Radyo Programı

Zaman yine su gibi akıp geçmişti. Eve gitmek istemiyordu. Hele akşam yaşananlardan sonra Remzi Bey’in suratını dahi görmek istemiyordu. Herkes dağılınca Fatime Hanım da eve doğru yol aldı. Yavaş yavaş yürüyor, oyalanıyordu. Tuhafiyeye uğramaya karar verdi. Ancak sokağa girince kepenklerin kapalı olduğunu gördü. Eve gidecekti, başka çare yoktu.

Anahtarı ile sessizce içeri girdi. Çocuklar ve Remzi Bey gelmişti bile. Kapının açıldığını hisseden çocuklar dün geceden kalma korkuyla hemen odalarına çekildiler. Fatime Hanım selam dahi vermeden odasına girdi. Üst başını değiştirip mutfağa geçti. Kimse bir şey yememişti anlaşılan. Bir iki lokma atıştırıp yatak odasına döndü. Salondan geçerken Remzi Bey’le göz göze gelmemek için çok çabaladı. Yatağın üzerine uzandı. Hızla yerinden doğrulup, bazanın altına koyduğu mini radyoyu çıkardı. Frekanslar arasında dolaşıyordu. Dün akşam duyduğu huzur veren, dingin sesi arıyordu. Gerçi her programın saati vardı. Radyonun frekansını bulsam o da iyidir diye düşündü. Ne garip, söylenenleri abartı bulmuştu oysa. Ama yine aynı programı dinlemek için uğraş veriyordu.

Radyonun cıngılını duyunca cızırtının gitmesi için uğraştı biraz. Reklamlar bitti. Program akışını verdi sunucu. Haber saati, kıssadan hisseler, hanelere rahmet, gece bülteni, serbest yayın akışı. Olsa olsa hanelere rahmettir beklediğim program diye düşündü.

Programa bir saat varmış… Hanelere Rahmet… Adı bile güzel… Bizim hanemizde rahmetten gıdım yok… Dünkü programı düşündü. Sunucu hep kadına vurgu yapmıştı, yeri evidir demişti. Kendi ise evden kaçmak için, kendini dışarıya atmak için can atıyordu. Yıllarca huzursuzluğun yegane müsebbibi olarak kendi dışında herkesi görmüştü. Hatta küçücük çocuğunu bile suçlamıştı zaman zaman. Asıl suçlu kendisi miydi yoksa? Evi çekilmez kılan o muydu? Yok canım, saçımı süpürge ettim ben onlar için diye sıyrılmak istedi bu düşünceden. Olmadı. Bir iç ses, çalı süpürgesi kadar bile değildi senin onlara hizmetin diyordu. Sen istediğin zaman aile fertlerinin yanında oldun. Onların sana ihtiyacı olduğunda ise yüz çevirdin, minnet ettin… Susturmak istedi bu sesi… Ben iyi bir anneyim. Eşim ilgisiz bir koca, çocuklarım ömür törpüsü, şımarık, söz dinlemeyen veletler deyiverdi seslice. İrkildi. Ne oluyor bana? Allah’ım aklıma mukayet ol. Sinirden ne yaptığımı bilmiyorum.

Program başlamak üzereydi. Evet o ses… Dünün kısa bir özetini geçtikten sonra bugünün konusunu söylüyordu sunucu bayan. Rahmet yuvalarının baş mimarı kadınları konuşacağız yine demişti. Rahmet yuvalarının baş mimarı… Yuvayı imar eden, şenlendiren, geren ya da yaşanılmaz kılan demek kadınlardı.

Devam ediyordu sunucu bayan:

Allah evlilik müessesini üç esas için tesis etmiştir. Eşlerin birbirlerinde sükun bulması, birbirlerine sevgi duymaları, yaşlansalar da birbirlerine rahmet ile muamele etmeleridir bu üç esas.

Sıralamada sükunun önce gelmesi biyolojik bir gerçeğin ifadesidir. Ve bunun için kadının kadınlığını bilmesi, kendine özen göstermesi gerekir.

Kadın, giyimi kuşamı ile, takısı tokası ile kendini hissettirmelidir. Çünkü kadında asıl olan alımlı, bakımlı olmasıdır. Bu onun fıtratında vardır. Yaradılışına çekicilik, etkileyicilik dert edilmiştir. Kadın bunu ona helal kılınan ziynetlerle, elbiselerle tamamlar.

Buna örnek sahabe hanımlarını verebiliriz. Onlar kadın oluşlarının farkındaydı. Süslenmek için birbirlerinden ödünç elbise alır, makyaj yapar, kokulanırlardı.

Hatta muayyen günlerinin sonunda Peygamber tavsiyesi ile, yıkandıkları sulara kokular boşaltırlardı. Bu âdet şu an hâlâ daha Arap toplumunda yaygındır.

Kadının dışı nasıl güzellikle bezendiyse, sesi de buyuruculuktan uzak, kadife gibi yumuşak olmalı, şefkat barındırmalı, sevecenlikle bezenmelidir. Konuşurken, fıtratının inceliğini, zarifliğini eşine, çocuklarına hissettirmelidir. Bağırıp çağırmamalı, kaba davranışlardan sakınmalıdır. Çünkü bunlar kadının yapısına aykırıdır. Nasıl ki kadınsı konuşma erkekte iticidir, çirkindir; kadında da erkeksi, emri vaki, kaba-saba, argo konuşmalar çirkindir. Herkes fıtratına uygun hareket etmelidir.

Fatime Hanım pür dikkat dinliyordu. Vay beee… Sahabe hanımlarına bak sen, demekten kendini alamadı. Hafif bir tebessüm dudaklarına yayıldı. Ben giyim kuşamıma özen gösteriyorum ki dedi kendi kendine. İç ses tekrar harekete geçti: iyi de ne zaman özen gösteriyorsun? Dışarı çıkarken. Evde seni kim güzel kıyafetlerle görmüş ki?

Düşündü. Evet dışarı giderken dikkat ediyorum hakikatende. Evde… Evde galiba çok paspalım. Bir an sabah kalkışlarını, ev içinde pijamalarıyla akşama kadar dolandığı anları düşündü. Derneğe başladı başlayalı da eve gelir gelmez üst başını çıkarıyor yine eski haline dönüyordu. Aman sanki Remzi Efendi çok mu önem veriyor kendine diyerek kendini rahatlatmaya çalışıyordu.

Kadının eşi için hazırlanması ona verdiği değeri gösterir. Oysa günümüzde Müslüman kadınlar ev içinde pespaye, dışarda şıkır şıkırlar. Ölçüler ters yüz olmuş diye ekledi bayan.

Değerle ne alakası var ya diyecek oldu sustu. Evliliğinin ilk günlerinde buna ne kadar önem verdiğini ve eşinin beğenisini kazandığı, iltifatlar aldığını hatırladı. O anların hayali bile hoşuna gitmişti. Ancak hemen sıyrıldı o ruh halinden.

Sese gelince o hep bağırıyordu. Ama napim bağırtıyorlar beni diyerek hemen bir çıkış yolu buldu. Ne yani şimdi tek suçlu ben miyim? demesiyle sunucu bayanın da bunu dillendirmesi bir oldu:

İlişkinizin bozulmasında, sükuna eremeyip, agresif hallerin evde gerginlik oluşturmasında, tek suçlu kadın mı diyebilirsiniz. İtiraz da edebilirisiniz ama malesef…

Aaaaaaa elektrik kesildi. Tam da yerinde diye hayıflandı. Hemen telefonuna kulaklığı takıp devamını dinlemek istiyordu. Karanlıkta el yordamıyla telefonu bulsa da kulaklığı bir türlü bulamadı. Hay Allah… Epey bir aradı. Çocuklara söylenmeye başladı. Kesin onlar almıştır diyordu. Aramaktan vazgeçti. Elektrikler geldi geldi ama program çoktan bitmişti. Son cümledeki malesef kelimesi, suçun çoğunun kadında olduğunun işaretiydi.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver