Hudeybiye Barışı – 2

Rasûl Mekkelilere güven vermek, amacının yalnızca umre yapmak olduğunu kanıtlamak için telbiye getirmeye başlamıştı. Tüm cemaat ona eşlik ediyordu.

Lebbeyk Allahumme lebbeyk…

Lebbeyke la şerike leke lebbeyk…

İnnel hamde

Ve’n nimete

Leke ve’l mülk

La şerike leke

Buyur Allah’ım buyur…

Senin ortağın yoktur…

Muhakkak hamd ve nimet sanadır

Mülk senindir

Senin ortağın yoktur…

Yer gök inliyordu sanki… Rafi’nin tüyleri diken diken olmuştu. Gözyaşlarına hakim olamıyordu. Gizli saklı Medine’ye kaçmak zorunda kalan Canım Peygamberim şu an telbiyeler getirerek Mekke’ye doğru ilerliyordu.

Rasûl bir gözcü yolladı Kureyş’e. Onların durumunu soruşturup gelecekti. Çok geçmedi ki haberci döndü. Gelen habere göre Mekke’ye Rasûl’ü sokmayacaklar, gerekirse savaşacaklardı.

Rasûl bu habere rağmen ilerlemeye devam etti. Fakat o da ne? Kusva hiç âdeti olmamasına rağmen durdu. Ne yaptılarsa hareket etmedi.

Kafilede bulunanlar ‘Kusva direniyor’ demeye başladı.

Rasûl ise ashabına:

“Filin yürümesine engel olan Allah, onun gitmesine de engel oluyor. Allah’a yemin olsun ki; Allah’ın haramlarını kabul etmek ve ona değer vermek kaydıyla Kureyş benden ne istese veririm.” dedi. Ve Kusva ayaklandı.

Rafi ve arkadaşları olanları hayretler içinde izliyordu. Allah’ın muradı ne idi ki Kusva’ın yürümesine engel oldu? Onları neler bekliyordu acaba? Rafi’nin kafasında bir soru daha vardı: Allah hangi fillerin yürümesine engel olmuştu? Bu olayı dönüşte mutlaka soruşturmalı ve tarih defterine kaydetmeliydi.

Kafile Hudeybiye’ye vardı ve orada konakladılar.

Herkes çok yorulmuş ve susamıştı. Herkes bir gölgelik arıyordu.

Rafi suluğundaki suyu bir dikişte bitirdi. Hâlâ susuzluğunu giderememişti. Salim’den su istedi; ancak o da bitirdiğini söyledi. Birlikte su birikintisinin yanına gittiler, içilecek gibi değildi. Orada bayağı bir insan toplanmıştı. Herkes aynı sebepten gelmişti belli ki. Durumu Rasûl’e arz ettiler. Rasûl sadağından bir ok çıkardı ve bunu suya koyun dedi. Sahabeler oku koyar koymaz birikintiden su fışkırdı. Herkes hayretler içindeydi. Hele çocuklar… Ağızları açık kalmıştı şaşkınlıktan. Herkes kana kana su içmiş, kırbalarını da doldurmuştu.

— Bence bu su değil zemzem. Rasûl onu fışkırttı, dedi Salim. Hubeyb:

— Ben biliyordum zaten. Tadı farklıydı, oradan anladım. Sen de fark ettin mi Rafi? Tadı aynı zemzem.

— Emin değilim. Şu an benim tek düşündüğüm şey Muhammed’in sallallahu aleyhi vessellem gerçekten Allah’ın Rasûlü olduğu. O bir Peygamber; ona yeniden iman ediyorum. Mucize yaşadık resmen.

— Evet haklısın.

— İhram da çok yakıştı bize.

— Bence de. Ama çok korkuyorum açılıp düşecek diye.

— Sıkıca bağla.

Onlar böyle konuşadursun Müslümanlara dost olan bir kabileden iki adam gelerek Rasûl ile konuştular. Kureyş’in savaş istediğini söylediler. Rasûlullah:

— Kureyş yıllardır savaşla çok şey kaybetti. Biz savaş istemiyoruz. Yok eğer ille savaş isterlerse tek de kalsam ölünceye kadar onlarla savaşırım, dedi.

Adamlar bu sözleri Kureyş’e bildirdiler. Bunun üzerine Kureyş hacılara ve kurbanlıklara değer veren bir adamı Rasûl’e yolladı. Rasûl onun geldiğini görünce niyetini bildirmek için kurbanlıkları ön tarafa getirtti. Bunu gören adam:

— Bu adamların niyeti belli. Onları Beytullah’tan alıkoymak uygun değil, dedi.

Yoğun bir trafik vardı. Elçiler gelip gidiyordu. Kureyş’ten biri daha gelmiş Rasûl’ün ashabının ona olan saygısından çok etkilenmişti. Peygamberimiz de Osman’ı yollamıştı karşı tarafa. Ancak Osman’dan ses seda yoktu. Öldü diye bir haber gelince Rasûl tüm ashabını topladı. Bizim ufaklıklar da en ön saflara geçmeye çalışıyorlardı. Acaba Rasûl ne diyecekti?

— Kesin savaşalım diyecek, dedi Salim.

— Peygamberin damadının kanı yerde kalmayacak. O görevi ben üstlenmek isterim, diye bağırdı Rafi kendini tutamayarak.

— Şu küçücük boyunla mı?

— Ne var? Bu iş boyla değil yetenek ile. Nasıl taş attığımı bilmiyor musun? Hiç ıskaladım mı şimdiye kadar?

— Taşla mı Osman’ın intikamını alacaksın?

— Davud aleyhisselam herkesin korktuğu Calut’u tek bir taşla öldürmedi mi?

— Sahi mi?

— Evet, annem anlattı. Dur şimdi Rasûl konuşacak sanırım.

— Bu kavimle hesaplaşmadan buradan ayrılmayacağız, buyurdu Rasûl.

Sonra da ashabını biate davet etti. Ashab savaştan kaçmamaya ölüm üzere biat etti. Bu biat bir ağacın altında geçekleşti. Buna Rıdvan biati dendi.

Herkes tek tek Rasûl’ün elini tutmuş ve ölümüne biat etmişti. Rafi çok heyecanlıydı. Biat ettiğine mi sevinsin, müşriklerle savaşacağına mı? Rasûl’ün o yumuşacık ellerine dokunduğuna mı sevinsin, biat ardından inen ve Allah’ın biat edenlerden razı olduğunu bildiren ayete muhatap olduğuna mı, bilemedi.

Tam bu sırada Kureyş durumun nezaketini anlamış olacak ki antlaşma yapmak üzere bir temsilci gönderdiler. Bu temsilci ile Rasûl görüştü ve birkaç madde belirlendi. Belirlenen maddeleri Rasûl kabul edince ashab çok şaşırdı. Çünkü bu maddelere göre umre yapmadan geri dönecekler, seneye gelip umre yapabileceklerdi. Müslüman olan bir kimse Medine’ye kaçsa iade edilecekti. Nitekim Ebu Basir ve Ebu Cendel teslim edildi.

Antlaşma maddelerinin yazımı bitince Rasûl:

— Kalkın kurbanlarınızı kesin, saçlarınızı tıraş edin, dedi.

Rafi ve arkadaşları emri duyar duymaz doğrulmuşlardı. Ancak bir tuhaflık vardı. Rasûl’ün emrine rağmen kimse hareket etmedi. Rasûl üç kez tekrarladı emrini. Ancak yine kalkan olmamıştı. Peygamberimiz kendi için hazırlanan çadıra geçti. Çok geçmeden çadırdan çıkıp kimseyle konuşmadan kurbanını kesti, berberini çağırıp tıraş oldu.

Bunu gören ashab hızla yerinden doğruldu ve kurbanlarını kesti. Bunu yaparken neredeyse izdihamdan birbirlerini ezeceklerdi. Hepsi Rasûl’e hemen itaat etmedikleri için çok üzüldüler. Yapılan antlaşma nedeniyle maneviyatları sarsılmıştı. Umre için gelmiş fakat şehre sokulmamışlardı. Ve Rasûl umre yapmadıkları hâlde kurbanlarını kesmelerini istiyordu. Buna anlam verememişlerdi. Bu sebeple ağırdan aldılar.

Rafi bu günü hiç unutmayacaktı. Uhud gününde Rasûl’ün sözüne itaatsizlik eden ashabın nasıl bir hezimete uğradığını kendi gözüyle görmüştü. Demek insan her zaman ders almıyordu yaptıklarından. Allah’ın razı olduğu kullardan dahi olsa hata yapabiliyordu.

Antlaşma maddeleri Müslümanların aleyhine gibi görünse de Allah bu olaya açık bir zafer demişti. Bakalım Hudeybiye antlaşması nasıl bir zafere gebe idi? 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver