinde bulunan türbelere ve bunlara yönelik yapılanlara bakıldığında bu hadisler daha iyi anlaşılıyor. Bu kabirler/türbeler putlara dönüşmüş ve insanlar Allah’ı sevdiklerinden daha fazla bu putları seviyor, O’ndan subhanehu ve teâlâ korktuklarından çok fazla bu putlardan korkuyorlar. Onlardan biri Allah adına yemin ettiğinde yemini çok rahat çiğnerken, türbelerin çarpmasından korktuğu için orada yatanın başı üzere yemin etmeye dahi cesaret edemiyor. Yemin ettiği farz edilse bile asla yeminini çiğnemez. Rabb’inin çarpmasından emniyet içinde olan bu putperestler yatırların çarpmasının korku içindedirler.

‘Şu namazı da aradan çıkaralım’ mantığıyla Allah’ın huzuruna duran, namazdan ziyade olimpiyat koşusunda olduğunu zanneden insanlar, türbe ziyaretinde kemal-i huşu ve inkisas içerisindedirler. O denli transa geçerler ki namazda fıldır fıldır olan gözleri türbe kıblesine çakılıp kalır.

Her hastalık ve musibet için ayrı bir türbenin iyi olduğuna inanırlar.

Allah’a, Nebiye ve kutsala sövüldüğünde kılı kıpırdamayan bu samimi kullar; kabirlerine, şeyhlerine ya da tarikatlarına laf söylendiğinde ateş topuna dönüşür ve öfke patlaması yaşarlar.

Allah’ın dinine düşmanlık eden, alay edip dalga geçen mülhitlerle hiçbir sorunları yoktur. Onları takip eder, izler, alkışlar ve severler. Kendi tarikatları veya putları hakkında konuşan hocalara gelince İbrahim’in müşriklere uyguladığı usve-i hasene beraatini uygularlar.

Her önemli işi öncesinde ve sonrasında modern putperestler Anıtkabir’e, geleneksel putperestler türbelerine koşarlar. İşin öncesinde yardım talebinde bulunur, sonrasında şükranlarını iletirler.

Mekkeli putperestler rahatlık anında putlarına ibadet edip dua eder, dara düştüklerinde sadece Allah’a yalvarırlardı. Bunlar rahatlık anında ya da darlıkta hatta karşıdan karşıya geçerken dahi sadece türbelerin ruhaniyetinden medet umarlar.

Bunların içinde türbeler adına savaşanlar dahi vardır. Putperest Hizbul-lat örgütünün Suriye’de yaşanan olaylara müdahalesini ve Esad’a verdikleri desteği ‘Türbeleri koruyacağız’ şeklinde gerekçelendirdiğini unutmayalım. Haklı olarak sormak istiyoruz: Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem haber verdiği ve ümmetini uyardığı putperestlik bu zikredilenler değil de nedir?

9 nolu Cezaevi C5 38

Silivri/İSTANBUL

Halis Bayancuk/Ebu HANZALA

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver