Murabıtlar Devleti: Yusuf b. Taşfin Dönemi

 

Allah’a hamd olsun. O’na şükreder, O’ndan yardım ister ve O’nun bağışlamasını dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden O’na sığınırız. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve Rasûlü’dür.

Yusuf b. Taşfin dönemi

Abdullah bin Yasin’n kuşkusuz en büyük başarısı, Yusuf b. Taşfin gibi birisini keşfedip, yetiştirip İslam’ın hizmetine sunmasıdır.

Yusuf bin Taşfin’in Kişiliği

O, verdiği sözlere bağlılığı ve yaptığı anlaşmalara uymasıyla tanınırdı. Dünyalık hırslardan son derece uzak bir insandı. Bu duruma şöyle bir örnek verebiliriz; Ebu Bekir bin Ömer sahradan geri döndüğünde gördü ki Yusuf bin Taşfin birçok bölgeyi fethetmiş ve hatırı sayılır miktarda ganimet elde etmişti. İşte o, bu ganimet mallarına hiç tamah etmeyip Ebu Bekir bin Ömer’e teslim etmişti. Tek gayesi, dinin yüceltilmesi ve Müslümanların birliğine engel olan unsurların ortadan kaldırılmasıydı. Yusuf bin Taşfin, bu hedef doğrultusunda çalışmış ve Endülüs’teki dağınıklığa son verip ümmetin birliğini sağlamayı başarmıştır. Halkın işlerini doğrudan kontrol etmeyi âdet hâline getirmişti. İnsanları dinliyor, ancak kendi başına hüküm vermiyordu. Bu sorunları ulemaya sunuyor, oradan çıkan şer’i hükümlere göre hüküm veriyordu. Valilerini takip ediyor, onları görev yerlerinde ziyaret ediyordu, görevlerini hakkıyla yerine getirmeyenleri de görevden alma hususunda hiç tereddüt etmiyordu.

Miladi 1056 yılında çok büyük bir savaş gerçekleşti. Yusuf bin Taşfin bu savaşta saldırı kuvvetlerinin komutanıydı ve bu savaşta bütün hünerlerini ortaya koydu. Kesin bir zaferle Sicilmase şehrinin fethedilmesinde öncü bir rol oynadı. Bu savaşta gösterdiği üstün başarı nedeni ile bütün dikkatleri üzerine topladı. Tabi bu durum, Emir Ebu Bekir bin Ömer’in gözünden de kaçmadı, onu kazandığı bu zafer sebebi ile kutladı ve fethedilen yeni bölgede onu vali olarak atadı. Yusuf b. Taşfin, kendisine verilen valilik görevinde de boş durmayıp şehirde yaptığı yeni uygulamalarla halkın gönlünde taht kurdu ve kendisini sevdirmeyi başardı. Böylece idare alanındaki mahareti de ortaya çıkmış oldu. Tabi o, bu görevi yaparken bir yandan da fetih çalışmalarını sürdürüyordu, ordusunu toplayıp Cezule bölgesine büyük bir saldırı başlattı ve sonuçta kesin bir zafer elde edip Cezule bölgesini kendine bağladı.

Ebu Bekir bin Ömer, sahradan döndüğünde, gördüğü manzara karşısında çok etkilendi, baktı ki yeni bölgeler fethedilmiş, halkın kendisinden razı olduğu bir yönetim oluşmuştu. O da kendisine düşeni yaptı; Ehli Hal vel Akdi toplayıp kendisinden sonra siyasi liderliği Yusuf bin Taşfin’e vermek istediğini söyledi ve bunun nedeninin de Yusuf b. Taşfin’in dinine bağlı, faziletli, cesur, kararlı, adil, takvalı ve keskin bakışlı bir kişi olduğunu belirtti.

Ebu Bekir bin Ömer, ordunun yarısını amcasının oğlu Yusuf bin Taşfin’e verdi. Kendisinde kalan askerlerle güneye yöneldi. Davet, cihad ve ıslah çalışmalarını sürdürdü. Şehid olana kadar fetihlerine devam etti. Onun ardından siyasi ve dinî önderlik vazifesini Yusuf bin Taşfin üstlenmiş oldu. Böylece Murabıtlar’da hem dinî hem de siyasi önderlik bir şahısta birleştirilmiş oldu.

Murabıtlar’da Askerî Taktik ve Başarının Sebepleri

Yusuf bin Taşfin, kendisine verilen siyasi ve dinî önderlikten sonra büyük bir ordu hazırladı, halkını zulüm, baskı ve hurafelerle Kuzeybatı Mağrib’i yöneten Zenatilerin elinden almak için sefere çıktı. Fakat onlarla çarpışmadan önce farklı bir taktik uyguladı. Kendisine gelen istihbari bilgiler doğrultusunda Zenatiler içerisindeki komutanlar arasında siyasi anlaşmazlıkların olduğunu tespit etti. Yusuf bin Taşfin, bunu fırsat bilip bu durumdan yararlanmak için hemen harekete geçti. Diğerleriyle savaşmak için bazı komutanlarla anlaşma yaptı. Bütün bu hazırlıklar sonucunda Hicri 455 senesinde savaş yapılmaksızın Fas şehrine girmeyi başardı. Yusuf bin Taşfin, Mağrib-i Aksa’yı egemenliği altına almakla yetinmeyip, Mağrib’in tarihinde en büyük ilk devlet olan Murabıtlar Devleti’ni kurdu. Şöyle ki; Ülkesinin sınırlarını güneyde Sudan, kuzeyde Pirene dağları, batıda Atlas Okyanusu, doğuda ise Tunus’a ulaştırdı.

Yusuf bin Taşfin, özel bir ordu kurmuştu. Özel ordudaki askerler, farklı vilayetlerde bulunan cesur savaşçılar arasından seçilmekteydi. Güçlü, heybetli, ileri derecede cesur, kuvvetli ve parlak fikirli olmak; bu kişilerin seçiminde kulanılan ölçütlerdi. İki bin kişilik özel ordu kurdu. Yusuf bin Taşfin, askerlerini Mağriblilerin, Endülüslülerin ve Hristiyanların bildikleri bütün savaş araçlarıyla donattı. Her bir grubun silahı, orduda bulunduğu konuma ve göreve uygundu. Öncü piyade birliklerinin silahları, uzun sopa ve kalkandı.

İbni Taşfin, başlangıçta el silahları kullanıyor ve develerle savaşıyorlardı. El silahları ve develerle yapılan savaşlar çöl şartlarına uygundu. Lakin şehirlerde yapılan savaşlarda ve kale kuşatmasında şartlara uygun yeni silahların kullanılması gerekiyordu. Bu sebeple Yusuf bin Taşfin, araştırma yöntemini askerî usul olarak kullanmaya karar verdi. Bu usulün temelinde, şehirlerin kuşatılması fikrinden uzaklaşılarak savaş için orduların farklı bögelere gönderilmesi bulunur. Yusuf bin Taşfin, şehir kuşatmasının ağır sonuçlar getirdiğini tecrübeler neticesinde bildiği için şehir kuşatmalarına girmez, şehirden uzak yerlerde savaşmayı tercih ederdi. Çünkü şehir kuşatmaları, bazen çok uzun sürebiliyordu, bu da hâliyle askerler üzerinde moral bozukluğu, yiyecek içecek sıkıntısı oluşturuyordu; bunlara hava şartlarının bozukluğu da eklenince, sıkıntı biraz daha artıyordu. Bu ve benzeri olumsuzluklar nedeni ile şehir kuşatmaları düşünülmüyordu. Denilebilir ki Yusuf bin Taşfin, şehir kuşatmalarına karşıydı. Bu, aslında büyük bir savaş stratejisidir.

Endülüs’ün Yusuf bin Taşfin’i Yardıma Çağırması

Hristiyanlar, iç çekişmelerini bir kenara bırakıp, bir bütünlük oluşturdular. Büyük bir ordu kurup, Alfonso liderliğinde Tuleytıla’yı Müslümanların ellerinden almayı başardılar. Alfonso, Tuleytıla’yı ele geçirdikten sonra Müslümanların diğer beldelerini de alabileceğini düşünmeye başladı. Bu durum, Müslümanları korkutup çareler bulmaya itti. Nihayetinde Mutemid b. Abbad liderliğinde Endülüs’ün dinî ve siyasi liderleri, şehirlerini korumak için nelerin yapılması gerektiği konusunda istişare etmek üzere bir araya geldiler. Yapılan istişarenin ardından Murabıtlar’dan yardım istenmesi konusunda görüş birliğine vardılar.

Hicri 479 yılının Cemaziyel Evvel ayında İşbiliye’den Yusuf bin Taşfin’e bir mektupla yardım istendi. Yusuf bin Taşfin, istişare grubunu toplar ve şu tarihi konuşmayı yapar: ‘Bu dinin yardımına ilk koşan ben olacağım. Bu işi hiç kabul eden olmasa bile, yalnız başıma gelirim.’ Nihayetinde durum değerlendirmesi yaptıktan sonra din kardeşlerine yardım kararı çıktı. Sevabını Allah’tan umarak cihad hazırlıklarına başladı. Askerin toplanması için bir süre Merakeş’te kalan Yusuf b. Taşfin, yedi bin süvari ve büyük rakamlara ulaşan piyadeden oluşan ordusunun başında yüz gemilik donanmasıyla Septe’den Endülüs’e geçti. Artık kibirli Alfonso ve ordusuyla savaşacak büyük bir ordu vardı.

Zelleka Savaşı

Yusuf bin Taşfin, Endülüs’te Hristiyan Alfonso’nun ordusuyla karşılaştığında yetmiş dokuz yaşında ordusunun başında savaşıyordu. Müslüman din adamları ve âlimler, askerleri cesaretlendiriyorlar ve din düşmanlarına karşı yapmış oldukları bu büyük savaşta sabretmeleri için manevi destek veriyorlardı. Murabıtlar’da hem liderler hem de âlimler, tebliğde öncü oldukları gibi, harp meydanlarında da öncü idiler. Sözleri ve pratikleri birbirilerini doğrular mahiyette idi. Onların ortaya koydukları bu pratik, askerlerin ruh hâllerini güçlendiriyor, kendi davalarına daha da sadık olmalarını sağlıyordu. Zor ve sıkıntılı anlarda âlimler, mücahidlerin saflarını dolaşır, sabır sebat telkin ederlerdi ve düşmanla kahramanca çarpışırlardı.

Yusuf bin Taşfin, Sudan’da bulunan özel ordusunu savaş meydanına getirince alan, kan gölüne döndü. Dört bin piyade; kalkan, kılıç ve Hint mızraklarıyla savaş meydanındaydı. Kibirli Alfonso ve ordusu, gördükleri bu muazzam ordu karşısında kalplerine korku girmiş ve ne yapacaklarına şaşırmış durumdaydılar. Artık savaş başlamıştı. Ancak biraz direnebildiler. Bu savaşın sonucunda kibirli Alfonso’nun ordusu bozguna uğramış, çok az sayıda kişi kaçarak kurtulabilmişti. Bu kaçanların içinde yaralı bir şekilde kaçıp kurtulan kibirli Alfonso da vardı. Tabii, kibrin yerine korku almış bir şekilde. Bu savaşta öldürülen o kadar çok Hristiyan vardı ki mücahidler, kesilen Hristiyanların başlarından kocaman bir minare yaptılar. Ayrıca bu savaşta birçok âlim ve fakih de şehid olmuştur.

Böylece, Murabıt hükümdarı Yusuf b. Taşfin, cihad çağrısına uyarak, tarihin kesin neticeli savaşlarından sayılan bu büyük Zellaka zaferini kazanmış oldu. İslam’ın Endülüs’te dört asır daha kuvvet ve üstünlüğünü korumasını garantiledi.

J. Aschback, bu zafer hakkında şu yorumu yapmıştır:

‘Eğer Yusuf b. Taşfin, Zellaka zaferinin neticesini değerlendirebilmiş olsaydı, muhakkak ki Avrupa, bugün Müslüman olurdu. Moskova, Berlin, Londra ve Paris üniversitelerinde Kur’an okutulduğunu görürdük.’ (Tarihu’l Endülüs fi Ahdi’l-Murabitin ve’l Muvahhidin)

 Murabıtlar Devleti’nde tatbik edilen bazı askerî taktikleri şöyle sıralıyabiliriz:

a. Herhangi bir dış tehlikeye karşı korunmak maksadıyla şehrin etrafına hendekler kazılabilir.

b. Savaş öncesinde, yeterli vakit oluşturularak, ordu savaş için düzenlenmelidir. Bu bağlamda hazırlıklar gözden geçirilmeli, böylece düşmanı aldatma yoluyla, saldırısının önüne geçilmelidir.

c. Düşmanın adımlarına bağlı olarak planlama yapmak zorunludur.

d. Su ihtiyacı olduğunda savaşa girişilmemesi gerekir. Çünkü bu, ordunun helake sürüklenmesi demektir.

e. Anlık durumlara hazırlıklı olmak gerekir. Düşmanla savaşırken öne atılmanın gerekli olmasının yanı sıra dikkatli olmak da icap eder.

Muarabıtlar’da Ayırıcı Özellik

Murabıtlar, Allah’ın dinini öncelikle kendilerine ve askerlerine tatbik edip sonra da fethettikleri topraklarda halka tatbik ederlerdi. Bu, içlerinde âlimlerin ve fakihlerin bulunmasından ileri gelmekteydi. Onlar aşamalı olarak ilerlediler. Allah’ın hükümlerini hayatın bütün alanlarına hâkim kıldılar. Bundan dolayı yüce Allah onları bulundukları yerde sağlamlaştırmış, kendilerine güç ve otorite vermiştir. Allah subhanehu ve teâlâ kendi dinine yardım edene, yardım edeceğini vadetmiştir.

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vadetmiştir; Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.” (24/Nur, 55)

Endülüs beylikleri, ikinci defa gelip Yusuf bin Taşfin’den yardım talebinde bulunduğunda, bu talebi kabul edip tekrardan Endülüs’e yardıma gitti. Bu defa farklı bir strateji uygulayıp bütün beylik yöneticilerinden savaşa iştirak etmelerini istedi. Beylikler, bu talebe olumlu cevap verip savaşa katıldılar. Böylece Yusuf bin Taşfin büyük bir orduyla, Hristiyan Alfonso birliklerini kuşatma altına aldı. Lakin çok kısa bir sürede beylikler arasında uyuşmazlık çıktı. Ve en önemlisi anlaştığı bazı beylikler, kendisine ihanet edip Müslümanlarla savaşmak için Hristiyanlarla anlaştılar. Artık durum da hiç iyiye gitmiyordu. Bu hain ve birbirlerine buğz eden toplulukla yol yürünemeyeceği, gün gibi aşikârdı. Hemen bir karar vermeliydi. Yusuf bin Taşfin hemen kuşatmayı durdurup geri çekildi ve geri Mağrib’e döndü.

‘İslam davetçilerinin keskin bakışlı olmaları gerekir. Onlar şüpheye düşmeden hzlı bir şekilde kesin kararlar alabilmelidirler. Çünkü İslam davetçisi, Allah’ın nuruyla bakar. Allah’ın nuru bir kalpte yer edince, o insanda keskin bakış ortaya çıkar.’

Yusuf bin Taşfin, Endülüs beyliklerinin idare için uygun olmadıklarını ve cihad konusunda kendilerine güvenilemeyeceğni düşündü. Yusuf bin Taşfin, Hicri 482 senesinde Mağrib’e döndüğünde, fakihleri ve önde gelen komutanlarını toplayıp durum değerlendirmesi yaptı. Fakihler, Endülüs’ün Murabıtlar Devleti’ne katılması yönünde fetva verdiler. Yusuf bin Taşfin, vakit geçirmeden Abbasi halifesine bu durumu bildirdi. Ondan da ‘Olur’ cevabı aldı, sonra uzak beldelerdeki âlimlerden olan İmam Gazali ve benzerlerinden de Endülüs’ün Murabıtlar Devleti’ne katılması yönünde fetvalar aldı.

Yusuf bin Taşfin bu manevi gücü de arkasına aldıktan sonra hemen Endülüs üzerine yürüdü. Kimi beylikler, kendi rızalarıyla Murabıtlar Devleti’ne katılmayı kabul etti kimi beylikler de ayak diretip savaşa durdular. Daha önce Yusuf bin Taşfin’i yardıma çağıran El-Mutemid bin Abbad gibileri de Hristiyanlarla bir olup savaşıp yenildiler. Böylece Müslüman İspanya, 487 tarihinde yeni kurulmuş olan Murabıtlar Devleti’nin hâkimiyetine girmiş oldu. Yusuf bin Taşfin, devlet güvenliği için on yedi bin askerin Endülüs’ün belirlenen bölgelerinde, diğerlerinin Müslümanların yerleşim alanlarında, sığınaklarda ve düşmanı gözetlemek için kalelerde görevlendirilmesi gibi bazı tedbirler aldı.

Yusuf bin Taşfin, Endülüs’ü Murabıtlar Devleti’ne bağladıktan sonra Mağrib’e dönmeden önce oğlu Ali’ye Endülüs’te yapılması gerekenleri anlattı. Buna göre bütün idarecileri, yargıçları, şehirlerin ve kalelerin yöneticilerini Lemtune kabilesine mensup Murabıtlar’dan seçmesini istemiştir. Bol ücretle, Murabıtlar’dan bir ordunun devamlı olarak Endülüs’te kalmasını istedi. Devlet hesabından doyurulan on yedi bin süvari, şehri koruyacaktı. Böylece en güzel biçimde sınır boylarında Hristiyanlarla mücadele edilecekti. Görevli askerler, Hristiyanlarla savaşma konusunda son derece bilgili ve tecrübeliydiler. Murabıtlar Devleti, Yusuf b. Taşfin döneminin sonlarına kadar genel anlamda Abdullah bin Yasin’in belirlemiş olduğu esaslar üzerinde hareket etmişlerdir. Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi şayet bir bölgede emirlik ya da herhangi bir görev verilmesi icap ettiğinde dışarıdan ısmarlama kişileri emir yapmıyorlar, kendi yetiştirdikleri emin oldukları kişileri emir yapıyorlardı.

Hicri 496 tarihinde Yusuf bin Taşfin, Kurtuba’ya gitti. Artık yaşı bir hayli ilerlemiş, devlet idaresinde aksaklıklar göstermeye başlamıştı, devlet ricalini, Lemtune yöneticilerini, bölgenin itibarlı kişilerini, âlimleri, fakihleri ve hâkimleri toplayarak, oğlu Ali’nin veliaht olarak görevlendirildiği yazıyı okudu. Orada hazır bulunanlara oğlu Ali’yi niçin veliaht olarak atadığının sebeplerini bir bir anlattı ve oradakilerden bağlılık sözü aldı. Oradakiler bağlılık sözü verip itaat edeceklerine dair yemin ettiler. Yusuf bin Taşfin, kendisinden sonra oluşacak idareye yapılması gerekenleri kısaca şöyle anlattı; İmam Abdullah bin Yasin’in davet ettiği ilkelere sımsıkı sarılmalarının gereklerini anlattı. Buna göre belirtilen şartlar, İslam düşmanlarına karşı cihad etmek, fakihlere, âlimlere ve hâkimlere saygı göstermek, halk arasında adaleti gerçekleştirmek için çalışmaktı.

Sonra Yusuf bin Taşfin Mağrib’e döndü, ölümünden önce, son hastalığına yakalanmıştı. Bu hastalık, yaklaşık iki yıl iki ay sürdü. Allah’ın subhanehu ve teâlâ dinini yüceltmek ve O’nun yolunda cihadla geçen uzun bir ömrün -yüz yılın- ardından ölüm vakti gelmişti. Büyük komutan Yusuf bin Taşfin, hicretin 500. yılında Rabbine kavuştu.

“Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” duamız ile…

Kaynakça

Murabıtlar Devleti,
Prof. Ali Muhammed Sallabi

İslam Tarihi,
Prof. Dr. H. İbrahim Hasan

İslam Tarihi,
Mahmut Şakir

Mağrip Medeniyetinin Zirvesi,
Dr. Adnan Adıgüzel

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver