Müslim Çocukların Çizgi Karakterleri Sevmeleri Sakıncalı mıdır?

Allah’ın adıyla.

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu,

Allah (cc) sizleri afiyet içinde kılsın. Sizi sevsin, sizden razı olsun ve sizleri rahmetiyle salih kulları arasına katsın. Son zamanlarda aldığım mektuplardan edindiğim bir izlenim üzerine sizlere birkaç kelam etmek istiyorum. Görüyorum ki; mahkeme kararları dolayısıyla birçok kardeşimiz mahzun olmuş; birçoğu da öfkeyle dolmuş. Galiba bunun nedeni bir beklenti içinde olmaları. Önce Sakarya duruşmasında, sonra da 10 Ekim İstanbul duruşmasında serbest kalacağımızı ümit etmişler. Olmayınca da normalden fazla bir hüzne ve bir öfkeye kapılmışlar. Öncelikle tüm kardeşlerime gösterdikleri ilgi nedeniyle teşekkür ediyor, onlar için duacı olduğumu bilmelerini istiyorum.

Şunu unutmamalarını istiyorum: Biz hükmün yalnızca ama yalnızca Allah’a (cc) ait olduğuna inanıyoruz. Bu inancımız; kanun koyuculuk anlamındaki teşri’i hükmü Allah’a ispat ettiği gibi, kevni/kaderî anlamdaki tekvinî hükmü de Allah’a ispat ediyor. Yani “Hüküm yalnızca Allah’a aittir.” inancımız, hayatımız/kaderimiz hakkında son sözü söyleyecek olanın da Allah olduğuna inanmamızı gerektiren bir inançtır. Yüce Allah’ın hüküm sahibi olduğunu ifade eden El-Hekîm ismi, hüküm yanında bir anlama daha delalet eder. Söylemek istediğimle yakından alakalı bu anlam hikmettir. O hem hüküm hem de hikmet sahibi olan El-Hekîm’dir. Öyleyse; hakkımızda verdiği bu hükmün mutlaka bir takım hikmetleri olmalıdır.

Biz insanlar, aceleci olmamız hasebiyle, hayır bildiğimizin bir an önce gerçekleşmesini isteriz. Ancak Kur’ân’ın da ifadesiyle “Allah bilir, biz bilmeyiz.”  Yine O’nun (cc) ifadesiyle “Hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır.” olabilir.

Şüpheniz olmasın ki; yaşadığımız bu süreç, bizim için hayırdır. Şu az ilmimiz ve yetersiz hayat tecrübemizle dahi, sürecin sayısız hayrını müşahede ediyoruz. Sadece şunu düşünecek olsanız, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız: Biz bu zulüm sürecinde ne kaybettik, bize zulmeden zalimler ne kaybettiler? Hamdolsun, biz hiçbir şey kaybetmedik. Kazandık… Hem de “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki kazandım.” diyen Harem b. Milhan’ın (ra) yakiniyle kazandık.[1] Ve kazanmaya da devam edeceğiz. Peki, onlar ne kazandı? Allah’ın (cc) lanetini, gazabını, Allah’la arasında hiçbir perde olmayan mazlumun ahını… Siyasi bir kriz, çökmüş bir dış politika, birbirine diş bileyen bir siyaset, “rakamlara yalan söyletme sanatı” istatistikle idare edilen bir iktisat, cinnet hâlinde bir toplum, liderin tebaya, tebanın lidere güvenmediği bir yönetim, yolsuzluk, hırsızlık… Önce çöpe atıldığı söylenen, sonra sahibine iade edileceği açıklanan hakaret mektubu (demek ki çöpü karıştırıp mektubu çöpten çıkardılar)… Kendi halkına karşı gaddar, emperyalist küresel tuğyana karşı “karşılıklı sevgi saygı ilişkisi içinde” nazik bir saray… Bu tabloyu bir daha düşünelim: “Biz ne kazandık, onlar ne kazandılar?” Evet, biz kazandık onlar kaybettiler. Allah’a başkaldırıp meydan okudukları demokrasileriyle ahiretlerini; yaptıkları zulümleriyle dünyalarını kaybettiler… Bu haksızlıklar, hukuksuzluklar, keyfî uygulamalar; bir bumerang gibi sahiplerini vuracak; elbirliğiyle inşa ettikleri adalet (!) enkazının altında kalacaklar. Unutmayın; bugün “vebalı” kabul edilip zindanlara doldurulanlar (ki çoğu mazlum olarak içeridedir), kendilerine zulmeden sistemin mimarıydılar… Nereden nereye… Tarih tekerrürden ibarettir… Bugünkü zulmün mimarlarını da benzer bir akıbet beklemektedir.

Yaşadığımız zulme dinî/itikadi açıdan bakışım budur. Sizlerin de böyle bakmasını isterim. İşin dünyalık kısmına gelince; hamdolsun Allah’a… Başta, sonda, afiyet ve musibet hâlinde hamdolsun O’na (cc). Çoğu kardeşimiz sürecin uzaması ve tecrit hâlinde kalmanın üzerimdeki olumsuz etkisini soruyor. Hamdolsun, şu ana kadar zorlanmadım. Rabbimin rahmeti ve sizlerin de bu rahmeti celbedecek dualarıyla, bundan sonra da zorlanmayacağımı umuyorum. O’nun yardımıyla günlerim verimli geçiyor. Beni insani olarak zorlayan tek şey çocuğumun durumudur. Onun hüznünü, yürek çırpınışlarını, bana dair endişelerini, özlemini, yokluğumun onun hayatında oluşturduğu boşluğu gördükçe zorlanıyorum. Benim ona olan sevgim ve özlemim yeterince ağır bir yük zaten. Bir de onun küçük ve masum dünyasında zindanın ağır etkilerini görünce, omzumdaki yük iyice ağırlaşıyor. Yaz bulutlarının geçici olarak gökyüzünü kapaması gibi ufkum kararıyor. Sonra Rabbimin rahmeti tecelli ediyor ve tevhid güneşi kalbime, zihnime, hücreme… doluyor. Rabbimin bana öğrettikleriyle diyorum ki: “Allah’ım! Şüphesiz ki Sen El-Vedûd’sun; çocuğumu benden daha çok seversin. Sen Er-Rahîm’sin; çocuğuma benden daha merhametlisin. Elbette babasızlık her çocuğu incitir; yüreğinde bir sızı, hayatında hep bir yarım kalmışlık duygusu bırakır. Sen El-Cabbâr’sın; gönül kırıklıklarını cebreder, onarırsın. Sen El-Karib’sin; kuluyla kalbi arasına girer, istediğin kalpte istediğin duyguları yaratırsın. Kalbi kırık tüm çocukları ve kendi çocuğumu kalpleriyle beraber sana emanet ediyorum…” Daha başımı secdeden kaldırmadan veya gözümü semadan indirmeden veya duayla açılmış ellerimi kapatmadan… rahmet diyarının ılık meltemini hücremde hissediyorum. “Nerde kalmıştık?” deyip okumaya, yazmaya, düşünmeye… devam ediyorum. Yüce Allah’a hamdolsun… Bizleri İslam’a hidayet ettiği için, bir imtihan veriyorsa sayısız nimetle ikramda bulunduğu için, sabır ve iradeyle destek olduğu için, imtihanımızı salih amellere muvaffak kılarak kazançlı kıldığı için, her şeyden önemlisi Rabbimiz ve İlahımız olduğu için O’na hamdolsun.

Soru: Superman, Batman, Örümcek Adam vb. batılı figürleri Müslim çocuklar severek takip ediyor. Çocuklarımızın bu durumunda itikadi veya ahlaki açıdan şer’i bir sakınca var mıdır?

 

Müslim bir çocuğun fantastik birer figür olan mezkûr örnekleri sevmesi, ilgi duyması, takip etmesi şer’i olarak birçok açıdan sakıncalıdır. Bu sakıncaları dilim döndüğünce maddeler halinde anlatacağım.

a. İtikadi açıdan sakıncalıdır: Çünkü bu figürlere Allah’a (cc) ait olan sıfatlar yüklenmiştir. Yapılan kurguya göre mezkûr figürler; kimin sıkıntıda olduğunu bilmektedir; ki bu, Allah’ın mutlak ilmine işaret etmektedir. Yine mezkûr figürler sorun ne olursa olsun giderebilmektedir; ki bu, Allah’ın mutlak kudretine işaret etmektedir. İnsanlar her nerede bulunursa bulunsun, yardım çağrısında bulunduklarında mezkûr figürler duymakta, anında o ortama gidebilmekte ve yardım çağrısına icabet etmektedir. Bu, Allah’a yapılan dua ve icabet anında tecelli eden mutlak işitme, şahit olma ve dualara icabet sıfatlarını çağrıştırmaktadır.

Hiç şüphesiz çocukların dünyasında gerçekle kurgu arasındaki sınırlar siliktir. Çoğu çocuk Noel babanın gerçek olduğuna inanıp beklenti içine girdiği gibi, mezkûr figürlerin gerçek olduğuna inanıp beklenti içine girebilmektedir. Allah (cc) hakkında beslemek durumunda olduğu inanç/itikat, bu figürler eliyle varlığını yitirip bozbulanık bir hâl alabilmektedir. Allah muhafaza, Müslim bir çocuğun Rabbinden beklemek durumunda olduğu yardımı, bunlardan beklemesi, ne kadar tehlikeli ve sorunludur!

İtikadi açıdan bir diğer sorun; İslam’a savaş açmış, Batı dünyasını temsil eden figürlere sevgi beslemektir. Zira iman/tevhid ancak Allah için sevip Allah için buğzedince tamamlanır.

“Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için men ederse imanı tamamlamış olur.” [2]

“İmanın en iyi/sağlam kulpu Allah için sevip Allah için buğzetmendir.” [3]

Kaldı ki, Allah sevgisiyle, düşmanlarının sevgisi aynı kalpte bulunmaz.

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir topluluğun -babaları, oğulları, kardeşleri, aşiretleri dahi olsa- Allah ve Resûlü ile sınırlaşan insanlara sevgi beslediğini göremezsin.” [4]

“Şayet Allah’a, Nebi’ye ve ona indirilene inanmış olsalardı onları dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fasıklardır.” [5]

Bir kalbe Allah sevgisi girdi mi O’nun (cc) düşmanlarının sevgisi çıkıp gider. Aynı şekilde Allah düşmanlarına sevgi, Allah sevgisini kalpten söküp atar.

Bazı çocukların mezkûr figürlere ilgisi; sevgi boyutunu aşıp bağımlılık boyutuna ulaşabilmektedir. Bağımlılık, Allah Resûlü’nün (sav) koyduğu ölçüyle; bir şeyi elde edince razı olmak, yokluğu durumunda öfkeye kapılmaktır. Allah Resûlü bu tür bir bağımlılığı, bağlananın bağlandığına kulluğu olarak isimlendirmiştir.[6]

b. Ahlaki açıdan sakıncalıdır: Çünkü ilgi ve sevgiyle takip edilen bir figür, çocuğun “usve-i hasene”si yani örnek aldığı rol modelidir. Mezkûr figürlerin anlatıldığı film/çizgi film/kitap gibi materyaller incelendiğinde, kahramanlık (!) sahneleri dışında, bir yaşam olduğu görülecektir. Söz konusu figürler insanları kurtarmaları (!) dışında, sosyal bir hayat sürmektedir. Rol model olan figürün sosyal hayatı, başından sonuna kadar hududullahı çiğnemek üzere kuruludur. Yani Müslim bir çocuğun sevgi ve ilgiyle takibe aldığı rol modeli, sevimli kahramanı (!) Allah’ın sınırlarını gözetmeyen bir mücrim, bir fasıktır. Sevilenin çekim gücü ve seveni dönüştürerek kendine benzetme özelliğini kabul ediyorsak –ki bu hem şer’i hem de bilimsel bir kabuldür- çocukların bu figürlere yönelik sevgisinin ne tür sorunlara yol açacağı açık olsa gerektir.

c. Siyasi/menheci açıdan sakıncalıdır: Batı dünyası; iktisada siyonist Yahudilerin, siyasete siyonist Hristiyanların hakim olduğu bir dünyadır. Vahyin ısrarlı vurgularından bildiğimiz kadarıyla bu iki zümre; hain tabiatlı [7], yeryüzünde bozgunculuk yapan ve sürekli savaş çıkarmaya uğraşan azgın bir topluluktur. [8] Son bir asırdır bu iki bozguncu zümre, ittifak halinde dünyada bozgunculuk yapıp savaşlar çıkarmaktadır. Birinci ve ikinci dünya (paylaşım) savaşları, Latin Amerika’da yaşanan talan, İslam dünyasının önce askerî sonra siyasi/iktisadi işgali ve son olarak tekrar vekil örgütler eliyle sürdürülen işgali… bu iki zümrenin günah galerisinden yalnızca bazı örneklerdir. Bir taraftan dünyayı işgal edip sömürürken diğer taraftan yaptıkları etkili PR çalışmalarıyla, sömürdükleri toplumları kendilerine âşık hâle getirmişlerdir. Başarılı olmuşlar mıdır? El-Hak, başarılı olmuşlardır… Iraklıların ABD askerlerini alkışlarla karşıladığını; Suriye’deki (asimile olmuş PKK’zede) kürtlerin “Biji Serok Obama” diye ABD askerlerini karşılayıp, ABD işgal ettiği toprakları terk edince sevinecekleri yerde ABD askerlerini taşlamaları; içimizdeki sefih aydınımsıların “Batının ürettiği hümanist değerlerin” olduğuna bizi iknaya çalışması… başarılı olduklarının birer kanıtı değil midir?

Milyonlarca insanı katledip kaynaklarını talan eden onlar… Dünyanın bir yanındaki beyazlar doysun diye dünyanın kalan kısmını açlığa mahkûm eden onlar… Guantanamo’da, Ebu Gureyb’te, Latin Amerika’nın gizli zindanlarında, işkence merkezi yüzen cezaevlerinde insanlık onurunu ayaklar altına alan barbarlar, işkenceci vahşiler onlar… Ancak mustazaflaştırılmış halklar, hâlâ onlara öykünüyor, onların ürettiği kültürle besleniyor, onların topraklarına gidip modern birer köle olmayı umut ediyor. Dahası, onların kendi topraklarına insan hakları, eşitlik, demokrasi getireceğine inanıyor!

İnsanın okurken yorulduğu, düşünüp yazarken fikir çilesi çektiği bu manzara nasıl oluyor? Evet, çünkü eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek için ürettikleri yazılı/görsel içerikler, bir sihir gibi mustazafların gözünü boyuyor… Çocukluktan etki altına aldıkları kalplere batılıların güçlü, kahraman, yardımsever… insanlar olduğunu ve asla yenilmeyeceklerini, onlara savaş açanın kaybetmeye mahkûm olduğunu aşılıyorlar.

Şimdi şu soruyu sormamız gerekiyor: Batılılar İslam âlemini işgal etmişse; görünen ve görünmeyen zindanlarda muvahhidlere ve mazlum mustazaflara taciz, tecavüz ve işkenceyle zulmediyorsa; tevhid inancı yayılmasın diye tevhidî âlimlere ve muvahhid davetçilere savaş açmışsa; bölgemizin kaynaklarını talan edip başımıza atadıkları sömürge valisi maraba yöneticilerle onurumuzu ayaklar altına alıyorsa… biz ne yapıyoruz? Çocuklarımızın Batı dünyasının ürettiği kahramanları (!) sevmesi, ilgiyle takip etmesi ne anlama geliyor? Şu mesajı mı veriyoruz çocuklara: Bize ait kahramanlar yok, yalnızca Batı’dan kahraman çıkar?! Şunu mu öğretiyoruz: Batılılarla mücadele edemeyiz; onların süper güçleri olan, insanüstü, ilahi vasıflara (!) sahip kahramanları var?!

Sonuç olarak: Çocuklarımızın Batı dünyasının ürettiği insanüstü kahramanları sevmesi itikadi, ahlaki, siyasi/menhecî olarak sakıncalıdır. Elbette kalem kaldırıldığı için sorumlu/mükellef olmayan çocuk, bu sapkınlıktan şer’an mesul değildir. Şer’i mesuliyet ebeveyne aittir. Şayet önlem almazsak; kısa vadede biz ebeveynler, uzun vadede çocuklarımız, yaygın bir maraz olan bu ifsadın dünya ve ahirette mağduru olacaktır. Allah’a (cc) sığınırız.

Soru: Hocam! İş yoğunluğu nedeniyle ibadetlerinde gevşek davranan ve İslami çalışmalardan uzak kalanlara nasihat eder misiniz?

 

Yüce Allah alışverişi/ticareti helal kılmış, kullarını çalışmaya ve rızıklarını temin etmeye teşvik etmiştir.

“… Allah alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır…” [9]

“… Rızkı Allah’ın yanında arayın. O’na ibadet edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz.” [10]

Rızık temini için çabalamak ve bir iş tutmak, bir ibadettir. Zira bu; yüce Allah’ın Er-Rezzâk ismiyle O’na kulluk etmek, O’nun (cc) fazilet ve lütfunu temenni etmektir. Bu sebeple en hayırlı rızık, kişinin el emeğiyle kazandığı rızıktır.

“Hiç kimse eliyle kazandığından daha hayırlı bir yiyecek yememiştir. Allah’ın nebisi Davud da el emeğiyle kazandığını yerdi.” [11]

Hâliyle; çalışan ve ehlinin rızkını temin eden her kardeşimiz, Davud’u (as) takip eden, ibadet hâlinde bir kardeşimizdir. Ancak kardeşlerimiz bilmelidir ki; her ibadetin bir afeti olduğu gibi, rızık temin etme ibadetinin de afetleri vardır. Bu afetler o kadar tehlikelidir ki bir ibadete bulaştığında onu ibadet olmaktan çıkarır, birer isyan hâline dönüştürürler.

Çalışma ibadetini ifsad eden afetlerden biri; çalışma hayatının zikri, namazı, zekâtı yani kulluğu unutturmasıdır.

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız, sizi Allah’ı zikretmekten alıkoymasın. Kim de bunu yaparsa işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Sizden birine ölüm gelip de: ‘Rabbim! Beni yakın bir zamana erteleseydin de sadaka verseydim ve salihlerden olsaydım.’ demeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Allah, eceli gelmiş olan hiçbir kimsenin (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” [12]

Çalışmak bir mümine kulluğunu unutturuyorsa, çalışmak onun için fitne olmuş demektir. Bu durumdan kurtulmak için, mutlaka bir çare düşünülmelidir. Kulluğuyla işi arasında denge kuramazsa, muhtemelen işi onun felaketi olacak; ayette de belirtildiği gibi, onun için hüsrana ve pişmanlığa sebebiyet verecektir.

Çoğu insanın düşündüğü gibi iş hayatıyla kulluk arasında denge kurmak hiç de zor değildir. Allah Resûlü’nün (sav)ashabı bu dengeyi en güzel şekilde kurmuş, Rablerinin övgüsüne mazhar olmuşlardır.

“(O nur) Allah’ın yüceltilmesine ve içerisinde Allah’ın adının anılmasına izin verdiği evlerde (mescitlerdedir). Orada gece ve gündüz O’nu tesbih ederler. Onlar, ticaretin ve alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymadığı adamlardır. Kalplerin ve gözlerin (dehşetten) ters döndüğü bir günden korkarlar. 
Allah’ın onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandırması ve lütfundan kendilerine fazlasını vermesi için (O’nu tesbih eder, namazı kılar, zekâtı verir, ticaret ve alışverişin kendilerini esir almasına müsaade etmezler). Allah, dilediğini hesapsız/sınırsız rızıklandırandır.” [13]

Çalışan kardeşlerimiz bu ayet üzerinde çokça tefekkür etmelidir. Çünkü ayet, bir yandan ashabı (ve onlara benzeyen tüm müminleri) överken, öte yandan bu seviyeye ulaşmanın yolunu da göstermiştir. Bu yol ikidir:

1. Allah’ın nurunun olduğu evlerde/mescidlerde gece gündüz Allah’ı (cc) tesbih etmek! Burada mescid vurgusuna dikkat edilmelidir. Neden Allah’ı tesbih etmek işyerinde değil de mescidde olmalıdır? Çünkü mescid Allah’ın en sevdiği yerdir ve mescidin, nefisleri arındıran, kalpleri rahmet ve sükûnetle dolduran bir etkisi vardır. Mescidlerde Allah’ı çokça zikretmek, mümini ticaret hayatının olumsuzluklarından koruyan bir etkiye sahiptir.

2. Kalplerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği günden korkmak! Demek ki ahiret şuuru, koruyucu bir kalkan gibi kişiyi ticaretin olumsuz etkilerinden korur. Bu nedenle tüccar kardeşlerimiz çokça ahireti hatırlamalı, çokça ahiret ayetlerini okumalı, çokça ahiret hayatını tefekkür etmelidir.

Bu iki özellik sahabe toplumunu ticaret hayatının olumsuz etkilerinden korumuştur. Şüphemiz olmasın ki mescidlerde Allah’ı tesbih ve ahiret şuuruyla yaşamak bizleri de koruyacaktır.

Çalışma ibadetini ifsad eden afetlerden bir diğeri; ticaret nedeniyle İslami çalışmalardan uzak durmaktır. İslami çalışmalardan kastım; dinimizi öğrendiğimiz ilmî dersler, insanları Allah’a davet ettiğimiz davet çalışmaları, çalışmanın sürekliliği için yapılan maddi manevi faaliyetler ve İslam için verilen mücadeledir.

“Ey iman edenler! Şüphesiz ki (sizi Allah’a ve Resûlü’ne hicret etmekten alıkoyan) kadınlarınız ve çocuklarınız, sizin için birer düşmandır. Onlardan sakının. (Ancak) affeder, hoş görür ve bağışlarsanız şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. Mallarınız ve evlatlarınız ancak birer fitnedir. Allah ise katında en büyük mükâfat olandır. Allah’tan gücünüz yettiğince korkup sakının. İşitin, itaat edin. Kendinize hayır olarak infakta bulunun. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridirler.” [14]

Bir aile reisinin yumuşak karnı ailesidir. Çoğu zaman ailesinin rızkını temin etmek için kendisini unutur. Dinini öğrenmekten, Allah’a ve Resûl’üne hicretten, İslam için mücadele etmekten geri kalır. Böylece farkında olmadan ailesini düşman edinip onları kendisi için fitne hâline getirir. Çünkü; yarın Allah’ın (cc) huzuruna vardığında ve kendisine ihmal ettiği sorumluluklar sorulduğunda, verecek cevabı olmayacaktır. Başına gelen musibetin aile sebebiyle olduğunu düşünecek, ailesini düşman bilecektir.

Müslim, Allah’tan korkmalı; ailesi ya da başka bir şey için sorumlu olduğu İslami çalışmalardan geri kalmamalıdır. Rabbinin çağrısına icabet etmeli, [15] dinini öğrenmeli, insanları hayra çağırmalı ve İslami mücadeleye aktif olarak katılmalıdır.

Bazı insanlar İslami çalışmalarla çalışma hayatının bir arada yürütülemeyeceğini düşünür. Oysa bu, fakirlikle korkutan şeytanın vesveselerindendir.

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur…” [16]

Kişi hem rızkını temin edip hem de İslami çalışmalara rahatlıkla iştirak edebilir. Allah’tan korkar ve çözüm arayışı içine girerse, mutlaka Rabbi ona bir çıkış yolu gösterir. Örnek olsun; Allah Resûlü’nün ashabı nöbetleşerek çalışma hayatı ve İslami faaliyetler arasında denge kurardı. Ömer (ra) ve komşusu olan Ataban bin Malik nöbetleşe mescide giderdi. Biri çalışır, öteki mescide gider dinini öğrenirdi. Akşam olunca biri mescidden ötekisi işten döner ve bilgi alışverişinde bulunurlardı. Bir sonraki gün yer değiştirir, nöbetleşerek ilim ve çalışma hayatını dengelerlerdi.[17]

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Her gün çalıştığı hâlde geçinmekte zorlanan bir Müslim, İslami çalışmalar nedeniyle daha az çalışırsa nasıl geçinecektir?

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; dünyalık rızık için ahiretini ihmal eden “az” kazanmaz. Bilakis “çok” ama bereketsiz bir kazancı olur.

Aslında kazandığı ona ve ehline yetecekken, ahireti ihmalin bir cezası olarak bereket çekilir. Karınlar doyar, ama gözler doymaz… Lakin insan ahireti için dünyayı ihmal ederse, “az” kazansa da bereketli bir kazancı olur. Allah (cc)onları kanaat ve şükür ehli kılar. Bu söylediklerimin delili Allah Resûlü’nün (sav) şu hadisidir:

“Kimin kaygısı ahiret olursa Allah onun zenginliğini kalbinde kılar, iki yakasını bir araya getirir ve dünya ona boyun eğerek gelir. Her kimin kaygısı da dünya olursa Allah, onun fakirliğini iki gözü arasında kılar ve iki yakası bir araya gelmez perişan olur, zaten kendisine  de takdir edilen şey gelir fazlası gelmez.” [18] 

“Allah şöyle buyurur: ‘Ey Âdemoğlu her durumda kendini bana ibadete ver ki; gönlünü zenginlikle doldurup ihtiyacını gidereyim fakat böyle yapmazsan ellerini meşguliyetle doldurur ihtiyaçlarını da kapatmam.’ ” [19]

Çalışan kardeşimiz bilmelidir ki hiçbir şey Allah’tan ve O’nun (cc) dininden daha değerli değildir. Allah’ı ve dinini ihmal etmemize sebep olan her şey; hesap günü yüzümüzü kızartacak bir utanç ve bizi azaba sürükleyen bir pişmanlık olacaktır. Dünyaya gelince; ne kadar çalışırsak çalışalım, rızkımızın miktarı değişmez. Zira rızık ezelde takdir edilmiştir… Çalışma süremiz, ezelî takdiri değiştirmeyeceğinden normalin çok üstünde çalışarak zengin olmayız. Sadece ihmallerimiz nedeniyle kazancın bereketinden, evde huzurdan mahrum oluruz. Öyleyse ahiretimizi ve dünyamızı ifsad eden dengesiz çalışma ahlakından vazgeçmeli, çalışma hayatını bir denge üzerine kurmalıyız.

Umuyorum Rabbim bizleri dünya ile ahiret, madde ile mana ve ruh ile beden arasında denge kurmaya muvaffak kılar.

Selam ve dua ile…

 

[1] .Bk. Buhari, 4091; Müslim, 677

[2] .Ebu Davud, 4681

[3] .Ahmed, 18524

[4] .58/Mücadele, 22

[5] .5/Mâide, 81

[6] .”Dinarın kulu helak olsun, dirhemin kulu helak olsun, kumaşın kulu helak olsun… Kendisine ondan verilince razı olur, verilmediğinde kızar. Helak olsun ve baş aşağı çevrilsin. Ayağına diken batsa çıkaracak kimse bulamasın…” (Buhari, 2887)

[7] .5/Mâide, 13

[8] .5/Mâide, 64

[9] .2/Bakara, 275

[10] .29/Ankebût, 17

[11] .Buhari, 2072

[12] .63/Münafikûn, 9-11

[13] .24/Nûr, 36-38

[14] .64/Teğabûn, 14-16

[15] .”Ey iman edenler! Siz Allah’a yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (47/Muhammed, 7)
“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Meryem oğlu İsa’nın, Havarilere: ‘Allah’a (giden yolda) benim yardımcılarım kimlerdir?’ demesi gibi. Havariler dediler ki: ‘Bizler, Allah’ın (dininin) yardımcılarıyız.’ İsrailoğullarından bir grup iman etti, bir grup da kâfir oldu. Biz, iman edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler.” (61/Saff, 14)

[16] .2/Bakara, 268

[17] .Bk. Buhari, 89; Müslim, 1479

[18] .Tirmizi, 2465

[19].Tirmizi, 2466

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver