İhlas

Hanne alnındaki terleri yavaşça sildi. Artık eskisi gibi rahat edemiyordu. Ne de olsa bir can daha taşıyordu bu yorgun bedeninde. Kendine dikkat etmeliydi ki, sağlıklı bir şekilde dünyaya gelsin bu yavrucak. Bazen yediği-içtiği şeylerin, karnındaki cana, can kattığını düşünüyordu da, Rabbinin azametine hayranlığı daha da artıyordu.

Kalp atışlarını hissedebiliyordu yavrusunun. O, çok değerliydi Hanne için. Hayır, hayır, ‘Her anne adayı için doğacak çocuk çok değerlidir zaten!’ itiraz etmeyin hemen. Bu başka! Onun ayrı bir yeri vardı Hanne’nin yanında!

Hanne rahmindeki bu canlıyı Allah’a adamıştı. Aylardır yerin ve göğün Rabbine sunacağı hediyeyi hatırlamakla meşguldü. Kim Rabbine kötü bir hediye sunmak ister ki?

Düşünmüştü Hanne! Ne adayabilirdi Allah’a? O’nun katında ismini salihlerle yazdırtacak, ‘Kulum! Bu amelini beğendim ve kabul ettim’ müjdesine onu eriştirecek bir şey! ‘Ahh, ahh!’ iç geçirdi Hanne. Böyle bir cevaba ne kadar da muhtaçtı. Bundan başka ne isterdi ki Rabbinden?

Güneş ışıklarını topluyordu yeryüzünden. Birazdan yıldızlar gökyüzüne dizilecekler, ayın gelişine hazırlık yapacaklar. Ama bu gece ayın gelişinden daha önemli bir şey var sanki. Gökler hareketli. Yıldızlar birbirlerine göz kırpmakla meşgul. Yeryüzünden gelecek haberlere kulak kabartmışlardı.

Çölün tozlarını nazikçe havaya kaldıran, yüzleri yalayıp geçen esinti İmran’ın içini doldurdu. Günün sonunda biraz hurma, biraz da süt almış evine giderken içine çektiği çöl kokusu onu eskilere götürdü. Bazen oluyordu böyle. Bir koku alıyor, bir anda zihninde hatıralar ard arda sıralanıyordu. Şimdi de Hanne’yi hatırladı. Adağını kabul etmesi için nemli gözlerle yalvardığı gecede Hanne’nin hücresini bu koku doldurmuştu. Acaba adağın kabulüne bir işaret miydi?

İşte şimdi evinin önünde, o koku hala burnunda, aklı Hanne’de. Kapıyı tıklattı İmran.

__ Selamun aleykum!

__ Aleykum selam İmran! Hoş geldin!

__ Hoş bulduk. Bugün nasılsın?

__ Çok şükür iyiyim. Ver elindekileri!

__ Olmaz! Sen geç otur. Bugün bir şey yedin mi?

__ Biraz ekmekle yağ yedim.

__ Sana hurma getirdim. Biraz da süt.

Utana sıkıla konuşmasını sürdürdü İmran:

__ İstediğin meyveyi yarın alacağım inşallah. Bugün ancak bunları alabildim.

__ ‘Hatırlatmasan unutmuştum bile’ diyerek rahatlattı kocasını Hanne.

Ayakta çok durmuştu. Yavaşça yere oturdu. Her anı, bir şekilde Allah’ı anmayı adet edinmişti. Ama adaktan sonra bunu daha da arttırmıştı. İş yaparken, otururken, gezerken, yemek yerken dili daima Allah’ın zikri ile ıslaktı.

Öyle ya! Beden gıda ile, ruh da Allah ile beraberlikte ayakta durur. Yiyeceksiz çok gün geçirmişti Hanne. Takatten düştüğü anlar olmuştu. Ama hepsine dayanan Hanne, zikir olmadan yapamıyordu. Biraz uzak kaldı mı Allah’tan, ruhu sıkılıyordu. Şu uçsuz bucaksız çöller işte o zaman dapdaracık bir hücre gibi oluyordu.

İmran’ı beklerken Allah’ı anmaya başladı. Bir anda gelen şiddetli bir ağrı ile iki büklüm olmuştu. Sanki gelecek gibiydi. İmran’a seslenmek istedi. İniltiye benzer bir şeyler çıkıyor gibiydi dişlerinin arasından ama kendisini bile duymadı. Ağrı geldiği gibi bir anda duruverdi.

‘Bu da neydi şimdi böyle!?’ dedi Hanne. İmran odaya girdiğinde ise ikinci bir daha başlamıştı. Hanne’nin alnındaki ter kabarcıkları ile bir köşeye kıvrılması İmran’ı endişelendirdi.

__ Neyin var Hanne? Doğum sancıların mı arttı?

Sadece kafa sallayabildi Hanne. Tekrardan rahatlamıştı. O zaman zihnini toparladı ve adağına kavuşmasının çok yakın olduğunu hissetti. Sancılarına rağmen yüzünde güller açmıştı sanki. Hanne’nin yarım dakika önceki hali ile şu anki durumunun zıtlığına bir anlam veremeyen İmran, şaşkınlık içinde sırf eşi gülümsüyor diye tebessüm etti.

__ ‘Kız kardeşime haber ver. Hemen gelsin’ dedi Hanne.

İmran ‘tamam’ bile demeden kendini sokağa attığını epey sonra farketti. Onu gören yıldızlar sanki ‘çabuk ol’ diyorlardı. Bir İmran’a, bir Hanne’ye bakıyorlardı.

Hanne’nin kız kardeşi, İmran’ın anlattıklarından bir şey anlamamıştı ama ‘Hanne’ geçen cümlelerle İmran’ın hareketlerini bir araya getirince meseleyi çözmüştü. Yanına iki kadın alıp yola çıktı.

Arkadan onlara yetişmeye çalışan İmran hala bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Bir ara kadınlarla arasındaki mesafe açılınca ‘Önden gidenler gerçekten kadınlar mı acaba?’ diye geçirdi içinden.

Eve vardıklarında ağrı ile rahatlama arasında defalarca gelmiş gitmiş Hanne’yi buldular. Son sancı çok şiddetli oldu.

Hanne’nin evinde hüzün ve mutluluk bir arada. Elbette kız kardeşi ve iki kadın hüznün farkında değil.

İmran, kız çocuğu sahibi olmanın sevincini yaşarken bir yandan da düşünceli bir halde gökyüzüne bakıyor: Ne hayalleri vardı Hanne’nin! Erkek çocuk doğacak ve onu Allah’a adayacaktı diye düşünüyordu. Yıldızlar ise bambaşka! Sanki bu geceyle alakalı bir şeyler fısıldanmış. Annesinin yanındaki iffet abidesi Meryem’e utangaç gözlerle bakıyorlar. Meryem’in ağzına hurma konduğunu görünce, Rabbinin onu yazın kış, kışın yaz meyveleri ile nimetlendireceğini müjdelemek istiyorlar. Ve hüzünlü hüzünlü göklere bakan İmran!

Hanne ise, etrafındakilerin neredeyse her 10 saniyede bir ‘Şimdi nasılsın?’ sorularına cevap vermekle meşgul. Zihni ise Allah’a sunacağını söylediği adağında:

‘Rabbim! Ben kız doğurdum. Ne olacak şimdi? Adağımı nasıl yerine getireceğim?’

Yavrusu zar zor açtığı gözleriyle bir şeyler anlatmak istiyor sanki annesine.

Kanın damarlarda dolaştığı gibi insanın damarlarında gezen şeytan, Hanne’nin evinde son hamleler yapmanın peşinde:

‘Kız çocuğundan Allah’a adak mı olur Hanne? Daha birçok çocuğun olur. Erkek olunca adağını yerine getirirsin olur, biter.’

‘Hem kimseye söylemezsin bu düşünceni. Sadece İmran biliyor. Emin ol, o da senin fikrini değiştirmeni bekliyordur.’

‘Allah’ın dinin bir kız çocuğuna mı ihtiyacı var sanki?’

‘Hani Allah en güzel adağa layıktı? En güzel adak kız çocuğu mu yani?’

Ve daha nice vesveseler…

‘Defol şeytan!

Sana Hanne’nin evinden ekmek yok!

Allah’ın vaadi haktır. İhlasın olduğu yerde sonun hezimettir. Ve bugün burası ihlasın kalesi!’

Hanne kalbine gelen vesveseleri uzaklaştırdı. Defettiği her vesvese onu Rabbine daha da yaklaştırdı. Çocuğunun kokusunu içine çekti. Ve mırıldandı:

‘Rabbim! Ben onun adını Meryem koydum. Ben onu da zürriyetini de kovulmuş şeytandan sana sığındırırım.’

İmran da huzurla doldu. Sanki yıldızları anlamış gibiydi. Yavrusunu izlemek için içeri girdi.

Hanne, Gözün aydın olsun! Rabbin adağını kabul etti. Meryem’ini, ilgilensin diye Zekeriya Peygamberin himayesine verdi.

Zekeriya, Meryem’i gördükçe, çocuk sahibi olma arzusu canlandı. O yaşlı hali ile Rabbine yalvardı. İçli dualarına Yahya ile, hem de onun bir Peygamber olacağı müjdesiyle icabet olundu.

Hanne, senin Meryem’in var ya! İşte o kutlu adağın Rabbinin izni ile İsa Peygamber’e hamile kaldı. İsa da aleyhisselam yine Rabbinin izni ile ölü bedenlere ruh, yaşayan ölülere hayat verdi.

Hanne, biliyor musun? İsa aleyhisselam cahiliye karanlıklarını delecek, kıyamete kadar beşeriyete ışık olacak Ahmed’i sallallahu aleyhi ve sellem müjdeledi.

Hanne’nin sırf bu ihlaslı amelinin bereketiyle bunca güzelliği bize bahşeden Allah’a subhanehu ve teâlâ hamdolsun.

Çağlar sonra Hanne olmaya aday bir kadın, göz yaşlarını gizleyen gecenin karanlığında ağır ağır Ali İmran Suresi’ni okudu. Uzun uzun tefekkür etti. Rabbine yalvardı. Sözünde durması için O’ndan sebat istedi.

Simsiyah bulutların arkasında kalmış yıldızlar özlemle ‘Amin’ dedi.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver