Romalılardan Romacılara: Müslümanlara Karşı Bitmeyen/Bitmeyecek Savaş

 

Günümüzde İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşın liderliğini yapan (Haçlı Siyonist/Evanjelist kadroların yönetimindeki) ABD, NATO Avrupası ve Rusya’nın bu savaşları, tarihte olduğu gibi bugün de esasen dinî temele dayanmaktadır. ABD’nin tek kutuplu, dünyanın yegane patronu olma iddiası giderek zayıflıyor. Rusya ve Çin gibi güçlü devletlerin kendi taraflarına çektikleri irili ufaklı diğer ülkelerle beraber farklı birer kutup olarak kendilerini göstermeleri, söz konusu modern imparatorluklar arasında sürekli bir menfaat çatışmasını gerektirdiği gibi, bu durum, günü geldiğinde kaçınılmaz olan yıkıcı ve yok edici sıcak çatışmaların yaşanmasına neden olacak potansiyeldedir. Modern imparatorlukların şu anda yapmakta olduğu şey, çok da uzak olmayan bir gelecekte yaşanması ve uzun yıllara yayılması öngörülen büyük savaşta galip gelmeyi kolaylaştıracak avantajlı bir pozisyon elde etmek veya hiç değilse tarih sahnesinden tamamen silinmemek için şimdiden müttefiklerini çoğaltmak, caydırıcılıklarını artırmak, karşılaşılması kuvvetle muhtemel krizleri atlatabilmek için hazinelerini doldurmak ve sınırlarının ötesine taşıdıkları mevzilerini tahkim etmektir.

Genel anlamda Batılıların veya daha isabetli bir tanımlamayla geçmiş ve modern dönem Romalıların kendi aralarında herhangi bir menfaat çatışması baş gösterdiğinde birbirlerine karşı ne kadar acımasız ve vahşi olabildiklerine dair tarih kitaplarında sayılamayacak kadar kötü örnekler mevcuttur. On beşinci yüzyıl sonlarından itibaren başlayan sömürgeci keşif hareketleri zamanla İngiltere, Hollanda, İspanya, Fransa ve Portekiz başta olmak üzere sömürgeci deniz imparatorluklarının kurulması neticesini doğurdu. Söz konusu Avrupalı sömürgeci imparatorluklar hem denizaşırı uzak sömürge ülkelerinde hem de birbirlerine komşu oldukları Avrupa içlerinde uzun yıllar süren birçok sömürge (paylaşım) savaşlarına girerler. Batılıların/ Romalıların kendi aralarında yaptığı savaşlar bazen, tarihe Hollanda isyanı diye geçen Seksen Yıl Savaşları gibi, 16 ve 17. yy.’da Hollandalıların İspanyollara karşı yaptığı bağımsızlık savaşı, bazen İngilizlerin Fransız topraklarına göz dikmesiyle başlayan ve tam 116 yıl (1337-1453) boyunca devam edip İngilizlerin yenilgisiyle neticelenen Kurtuluş Savaşı, bazen Avrupa sathındaki haris politikalar ve sömürge ganimetleri uğruna yaşanan Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), bazen de dünyanın belli başlı güçlü ülkelerinin tamamını içine alıp yeryüzünün ve denizlerin dahi ateş topuna döndüğü ve Batılı-Doğulu tüm ‘Romalılar’ın da taraf olduğu İkinci Dünya (paylaşım) Savaşı (1939-1945) şeklinde cereyan etmiştir.

Romalıların birbirleriyle yaptığı savaşların başlıca sebeplerine baktığımızda daha çok sömürge ganimetlerinin paylaşımında yaşanan anlaşmazlıklar, daha fazla toprak sahibi olma hırsı, Avrupa başta olmak üzere Anadolu ve Rusya içlerine doğru uzanan topraklar ile Kuzey Afrika’da mutlak hakimiyet sağlama hırsı, mezhep savaşları ve sonraki dönemlerde ortaya çıkan ideolojik düşmanlıklara dayalı savaşlar gibi nedenleri görürüz.

Batılısıyla doğulusuyla, geçmiş ve hazır tüm Romalıların değişmez ve daimi ortak düşmanı tevhid ümmetidir. Romalılar, tıpkı bugün olduğu gibi sahip oldukları siyasi, iktisadi ve askerî tüm kuvvetleri ile, saldırı ve imha aracına dönüştürdükleri envai çeşit ideolojilerini tarih boyunca İslam ümmetini yok etmek için etkili bir şekilde kullanmışlardır. Romalıların İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanlıkları nebevi haberle tescillidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Size karşı insanların en şiddetlisi, Rumlar(Romalılar)dır. Onların yok olması/helakı ise ancak kıyametle birlikte olacaktır.” [1]

İslami Davet ve Cihadda Mücadelenin Ana Ekseni: Romalılar

Tevhid davetinin başladığı ve İslam medeniyetinin kurulduğu ilk günden bugüne kadar Müslümanların düşmanlarına karşı verdiği mücadele ve savaşların kronolojik seyrine bakıldığında Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem haber verdiği hususların tahakkuk etmiş olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir. Nitekim Romalılara karşı mücadele ve savaş, Romalıların (Romalılara bağlı Gassani hükümdarının) Rasûlullah’ın elçisi Haris b. Umeyr el-Ezdi’yi şehit etmesinin ardından hicri 8. senede yapılan Mute Gazvesi’yle başlamıştır.

Hicretin 9. yılında Bizans imparatoru Herakleios’un, tevhid davetinin yayılmasını engellemek amacıyla, büyük bir orduyla Medine İslam Devleti üzerine sefere çıktığı şeklinde bazı istihbari duyumların alınması neticesinde (bu gazvede herhangi bir muharebe yaşanmadığı hâlde) İslam Devleti’ne siyasi ve askerî anlamda zafer kazandıran Tebuk Gazvesi yapılmıştır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem otuz bin kişilik bir İslam ordusu toplayarak Tebuk’e kendilerinden çok daha kalabalık olan Bizans ordusuna karşı düzenlediği bu hücum seferi, aynı zamanda Rasûlullah’ın sağlığında bizzat katıldığı son seferdir. Rasûlullah’ın vefat etmeden önce Mute şehitlerinin intikamının alınması maksadıyla hazırlanması için talimat verip, bizzat teftiş ettiği ve Romalıların hakimiyetindeki Suriye üzerine göndermeyi istediği Usame ordusu, Rasûlullah’ın sağlığında Romalılar üzerine göndermek için hazırladığı son ordudur.

Başta Ömer ve Osman radıyallahu anhuma olmak üzere hulefa’i raşidin döneminde de İslami fetihlerin iki ana ekseninden biri ve en önemlisi, Romalılarla çatışma ve savaş olmuştur. Tek farkla ki, bu dönemde ve daha ileriki dönemlerde İslam orduları saldırı, fetih ve İslam’ın hakimiyeti zemininde ilerlemiştir. Aynı dönemde Filistin ve Şam bölgesi ile Mısır ve Afrika’nın kuzey bölgesinin büyük kısmı Romalıların egemenliğinden kurtarılmıştır. Öyle ki, Osman devrinde Romalıların başkenti olan Konstantiniyye (İstanbul) İslam ordularının hedefi olmuştur. Bir taraftan da Mağrib’i Aksa (Fas) üzerinden Endülüs’e girerek orayı Batı Romalılardan almışlardır.

Tevhid ve sünnet davetinin her yere ulaştırılması ve Allah’ın subhanehu ve teâlâ dininin hâkim kılınması, bunun için yapılan cihad, fethedilen ülkelerde yepyeni bir medeniyetin oluşup gelişmesi ve kuvvet itibariyle İslam tarihi boyunca başarı ve azametiyle öne çıkan iki devletten biri olan Emeviler (diğeri Osmanlı’dır) devrinde de Romalılarla çatışma ve savaş, birçok bölgedeki fetih hareketliliğinin ana eksenini oluşturmuştur. İslam orduları bu süre zarfında Kuzey Afrika’nın tamamını Bizanslıların elinden almayı ve Endülüs üzerinden Fransa’nın kuzeybatı şehirlerinden Tours şehri kapılarına kadar ulaşmayı başarırlar. Emeviler devrinde Akdeniz’deki bazı adalar da Romalıların elinden alınır.

Emeviler’den sonraki dönemlerde Müslümanların davet ve fetih hareketlerinin ana ekseninde yine Romalılarla mücadele ve çatışma vardır. Abbasiler döneminde de Romalılarla mücadele tüm şiddetiyle devam eder. Fakat özellikle Abbasilerin (altın çağından sonraki) ikinci dönemlerindeki mücadelenin niteliği daha ziyade müdafaa/savunma pozisyonuna geriletilir.

Abbasilerin Bağdat’taki merkezî hilafetinin zayıflamasıyla beraber, Romalılarla mücadele bu süreçten sonra Bağımsız İslam Devletleri vasıtasıyla devam eder. İrili ufaklı bu müstakil İslam devletleri, Romalılarla mücadele sürecinde hem saldırı hem de savunma itibariyle cihad görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmışlardır. Bu bağımsız İslam devletlerinden Büyük Selçuklular, Rey şehri (İran’ın şimdiki başkenti Tahran’ın sekiz km. güneydoğusu) ile Anadolu’nun kuzey ve doğusunda Doğu Romalılara/Bizanslılara karşı çetin bir mücadeleye girişirler. Hamdaniler Devleti de bugünkü Şam ve çevresini Hristiyan Romalılardan temizlerler. Daha sonra bayrağı Atabeyler Devleti alır ve Zengiler, Avrupa’dan gelen saldırgan Haçlılara karşı cihad ederler. Zengilerin amcazadeleri, Eyyubiler Devleti’ni kurduğu zaman Romalılara karşı cihad bayrağını yükseltme izzetini de onlardan miras alırlar. Memluklar, Mısır ve Şam diyarını Haçlıların tehdit, taciz ve taarruzlarından korurlar. Anadolu Selçukluları, Küçük Asya’da Anadolu’nun batısına doğru Romalılara karşı mücadele ve cihada aralıksız bir şekilde devam ederler. Nihayet, İslam tarihinde tevhid sancağının yükseltilmesinde (Emevi Devleti’yle beraber) başarı ve azametiyle öne çıkan Osmanlılar tarih sahnesine çıkarak Romalılara karşı İslam’ın kılıcı olma şerefini üstlenirler.

Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, Batı Anadolu’da Romalılara karşı yaptığı cihad neticesinde elde ettiği toprakların alanını peyderpey genişletir. Bundan sonraki süreçte Küçük Asya toprakları üzerindeki bütün (Romalı) Rum tekfurlarına İslam’a davet elçileri gönderir. Osman Gazi, Romalıları, ya İslam’a girmek ya cizye ödemek ya da savaşmak tercihiyle karşı karşıya bırakır. Osman oğullarının yirminci yüzyılın başlarına kadar devam eden İslam bayraktarlığı misyonu da böylelikle başlamış olur.[2]

Romalıların Rönesans’ı ve İslam’a Karşı Yeni Saldırı, İfsad ve İmha Dalgası

Osmanlının Romalılarla mücadelesinde en önemli dönüm noktası, Konstantiniyye’nin fethedilmesidir. Konstantiniyye’nin fethi, Doğulu Batılı bütün Romalılar arasında adeta şiddetli bir deprem etkisi yapar. Nitekim tarihle ilgisi takvim yapraklarıyla sınırlı olanların dahi bildiği üzere tarihçiler Konstantiniyye’nin Müslümanlar tarafından fethedilmesini, orta çağın kapanıp yeni çağların açılmasının başlangıcı olarak kabul ederler. Osmanlı İslam Devleti’nin Konstantiniyye’yi İslam şehrine (İslampol/İslambul) çevirmesinden doğan muazzam dalgayla Müslümanlar Romalılara karşı kuzey, güney ve batı yönlerden fetih hareketlerini yoğunlaştırmışlardır. İslam orduları, önü alınamaz bir şekilde Yunan topraklarını, Karadeniz kıyılarını, Balkanları ve Doğu Avrupa ülkelerini fetheder. Bu dönemde Avrupa’da Rönesans (kendine gelme ve eski canlılığını yeniden kazanma) dönemi başlar. 15 ve 16. yüzyılda önce İtalya’da (Roma’da) başlayan bu hareket daha sonra Fransa, Almanya ve İngiltere başta olmak üzere diğer Avrupa ülkelerine yayılmıştır. Rönesans’la beraber Avrupa’da pozitif bilimlerin önemsenmesi ve artması sonucu coğrafi keşifler de yoğunlaşmıştır. Romalıların coğrafi keşiflerinin artması doğal olarak yeni sömürgelerin ve bu sömürgelerden elde edilen sermaye birikiminin de artması sonucunu doğurmuştur. Aslında yeni sömürgeler demek olan coğrafi keşifler sonunda oluşan sermaye birikimi, Rönesans sonunda bilimsel ve teknik gelişmelerle birleşip, ileriki dönemde Romalıları bilim ve teknik alanında Osmanlıların ilerisine taşıyacak sıçramanın temeli olan Sanayi Devrimi’nin meydana gelmesinde temel etken olmuştur. Romalılar böylelikle askerî anlamda saldırı veya savunma döngüsünü aşmanın yollarını bulmuş ve Müslümanlarla aralarında sürgit devam eden inanç temelli savaşta avantajlı konumu elde etme istikametinde ciddi mesafeler kat etmişlerdir.

Rönesans ve sonrasında yaşanan Sanayi Devrimi’yle beraber Romalılarda bilim, edebiyat, sanat ve sözde serbest düşünce alanında şirk ve küfür temelinde yeni fikirler ve eserler ortaya çıkmıştır. Bundan sonraki süreçte Romalılar, hem Osmanlılar hem de diğer İslam devletlerine karşı savaşıp, işgal, paylaşım ve sömürü faaliyetlerinde işte bu ‘Yeni Eserleri’de saldırı, teslim alma, dönüştürme ve direkt ya da dolaylı tahakküm aracı olarak kullanmışlardır. Bilhassa on dokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren Romalıların Osmanlı ve diğer Müslüman devletlere karşı siyasi, iktisadî ve askerî açıdan üstünlüğü daha da belirgin ve belirleyici bir hâle geldi. Osmanlı Devleti’nin de yıkılışından sonra Romalıların önünde istedikleri gibi at koşturabileceklerini düşündükleri uçsuz bucaksız bir imparatorluk bakiyesi kaldı.

Sömürge dönemleri boyunca İslam beldelerinde, Romalıların Müslüman halklara yönelik yeni saldırı ve imha aracı olarak kullanmaya başladığı ve adına laiklik denen ilhad ve şirk akımları gelişti/geliştirildi. Bu akım Müslümanların çocukları arasında, özellikle kültürlü kesimler arasında yaygınlaştırılmıştır. Doğrudan veya dolaylı sömürgeci Romalıların kontrolünde oluşturulan laiklik, demokrasi, liberalizm ve milliyetçilik gibi akımlar, yine onların kontrol ve gözetiminde serpilmeye devam etmiştir. Aynı yönde ve benzer hedefleri önceleyen belli başlı bazı siyasi partiler kurulmuş, öne çıkarılan sözde ‘lider’ etiketli Romacı uşak tağutlar ve kendilerini Romalılara hizmete adamış bazı burjuva aileler vasıtasıyla sömürge sonrası ara dönemlerde yönetim yine Romalılar tarafından söz konusu bu Romacılara devredilmiştir. Bu, bazen de adına Bağımsızlık Savaşı/İstiklal Harbi denilen süreçte veya hemen akabinde gerçekleşmiştir. Bundaki asıl amaç ise, emperyalist Romalıların kontrolündeki tağutlar eliyle, İslam coğrafyasındaki tüm beldelerde tevhid ve sünnet nizamı dışında beşerî hükümlerin sürdürülebilir bir şekilde hâkim kılınmasıdır. İslam coğrafyasındaki ülkelerde Romacı uşak tağutlar rejiminin ilk olarak nerede ve kim tarafından sistemleştirildiği tam olarak bilinmiyorsa da, bilinen şudur ki, söz konusu ülkelerde İslam’ın bağları tek tek çözülmeye başlamıştır.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“İslam’ın bağları, bağ bağ (peş peşe, peyderpey) çözülecektir. Bir bağ söküldüğünde, insanlar ondan sonra gelen bağa tutunacaktır (ona yönelecektir). (İslam’da ) Çözülecek ilk bağ, hükümdür. En sonuncusu ise, namazdır.” [3]

Modern Romalıların (ABD, NATO Avrupası ve Rusya) İslam coğrafyasının hemen hemen tamamına yakınında başarılı oldukları hususların başında, söz konusu ülkelerde Allah’ın subhanehu ve teâlâ şeriatıyla hükmetmenin geçersiz kılınması ve yerine Rönesans ürünü, akıl ve hevaya dayalı, sığ, güdük ve yetersiz beşerî kanunların yürürlüğe sokularak, bunun, çoğunlukçuluğu esas alan parlamentolarda teşri (yasama) yoluyla kalıcı hâle getirilmiş olmasıdır. Allah’ın şeriatının ilga edilmesi, şüphesiz Müslümanlar açısından Endülüs’ün elden çıkması, Kudüs’i Şerif’in Yahudilerin eline geçmesi, Afganistan’ın işgali veya Bağdat’ta Rafızîlerin hâkim olması gibi büyük hadiselerden de daha azim ve mühim bir meseledir. Şer’i Şerif’in ilga edilmesi doğal olarak ümmetin geri kalan unsurları üzerinde zincirleme musibetler silsilesinin de hızlandırıcısı olmuştur.

Bu musibetlerin en büyük olanlarının başında hiç şüphesiz sahih tevhid akidesinin ümmetin çoğunluğu arasında fesada uğraması, itikadi bidatlerin yayılması ve sünnetin kaybolmasıdır. Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem bize getirdiği ve öğrettiği yüce ve nezih akidenin özellikleri kalplerde, zihinlerde ve amellerde silikleşmiştir. Halkın çoğu Allah’ı subhanehu ve teâlâ unutmuş, Allah da onlara kendilerini unutturmuştur. İnsanların geneli başlarında bulunan Romacı uşak hükümetlere, makama, mevkie, mal-mülke, kendi nefsinin hevasına veya akıllı telefonlar, internet siteleri, uydu kanalları ve televizyon ekranlarına tapınır olmuştur.

Söz konusu musibetlerden birisi, Mekke’i Mükerreme, Medine’i Münevvere ve Kudüs’i Şerif’in Romalılar veya (Romalıların akıl almaz entrikalarıyla) Romacı uşak yöneticiler tarafından işgal edilmiş olmasıdır. Müslümanların ilk kıblesi ve Harem’i Şeriflerin üçüncüsü olan Mescid-i Aksa, aslında Mekke ve Medine’nin Romalıların denetimine girmesinden sonra elden çıkmıştır.

Halifesiz Müslümanlar ile İmparatorluk Romalılarının Mücadelesinde Son Halka

Tevhid ve sünnet ehli her bir müminin çok iyi bildiği üzere, şu an kendisini tek kutuplu dünya üzerinde yegane güç olarak gösteren Amerikalılar, aynı zamanda geçmiş Roma imparatorluğunun da vârisleridirler. İslam coğrafyasındaki sömürü ganimetlerinin paylaşımı hususunda aralarında zaman zaman derin anlaşmazlıklar baş gösterse de, NATO Avrupa’sı, İsrail ve Rusya bu sıfatı taşımada Amerikalılarla ortak bir konumdadır. Modern Roma İmparatorluğu ABD, aynı zamanda geçmiş Roma İmparatorluğunun tarihsel düşmanı olan Müslümanlara düşmanlık ve saldırganlık mirasını da devralmış ve hem diğer Romalıları hem de İslam coğrafyasındaki ülkelerde iktidarda bulunan Romacı uşak tağut yöneticileri bu hedefe yöneltmektedir.

Modern Romalılar, İslam ve Müslümanlarla savaşta sürekli olarak yeni yollar ve yöntemler geliştirip sahada uygulamaktadır. Birçok çatışma alanında Müslümanlara karşı açık bir cephe açmaktan kaçınan Modern Roma imparatorluğu ABD, ortağı Rusya, NATO Avrupa’sı, Siyonist İsrail ve Rafızî İran ile beraber oluşturdukları savaş konsorsiyumuyla, vekalet savaşları düzenini kadim İslam topraklarına yerleştirmiş durumdadırlar. Yakın tarihimizde İslam coğrafyasındaki bazı ülkelerde fiiliyata geçirilen Vekalet Savaşları’na şu örnekleri verebiliriz:

Komünist Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgali sonrasında Amerika’nın bu işgale karşı bazı yerel aşiret güçlerini desteklemesi… Amerika’nın, Irak’ı, kademe kademe Kuveyt’i işgal etme sürecine sokması… Afganistan İslam Emirliğinin, Romalılar ve Rafızî İran ortaklığıyla ve savaş ağaları eliyle yıkılması ve oralardaki muhacir mücahidlerden bazılarının esir edilmesi, bazılarının da öldürülmesi… Mısır’da sahte demokrasi yoluyla iktidara gelen İhvan’ın, Romacı uşak tağut General Sisi eliyle tasfiye ve imha edilmeye çalışılması… Yemen’de Husi isyanı… Libya’da general Hafter’in vekil tağut olarak Müslümanlara karşı savaştırılması… Romacı uşak yönetici (kanaat önderi, Belam) Fethullah Gülen’in talimatı ve elebaşılığıyla Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışılan 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ve daha nice misaller. Bunun en son örneği Irak ve Suriye’deki kaos ve savaştır. Irak ve Şam bölgesinde tevhid ehli Müslümanlara karşı kara gücü olarak sahaya sürülen inançta ateist ve yaşamda laik Kürt güçler ‘Kürdistan’, Rafızî Haşdu’ş Şa’bi milisler de ‘Şii Safevî İmparatorluğu’ romantizmiyle motive edilerek modern Roma imparatorluğu ABD ve ortakları adına vekaleten savaştırılmaktadırlar.

Modern Romalılar, Müslüman sıfatı taşıyan herkesi, özelde ise tevhid ve sünnet daveti yapan İslami hareketleri, yeryüzü ve beşeriyet için en büyük tehdit olarak göstermektedirler. Tüm bu sihirlerinin ve sahtekarlıklarının tek nedeni, (Müslümanlara karşı) Birleşik Roma İmparatorluğu’nun Orta Dünya’yı (Ortadoğu’yu), asıl hareket ve motivasyon kaynakları olan Haçlı-Siyonist esaslara göre yeniden dizayn etmektir. Evvela, dünyanın siyasi haritasının değiştirilmesini kolaylaştıracak şekilde rejimlerin ve (bilhassa mutlak itaat göstermeyen) bazı liderlerin devrilip, yerlerine muti/itaatkar olanların getirilmesi süreci tamamlanmaya çalışıldı. Hiç kuşku yok ki bundan sonraki süreçte Romalılar bazı ülkeleri bölüp yeni birkaç devlet kurmanın bitimsiz çabası içinde olmaya devam edeceklerdir. Fakat Avrupa’da yaşanan son gelişmeler, önümüzdeki süreçte Avrupa’nın da en az sekiz yeni ayrı devlete gebe olduğunu göstermektedir. Bu ayrılık ve bağımsızlık taleplerinin günümüz Roma imparatorluğu ABD’ye de sıçraması kuvvetle muhtemeldir. Şu anda Doğu Roma imparatorluğu sıfatını ziyadesiyle hak eden Rusya Federasyonu da bu akıbetten salim değildir. Modern Romalılar hakkında da şu kaidenin geçerli olacağını ümit ediyoruz: Ceza amelin cinsindendir!

Modern Romalılar, Müslümanların itikadi, ahlaki, kültürel ve medeni değerlerini, kendi kokuşmuş uygarlık değerleriyle eşitleme çabalarını hiçbir zaman sonlandırmayacaklardır.

Modern Romalılar, İslam ülkelerinde ihya, inşa ve direniş namına varlık gösteren ve kendi aşağılık amaçları istikametinde kullanamayacağından emin olduğu tüm İslami hareketleri etkisizleştirip imha etme kararlılıklarını sürdüreceklerdir.

Modern Romalılar, siyonist çete devleti İsrail’in siyasi, ekonomik ve askeri nüfuz alanını olabildiğince genişleterek bölge ülkelerindeki halkları doğrudan veya dolaylı olarak Siyonist çete yönetimine bağlı ve Romalıların felsefelerini yutup mallarını tüketen köleler kitlesi hâline getirmek hedefindedirler. Bunu daha da kolaylaştıracak bir unsur olarak Siyonist çete devleti İsrail’in sınırlarının Arzu’l Mew’ud ölçeğine ulaştırılması gerekiyor ki, şu sıralar Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde ateist-laik Kürtlere kurdurulması planlanarak yapılmaya çalışılan şey tam olarak budur.

Romalılar, yeryüzünün en zengin ve bereketli toprakları üzerinde yaşayan halkları dünyanın en yoksul insanları olarak kendilerine muhtaç ve bağımlı bir hâlde tutmak için, Romacı uşak tağut yöneticiler veya savaşçı marabalar vekaletiyle sömürülerini ve sömürge ganimetlerini paylaşım düzenini sürdürmekten geri durmayacaklardır.

Romalıların öteden beri hedeflediği şey, İslam ümmetini ya tümüyle imha etmek ya da tümünü İslam dininden koparmaya çalışmaktır. Yani Romalılaştırmaya değer(!) bile görmediği İslam ümmetinin fertlerini İslam’dan tamamen veya kısmen de olsa koparmak onlar için temel hedeftir.

Ümmetin sahip olduğu doğal kaynakların çalınması, İslam ülkelerinde var olan gelir kaynaklarının dağılımındaki adaletsizlik, zulüm ve haksızlığın giderek daha da katlanılmaz bir hâle gelmiş olması, baskı, korku ve aşağılamanın yaygınlaşıp derinleşmesi, açlık, hastalık ve felaketlerin günbegün artması, katliamlar, göçler, toplum içindeki yozlaşma, huzursuzluk ve ruhsal bunalımlar ve tüm bunların getirdiği itikadi sapmalar, siyasi kamplaşmalar, ekonomik buhranlar, toplumsal bölünmeler ve kültürel krizler… İşte çağdaş Romalıların İslam coğrafyasındaki halklara vadedip bizzat veya vekalet yoluyla gerçekleştirdiği şenaatlerin hülasası budur.

Halifesiz Müslümanların ahvaline gelince. Allah’ın subhanehu ve teâlâ merhamet ettikleri hariç, Müslüman ismiyle tesmiye olunan insanlar, seçkin veya sıradan olanları dahil ekseriyeti dünyayı sevmek ve ölümden nefretle malûldür. Binaenaleyh başta Modern Romalılar olmak üzere kavimler birbirleriyle çağrışıp, onların üzerine üşüşmüştür. Bunun sonucu olarak da Romalıların politikaları gereği ve Romacı uşak tağutlar eliyle genel olarak dar bir maişete ve sıkıntılı/endişeli bir hayata mahkum olmuşlardır. Allah şöyle buyurmaktadır:

“Her kim de zikrimden yüz çevirirse, onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” [4]

Tevhid ümmetiyle Romalılar arasında hicri sekizinci yılda Mute Savaşı’yla başlayan ve hâlen muvahhidlerin tarihsel düşmanları olan Modern Romalılarla da devam eden savaş, yukarıda naklettiğimiz hadis-i şerifte Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem buyurduğu gibi kıyamete kadar devam edecektir. Davet ve cihad temelinde devam edecek bu mücadele sürecinde taifetu’l mansura’ya dahil olma şerefine nail olanlara ne mutlu!

 

 

[1]        .     İmam Ahmed, Müsned;17335

 

[2]        .     Osmanlının türlü hatalar ve günahlardan tenzih edildiğine dair şüphelere yer vermemek adına şu kısa açıklamayı yapmak faydalı olacaktır. Osmanlılar gibi, geçmişte yaşamış kavimler ve devletler hakkında söz söylerken, ne hezeyanla saldırmak ne de nostaljik tapınmak yoluna gidilmelidir. Osmanlılar yüzyıllar boyunca İslam’a ve ümmete hizmet etmişlerdir. Lakin bu, onların külliyen pirüpak olduğu anlamına gelmez. Söz konusu hata ve cürümlerden en çok hatırda kalanları şunlardır:

               – Erken dönemde başlayan taht/saltanat kavgaları. Bu kavga zamanla öyle bir vahamete ulaşmıştır ki, İslam tarihinde daha önce örneğine hiç rastlanmamıştır. O da, bir sultanın, iktidara gelmesi durumunda, bebek-tıfıl olanı da dahil diğer kardeşlerinin katledilmesi bidatidir.

               – Aslen Ukraynalı (Hürrem Sultan), Yunan (Kösem Sultan), Sırp, Rus ve İtalyan kadınların cariye olarak alınması veya başka sebeplerle eş edinilerek sarayda nüfuz sahibi olmalarının önünün açılması. Söz konusu validelerin, saray kavgalarına müdahil olarak taht/saltanat çekişmelerinde oğulları lehine diğer şehzadelerle sonu gelmeyen rekabete girişmeleri.

               – Sarayda lüks, şatafat ve debdebenin olabildiğince artması.

               – Fetihlerin azalması ve toprak kayıplarının başlamasıyla beraber süreç içerisinde halka reva görülen haksız vergilerin artması.

               – Osmanlının ahir devrinde Romalıların da baskılarıyla beşerî kanunların çıkarılmaya başlanması ve Allah’ın kanunları dışında kanunlarla hükmetmek gibi hususların saraydaki hükümet nizamına sirayet etmesi. Bu ağır cürümden sonraki süreç Osmanlı’da batılılaşmanın ve asli kimliğini kaybetmenin kapısını açmıştır.

               “Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (2/Bakara, 134)

[3]        .     İmam Ahmed, Müsned; 21139.

 

[4]        .     20/Taha, 124

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver