Kıblenin Değişme Hadisesi 3

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam O’nun Resûl’üne olsun.

Hicretin 2. senesinde yaşanan önemli olaylardan birisi de kıblenin değişmesi hadisesi idi. Bu emir ile beraber Medine’deki tüm fitne odakları bir anda harekete geçtiler ve kafa karıştırıcı propagandalara başladılar. Bunun üzerine Allah (cc) Bakara Suresi’nin 142-150. ayetlerini indirdi. Geçmiş yazılarımızda 144. ayete kadar incelemiştik. Bu yazımızda da geri kalan ayetleri incelemeye çalışacağız.[1]

“Andolsun ki (kendilerine Kitap verilenlere) tüm delilleri de getirsen (yine de) senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. (Hakikat şu ki) onlar da birbirlerinin kıblesine uymuyorlar. Andolsun ki sana gelen ilimden sonra onların hevalarına/arzularına uyacak olursan kesinlikle zalimlerden olursun.” [2]

Allah Resûlü (sav) Ehl-i Kitap’ın iman etmesini çok istiyordu. Özellikle kitaplarında kendi sıfatlarından bahsedilmesi iman beklentisini daha da artırmıştı. Peygamber, Mescid-i Aksa’ya yönelirken Kâbe’ye dönme isteği olmakla beraber, Mescid-i Aksa’yı kıble edinmesi nedeniyle Ehl-i Kitap ile arasında bir ülfet olacağını düşünüyordu. Allah’ın (cc) kıble emri gelince hem çok sevindi hem de umut ettiği ülfet ihtimali ortadan kalktığı için üzüldü. Bunun üzerine Allah, Peygamber’ine Ehl-i Kitap’ın iman etmemesinin asıl sebebini zikrederek teselli verdi.

Delil getirerek şüphe ehlini ikna etmek mümkündür. Ancak Ehl-i Kitap şüphe etmiyordu. İnat ediyordu. Kıskançlıkları ve hasetleri nedeniyle Peygamber’e (sav) iman etmiyorlardı. Onlara ve onlar gibilere yapabilecek herhangi bir şey yoktur.

İlim Ehlinin İki Fitnesi: Sultanlar ve Kalabalıklar

Allah (cc) Peygamber’ine (sav) “Andolsun ki sana gelen ilimden sonra onların hevalarına/arzularına uyacak olursan kesinlikle zalimlerden olursun” hitabını yöneltiyor. Aslında hitap Peygamber’e olmakla beraber asıl itibari ile İslam ümmetinedir. Çünkü Allah Resûlü’nün böyle bir meylinin olması mümkün değildir.

Öyleyse mümin, elindeki hakka tabi olmalı, zandan ibaret olan heva ve heveslerin etkisi altına girmemelidir. Aksi hâlde Kur’ân’da en çirkin şekilde vasıflandırılan kişilerin sınıfından olması an meselesi hâline gelir:

“Onlara, ayetlerimizi verdiğimiz kişinin durumunu anlat. O, ayetlerimizden sıyrılmış, (derken) şeytan onu kendisine uydurmuş ve (bütün bunların neticesinde) azgınlardan olmuştu. Şayet biz isteseydik onu (kendisine verdiğimiz ilim ve deliller sayesinde) yüceltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevasına/arzusuna uydu. Onun misali, üzerine gitsen de dili dışarıda soluyan kendi hâline terk etsen de dili dışarıda soluyan köpek gibidir. Bu, ayetlerimizi yalanlayan topluluğun misalidir. İyice düşünsünler diye kıssaları anlat.” [3]

“Tevrat’la yükümlü kılındıkları hâlde onun gereklerini yerine getirmeyenlerin misali, koca koca kitapları yüklenen (fakat içinde yazanları anlamayan ve/veya yaşamayan) eşeğin misali gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan bir topluluğun misali ne kötüdür. Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez.” [4]

Cahil birisinin zanna tabi olması kötüdür. Ancak ilim ehlinin böyle davranması kelimelerle ifade edilemeyecek kadar çirkin bir davranıştır.

Âlimlerin, hakka rağmen heva ve hevese tabi olmaları iki büyük fitneye düşmeleri nedeniyledir. İlki sultanların fitnesidir. Âlimler yöneticiler ile içli dışlı olunca bazı ayrıcalıklar elde ederler. Bununla beraber Allah’ın sınırlarını çiğnemeye en yakın taife sultanlar olduğu için âlimlere ciddi vazifeler düşer. Ya uyarı yapar ve dünyalıklardan mahrum olurlar ya da hakkı ketmedip ahiretlerini heba ederler.

Âlimler genellikle sultanların fitnesinden bahsetmiş; ama halkın fitnesine çok değinmemişlerdir. Hâlbuki önceki asırlarda da günümüzde de ilim talebelerinin ayaklarını tebaaları kaydırmaktadır.

Örneğin ilim ehli yeni bir vakıa ile karşılaşıyor ve karar vermesi gerekiyor. Yapması gereken, elindeki hakka bakması ve ona göre insanları yönlendirmesidir. Ancak ilim ehli -Allah’ın (cc) rahmet ettikleri müstesna- ilk önce kamuoyu yoklaması yapıyor, sonra görüşünü açıklıyor.

İlim talebesi insanları değil, Rabbini razı etmekle mükelleftir. Allah senin karşında ise kalabalıkların sana faydası ne? Sen Rabbini razı et! Kalplerin hâkimi olan Allah (cc) gerekirse insanların kalbine senin sevgini yerleştirecektir.

Hak, hiç kimsenin hevasına tabi olmaz. Hakka tabi olunur:

“Şayet hak, onların hevalarına/arzularına uysaydı kuşkusuz gökler, yer ve ikisi içindekiler fesada uğrardı. (Hayır, öyle değil!) Bilakis biz, onlara zikirlerini (onlara kendilerini tanıtan ve izzete ulaştıracak Kitab’ı) verdik. (Fakat) onlar zikirlerinden yüz çevirmektedirler.” [5]

İlim talebesi sultanların ve kalabalıkların fitnesinden sakınarak dünya ve ahiretini kurtarmalı, yerin ve göğün fesadına iştirak etmemelidir.

“Kitap verdiklerimiz öz evlatlarını tanıdıkları gibi onun (Allah’ın Resûlü olduğunu) biliyorlar. (Buna rağmen) onlardan bir grup bile bile hakkı gizliyor. Hak, Rabbinden (gelendir). (Öyleyse) sakın şüpheye düşenlerden olma!” [6]

  1. ayette Ehl-i Kitap’ın bildikleri hususun ne olduğu ihtilaflıdır. Bazıları Peygamber’in (sav) bazıları da kıble meselesinin kastedildiğini söylemişlerdir. Racih olan, Ehl-i Kitap’ın Allah Resûlü’nü oğullarını tanıdıkları gibi tanımalarıdır.

İnsan sürekli çocuğu ile vakit geçirdiği için evladını başkaları ile karıştırması mümkün değildir. Ehl-i Kitap da Kitaplarında Allah Resûlü’nün (sav) vasıfları ile o kadar içli dışlı idiler ki Peygamber’i gördükleri anda gerçeği fark ettiler. Ancak inat ve hasetleri onları iman etmekten alıkoydu.

Kitap’ı iyi bilen ve inat, haset gibi hastalıklardan kendisini arındıran Yahudi Abdullah Bin Selam, Allah Resûlü’nü (sav) gördüğü anda iman etti. Hatta Ömer (ra) ona “Sen gerçekten oğlunu tanıdığın gibi Peygamber’i de tanıyor musun?” diye sorunca şöyle cevap verdi: “Oğlumun annesi kötü bir iş yapmış olabilir. Ancak Muhammed’in peygamber olduğunda şüphe yok!”

  1. ayette ise Rabbimiz yine Peygamber’i (sav) üzerinden bize hitap etmektedir. Çünkü Allah Resûlü’nün şüphecilerden olması mümkün değildir. Bu tarz ayetler başka yerlerde de karşımıza çıkmaktadır:

“Ey Nebi! Allah’tan korkup sakın, kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir.” [7]

“De ki: ‘Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah iken, O doyurur ama (kimse tarafından) doyurulmaz iken Allah’tan başkasını mı veli edinecekmişim?’ De ki: ‘Şüphesiz ki ben, Müslimlerin/şirki terk ederek tevhid ile Allah’a yönelen kulların ilki olmakla emrolundum.’ Ve “Sakın müşriklerden olma.” (denildi.)” [8]

Müslim’in karşısına çıkan her şüphenin kaynağı şeytandır. Bu nedenle mümin aslında şüpheyi zikreden şahısla değil, asırların tecrübesi şeytanla mücadele etmektedir:

“Allah’ın adının anılmadığı (hayvanlardan) yemeyin. (Çünkü) o kesin bir fısktır. Şüphesiz ki şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına (böylesi şüpheleri) fısıldarlar. Şayet onlara itaat edip (leş hayvanların helal olduğuna ve yenebileceğine inanırsanız) hiç şüphesiz müşriklerden olursunuz.” [9]

Bu sebeple Müslimler şüphelere karşı çok uyanık olmalı, kapıyı hiç aramamalıdır. Çünkü şüphenin bir kez girdiği kalp, çok zor ıslah olur.

“Herkesin yöneldiği bir yönü/kıblesi mutlaka vardır. (Öyleyse) hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya toplar. Şüphesiz ki Allah, her şeye kadîrdir.” [10]

Kıble meselesi zihinlerde şüphe tohumları ekilmesine neden olmuştu. Allah (cc) müminlere şüphelerden korunmak için umumi bir çıkış yolu gösteriyor: Hayırda acele etmek.

Müslim; kulaklarını, kalbini ve zihnini şüphelere açık bir hâle getirmek yerine hayırlı amellere yönelmelidir. Okuduğu, gördüğü ve duyduğu her hayra koşmalı; Rabbi katında derecelerini yükseltecek ameller peşinde ömrünü bereketlendirmelidir.

Allah (cc) ayetin sonunda, kıble vesilesi ile haşr gününe dikkat çekmektedir. Nasıl ki Müslimler, Rablerinin bir emri ile bir kıbleye doğru yöneliyorlar, aynı şekilde kıyamet gününde de bir emirle Rablerinin huzurunda kıyamda duracaklardır.

“Nereden çıkmış olursan ol (namaz kılarken) yüzünü Mescid-i Haram’a çevir. Şüphesiz ki bu (kıble emri), Rabbinden gelen bir haktır. Ve Allah yaptıklarınızdan gafil değildir. Nereden çıkmış olursan ol yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Siz de nerede olursanız olun yüzünüzü Mescid-i Haram yönüne çevirin. (Böyle yapın ki) zulmedenler dışında insanların sizin aleyhinize kullanacakları bir delilleri olmasın. Onlardan korkmayın. Yalnızca benden korkun ki size olan nimetimi tamama erdireyim. (Böylece) hidayete eresiniz.” [11]

Allah’ın (cc) ilki Bakara Suresi’nin 144. ayetinde, diğer ikisi de aynı surenin 149 ve 150. ayetlerinde olmak üzere aynı emri niçin tekrar ettiği hususunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Âlimlerin geneli, tekrarların tekit için değil, yeni manalar ifade etmek amacıyla yapıldığını söylemişlerdir.   

Allah (cc) 150. ayette kıble değişiminin bir hikmetinin de şüphecilerin ileri sürdüğü bir hücceti ortadan kaldırmak olduğunu söylemektedir. Yahudiler ”Muhammed hem bizim kıblemize yöneliyor hem de dinimize muhalefet ediyor.” diyorlardı. Allah kıbleyi değiştirerek onların şüphelerini izale etti. Bununla birlikte Rabbimiz bir hakikati daha hatırlatıyor: Zalim olanların hücceti ortadan kaldırılsa da onların inadı devam eder. Zaten ayetlerle cevaplarını alan Yahudiler yeni şüpheler ortaya atarak fitneci karakterlerinin gerektirdiğini yapmayı sürdürdüler.

Allah (cc) müminlere ”Onlardan korkmayın. Yalnızca benden korkun” diye hitap ediyor. Bu kalıp bazen cihadla alakalı ayetlerde bazen de burada olduğu gibi davete taalluk eden yerlerde karşımıza çıkıyor. Cümlenin cihad ile alakası açıktır. Bununla birlikte davet meselesi izaha muhtaçtır:

İnsanoğlu fıtratı gereği beğenilmeyi, onaylanmayı, sevilmeyi ve övülmeyi ister. Kınanmaktan ise asla hoşlanmaz. Davet sırasında Müslim’in kınama ile karşılaşması çok yüksek bir ihtimaldir. Böyle bir sonuç onu davette duraksamaya sevk edebilir. İşte Allah (cc) yaptığı uyarı ile mümini sakındırıyor.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

 

[1]       .   Bakara Suresi’nde yer alan ayetlerle ilgili zikredeceğimiz değerlendirmeler, Halis Hoca’mızın bu ayetlere yaptığı tefsirlerden özetlenmiştir.

[2]       .   2/Bakara, 145

[3]       .   7/A’râf, 175-176

[4]       .   62/Cuma, 5

[5]       .   23/Mü’minûn, 71 

[6]       .   2/Bakara, 146-147

[7]       .   33/Ahzâb, 1

[8]       .   6/En’âm, 14

[9]       .   6/En’âm, 121

[10]      .   2/Bakara, 148 

[11]      .   2/Bakara, 149-150

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver