Global Tezgâhın Promosyonu Aşılar

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla!

Küresel emperyalizmin insanları sömürürken kullanmış olduğu en etkili tekniki “illüzyon”dur.[1] Bu teknikle insanları bazen hiç hissettirmeden bazen de kendine hayran bırakarak öyle bir kıvama getirir ki insanları gönüllü kullara dönüştürür. Tüm bunları yapabilmek için “kurduğu düzenekler ve kullandığı malzemeler” vardır. Ana gayesine etkili bir biçimde ulaşabilmesi için insanı “kendisine muhtaç olduğuna inandırarak” tasarladığı senaryoyu oynamaya mecbur eder.

Bu düzenekler âdeta aynı el tarafından ve neredeyse hepsi aynı dönemde kurulmuşlardır Bunlardan başlıcaları: FDA “Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu (1906)”, TWB “Dünya Bankası (1944)”, Birleşmiş Milletler (1945), CDC “ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (1946)”, UNİCEF “Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (1946)”, FAO “Gıda ve Tarım Örgütü (1945)”, İsrail Devleti (1948), WHO “Dünya Sağlık Örgütü (1948)”, OAS “Amerikan Devletleri Örgütü (1948)” ve daha onlarca yan kuruluşlar. Bunlar Makyavelist[2] bir yaklaşımla; hastalık, ilaç, aşı, gıda, para, petrol, sınırlar, savaş, barış ve daha birçok amaca götürecek bütün argümanları, silahları ve yöntemleri meşru görürler.

“İnsanlardan öyleleri vardır ki onlar en azılı düşmanlarınız iken dünya hayatı hakkında bazı ‘sözlerini size hoş gösterirler.’ Onlar hakimiyete geldiklerinde yeryüzünde ekini ve nesli ifsat ederek bozgunculuk çıkarırlar. Hâlbuki Allah bozguncuları sevmez.” [3]

Ayetten yola çıkarak yeryüzünde yönetime geldiklerinde, bozgunculuğu ekini ve nesli ifsat ederek yaptıklarını ve bunun için de tohumların üzerinden gıdayı bozmaları, çocukluk aşıları ile de nesilleri hedeflerine aldıklarını söyleyebiliriz. Elbette ki bu, işin sadece tek bir boyutudur. İfsat etme yöntemlerinin kirliliği ve çokluğu bu yazımızda ele alamayacağımız kadar geniş bir yer tutar.

Aşıların büyük bir kısmı insanlara hoş gösterilen sözlerin neticesinde gönüllü kurban esasıyla yapılmakta iken bu hoş laflara kanmayan veya uyanan çok az insana ise zorunlu veya korku esaslı, dayatmacı bir üslup kullanılmaktadır.

2011’de, tüm dünyaya adalet (!) dağıtan ABD Yüksek Mahkemesi, aşıların “kaçınılmaz şekilde emniyetsiz, güvenilmez” olduğuna, aşı firmalarının aleyhine dava açılamayacağına (daha önce defalarca açılan davalardan aşı üreticileri yüksek meblağlarda tazminatlar ödedi), aşıların yol açabileceği riskleri tamamen ailenin üstlenmiş olduğuna ve aşıların zorunlu olarak yaptırılacağına yönelik kendi adalet (!) sistemine layık bir karar çıkardı.

Mahkemeye sunulmuş belgelerin incelenmesi sonucunda, mahkemenin aşıların güvensiz olduğuna kanaat getirmesine rağmen ilaç firmalarına sağlanan bu dokunulmazlığın ve hukuki korumanın ardında yatan sebep ne olabilir?

Aşılar, kitleleri imha etme silahları mı?

Toplu katletme bunları asıl emellerine ulaştırmaz, ters tepecek olan kitlesel reaksiyonları göze alacak da değiller. Öyleyse aşılar ile bazen doğurma çağındakine bazen de doğmak üzere olan bebeğe müdahalede kullanılmaktadır.

Aşılara yaptığı büyük bağışlarıyla da bilinen hayırsever (!) Bill Gates’in: “Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” sözleri, bazı Afrika ve Ortadoğu ülkelerinde yapılan aşı kampanyaları sonrası oluşan ölümler, kalıcı hasarlar, kısırlaştırmalar ve düşükle sonuçlanan gebelikleri akla getirmektedir.

Kenya Katolik Derneği doktorları Dünya Sağlık Örgütü ve UNICEF tarafından 2,3 milyon kıza ve kadına uygulanan bir aşıda düşüklere neden olan bir antijen bulduklarını duyurdu. Kenya’daki rahiplerin, cemaatlerine aşının reddedilmesini tavsiye ettikleri bildiriliyor. Kenya’nın Katolik piskoposları, Kenya hükümetinin sponsor olduğu aşılama programı kapsamında milyonlarca kız ve erkeği kısırlaştırdığını söyleyerek bu iki Birleşmiş Milletler örgütünü suçluyorlar. Tabi haberin devamında; ilgili ülkenin sağlık bakanlığı ve aşı komite doktorları yapılan açıklamanın hemen akabinde hiç araştırma gereği duymaksızın öncelikle haberi yalanlamış, bu derneğin doktorlarını disiplin cezası ile tehdit etmiş ve daha sonra işin dindarlık boyutunu/katolik mezhebini ön plana alarak olayı sabote etmeye çalışmışlar. Katolik Derneği’nin ayak diretmeleri sonucunda yanlışlıkla (!) HCG antijeni kullandıklarını itiraf etmişler.[4]

Bazen de öldürmeden hasta bırakıp hayat boyu tedavi anlamına gelen hastalıklar[5] oluşturup insanları sadece kendi dertleri ile baş başa bırakıp koyun gibi güdüldüğünün farkına varmamasını sağlamak, kendi ilaçlarına entegre bir yaşam sağlamak mı asıl emelleri?

Geçen sene İtalya’da büyük toplumsal tepkilere rağmen çocuklara bütün aşıların yapılması mecburi hâle getirildi.[6] Kızamık ve diğer dokuz hastalığa karşı aşıları olmadıkça kreş veya anaokuluna kaydolamamak, aşıları yapılmadığı tespit edilen ailelere 500 € kadar para cezası kesmek gibi yaptırımları olan bir kanun yürürlüğe koyuldu. Bu mahkeme kararından önce her fırsatta sağlık camiasından; İtalya Sağlık Bakanlığı ve aşı komitesinden aşıların mutlaka yapılması ile ilgili çıkan haberler ve aşı muhaliflerine karşı yapılan basın açıklamalarının[7] ardından kısa süre sonra (tahmini iki, üç yıl süren bir süreçte) bir siyasi parti tarafından aşıların zorunlu hale getirilmesi mahkemeye taşınmıştı.

Aşı karşıtlarının seslerini yükselttiği bir diğer ülke de İsveç. İsveçliler de aşıların zorunlu olmasına karşı. Bu İtalya sürecine benzer bir hamle İsveç’te de başladı fakat şimdilik ise akamete uğramış gibi gözükmektedir. İsveç Anayasa Mahkemesinden çıkan kararda: “Aşıların ciddi yan etkileri olması sebebi ile mecburi olan çocukluk aşıları yasa ile mecburi olmaktan çıkarıldı.” [8]

Peki ya, Türkiye’deki Bilim Adamlarının Aşı Hakkındaki Kıymetli (!) Görüşleri Nedir?

Türk Tabipler Birliği ikinci Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman’ın bilimsellikten yoksun konuşmasını aynen aktarıp (cevap verilecek çok şey var ama) birkaç hususa değinmekle yetineceğiz. Dr. Adıyaman: “Yaptığımız araştırmalara göre iki tür aile var. Bir tanesi, ‘okumuş’ ama batıdan etkilenmiş, bu doğal yaşamı savunan aileler, çocuklarını doğal büyütmek istedikleri için aşıyı reddediyorlar.

İkinci grup da ‘muhafazakâr’ aileler, dini birtakım sebeplerden dolayı, referanslardan dolayı aşıyı reddediyorlar. Spekülasyonlardan biri bu ikinci grup için, aşının domuz serumundan yapıldığı, imal edildiği bu konuda bir spekülasyon var ki böyle bir şey kesinlikle söz konusu değil. Türkiye’de ithal edilen aşılar, çocukluk aşıların hiçbiri domuz serumundan elde edilmiyor. Son zamanlarda bu ikinci grupta biraz daha fazla artış oldu. Son beş sene içerisinde çok artış oldu. Bu ‘aşı reddi’ dediğimiz olay, rakamlarla verecek olursak 2014’te bin üç yüz yetmiş aşı reddi vardı, 2016’da on bir bin dört yüz yetmiş ve 2017 de yirmi üç bin yani bir sene içerisinde %100 den fazla arttı ve bu artık endişe verici boyutlara ulaştı.

Metil ve etil cıva diye iki çeşit cıva vardır. Metil cıva kullanılıyor aşılarda ama bu metil cıva vücuttan hemen atıldığı için birikip de bir zehirlenme yapmıyor. Bu, aşının etkisini artırmak için kullanılan bir yöntem. Bir de alüminyum, evet alüminyum kullanılabiliyor bazı aşılarda ama kesinlikle tehlikeli boyutta, biriken boyutta, insanları zehirleyecek boyutta değil, hatta şunu da söyleyebilirim bazı aşılarda alüminyum var diye son zamanlarda spekülasyon yapıldı grip aşıları için, grip aşılarında ise alüminyum hiç yok.

Çok büyük bir tehlike altındayız şu anda, şöyle söyleyeyim KIZAMIK hemen hemen eradike edildiydi Türkiye’de, çok azdı. Fakat en son 2014’te zannediyorum bir kızamık salgını oldu. Şimdi tabi bir de mülteciler var göç var Türkiye’ye, oradan aşılanmamış çocuklar geliyorlar ve kızamık sayısı ciddi boyutlara ulaştı. Eğer yirmi üç bin biraz daha artarsa bu aşı reddi, büyük tehlikeli boyutlara ulaşabilecek kızamık salgını oluşacaktır ve böyle bir salgında da %20 çocuğun ortalama kaybedilmesi beklenir bütün dünyada.

Aşılanmanın mutlaka zorunlu olarak, zorunlu hâle getirilmesi gerekir yani ailelerin isteğine bırakılmaması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü burada ailenin bir hakkı olabilir; ama o yeni fikir yürütemeyecek büyüklükteki ufacık çocukların bebeklerin kendini ifade edemeyecek bebeklerin de hakları olduğuna inanıyoruz.” [9]

1. İki ayrı sınıf diye kategorize ettikten sonra birincisine “okumuş” demesi aslında ikinci gruba “okumamış, gerici dindar” yakıştırması yapıyor. Birinci grubu sekiz, dokuz saniye konuştuktan sonra geri kalan konuşmasının tümünü ikinci gruba mal ederek konuşmaya devam ediyor.

2. Metil cıvanın hemen vücuttan atılıp herhangi bir tahribat bırakmaması ise tamamen uydurma ve bilimdışı bir söylem. Aksine metil cıva; cıvanın en toksik (zehirli) formudur. Vücuttan tabii olarak bir miktar atılabilir. Ancak önemli ölçüde bir azalma sağlanabilmesi için aylar, hatta yıllar gerekebilir. Metil cıvanın insan sağlığına etkisi çok şiddetli olabileceği gibi, çok sinsi ve uzun sürede ortaya çıkan bir etki şeklinde de olabilir. Bazı durumlarda (denizlerin cıva ile kirletilmesi sonucu balıklarda da bir miktar tespit edilebilmekte) ise hiçbir etkisi olmayabilir. Özellikle, cenin, bebek ve çocukların gelişmekte olan sinir sistemleri metil cıvadan çok etkilenir. Metil cıva temel olarak sinir sistemine etki eder. Sinirlilik, hafıza kaybı, güçsüzlük, uykusuzluk ve depresyon şeklinde nörolojik semptomlara yol açar.

3. “Çok büyük bir tehlike altındayız, büyük tehlikeli boyutlara ulaşabilecek kızamık salgını oluşacaktır. Tüm dünyada çocukların %20’sini kaybederiz.” gibi kullanmış olduğu gerçek dışı söylemlerle dinleyiciyi manipüle ederek (yönlendirerek istediğini düşündürtmesi) asıl kendisi spekülasyon (kurgu) yapmaktadır.

4. Türkiye’de yılda bir milyon üç yüz bin kadar yeni doğum olmakta iken aşı yaptırmamış olan bu yirmi üç bin çocuk sizin için neden tehlike arz etsin.

Dünyada yıllık yeni doğan bebek sayısı yüz elli milyon dolaylarında (tüm Türkiye nüfusunun yaklaşık iki katı) bunun %20’sinin (yani otuz milyonun) kaybedilmesi ne denli doğru bir yaklaşım, üstelik sadece kızamık salgınında.

5. Aşı karşıtı Prof. Dr. Alişan Yıldıran hocanın kaleminden: “Okumadan, kulaktan dolma bilgiler ile allame olan meslektaşlarımız ve diğerleri, aşılara muhalefetin yakın zamanda birtakım gericiler tarafından başlatıldığını ve yurdumuza özgü olduğunu zannetmektedirler. Hâlbuki, daha 1870’de mecburi aşılamanın çok büyük bir malpraktis (hatalı ve zararlı uygulama) olduğu ve ölümlere sebep olduğunu, çiçek aşısının tetanoza yol açtığını yazan kitaplar yayınlanmakta idi.”

6. Başkalarına/çocuklarına dayatmış olduğunuz herhangi bir konuda tercih hakkı tanımıyorsanız, bunu onlara zorla yaptırma hakkını nerden alıyorsunuz?

Peki, Bu Çocukluk Aşılarıyla İlgili Uzmanlarımız, Profesörlerimiz Ne Tür Çalışmalar Yapıyor?

Prof. Dr. Mehmet Ceyhan basına yaptığı açıklamalarda; aşı reddinin yirmi üç binlere çıktığını belirterek: “Bunun sonuçları giderek ağırlaşıyor. Aşı olan çocuklarda da kızamık görülmeye başlandı. Yaklaşık on beş yıldır böyle bir tablo ile karşılaşmamıştık. Aşı reddi elli binleri bulursa Türkiye’de salgın meydana gelebilir.” … Aşı reddi oranının bu şekilde artması durumunda kızamık gibi hastalıklarla ilgili bir salgın kaçınılmazdır. “Çalışmalarıma göre aşılanma yapılmadığında on dört binden fazla çocuğu kaybedebiliriz.”

Türkiye yakın zamanda çok büyük bir göç aldı. Sadece Suriyeli değil, Irak’tan, Afganistan’dan göç eden önemli bir kesim var. Aslında Sağlık Bakanlığı göçmen çocukların aşılanmasında yüksek bir orana ulaştı. Ancak bu kişiler sabit değil, sürekli şehir değiştiriyorlar ve onların yerine sürekli aşılanmamış yeni bir grup geliyor. Dolayısıyla bu çocuklarda da aşılanmama oranı artarsa, diğer çocukların sağlığını etkileyecektir.

“Aşı yaptırmayanlar yüzünden aşı yaptıranlar da tehlikede” diyerek, aşı yaptırmamış ailelere halktan bir tepki oluşmasını sağlamak, halkın sopasıyla aşı yaptırmayacak olanlara da bir gözdağı vermek gibi bir kamuoyu oluşturmaktadır.

Peki, bu savlarınıza göre; aşı takviminizde on ikinci ayında kendilerine kızamık aşısının ilk dozu yapılan çocuklar, bir yaşına kadar kızamık geçirme tehlikesi ile karşı karşıya değiller mi? Bu aşı yapılacak olan çocukların da (bir yaşına kadar aşısız olduklarına göre) kızamık salgını diye bahsetmiş olduğunuz salgının oluşmasında bir rolleri mi oluyor? O zaman doğar doğmaz elinizdeki tüm aşıları çocuklara zorunlu olarak yaptırmaya ne dersiniz Sayın Profesör?

Peki, ilaç/aşı firmaları ile herhangi bir bağlantısı, ilişkisi var mı Dr. Mehmet Ceyhan’ın?

Türkiye’de 2005 yılında Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulmuş ve o günden beri de “ulusal aşı sempozyumları” düzenleyen bir aşı çalışma grubu var. Bu aşı çalışma grubunun koordinatörlüğünü Prof. Dr. Mehmet Ceyhan yapmaktadır. Aşı çalışma grubunda gurur tablosu (!) profesör ve uzmanlarımızla beraber dünya devi ilaç/aşı firmaları temsilcilerinin de aşı çalışma grubunda bulunma sebebi ne olabilir?[10]

Bir başkası ise Prof. Önder Ergönül: ” ‘Kızamık artık az görülüyor.’ dersiniz, sonra kızamık öyle bir salgın yapar ki ‘Vay benim aşım niye yok?’ dersiniz.”

Peki, aşısı yapıldığı hâlde kızamık geçiren binlerce çocuk kime ne demeli Sayın Profesör?

Bir ağızdan konuşur gibi her ülkede bilim (!) adamlarının özellikle “bu gidişle kızamık salgını olacak” söylemleri, kızamık veya benzeri “suni bir salgın yapabileceklerini” bunun için de yapılan bu tarz açıklamaların salgın öncesi bir ön hazırlık olabileceğini düşündürtüyor. Ya da “kızamık aşısının doz sayısını artırarak” da tek sesli söylemlerin oluşturacağı korkunun etkisinin daha güçlü olmasına karar vermiş olabilir birileri.

Bunların söylemleri neden “aşılar mutlaka yapılmalı ve yapılmadığı takdirde…” diyerek felaket tellallığı yapmaktan öteye geçmez? Kızamık veya benzeri hastalıklarla mücadelede tek yolun “aşılar” olduğunu düşünen bilim insancıkları, dünyada kızamık aşılarının yapılmama oranı ülke nüfuslarının %5-8’i kadar iken geri kalan %95-92’nin bunlar yüzünden ölebileceğini düşünmeleri, yaptıkları aşıların başarısızlığı değil midir? Bir salgında aşılılar değil de aşısızların korkması gerekmez mi?

Kızamıkla ilgili böyle “ürkütücü ve öldürücü” açıklamalarınıza harcadığınız çabanın çok az bir kısmını “bağışıklık sistemi nasıl güçlendirilir, enfeksiyonla mücadele öncesi vatandaş neler yapmalı” gibi çalışmalara da harcasanız ya… 

Gidin öncelikle hastaneleri iyi bir denetleyin (zaten çok yoğun olan acillerde, polikliniklerde uzun uzadıya “bulaşıcı hastalık bildirim sistemi” ile uğraşılmadığını görürsünüz). Daha sonra da kızamık ve suçiçeği vakalarının dediğinizden daha çok olduklarını görmüş olursunuz, üstelik kızamık ve suçiçeği vakalarının neredeyse tamamının daha önce aşılanmış olan çocuklarda ortaya çıktığını, görürsünüz. Hiç de dediğiniz gibi ölümcül olmadığını, hekimler tarafından genel itibariyle hasta en fazla antiviral ve ateş düşürücü ile reçete edilerek (bana göre ikisi de çok gereksiz), önerilerde bulunulup çocukların taburcu edildiğini de görmüş olursunuz.

Profesörlerimiz tarafından olabilecek kızamık salgınının sebeplerinden biri olarak gösterilen mültecilere gelince, aşı üreticilerinin kolu kanadı olan o hayırsever kuruluşların merhametinden (!) kaçabileceklerini mi düşündüler?

2014’te Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) öncülüğünde Suriye’nin İdlib kentinde çocuklara yapılan aşı kampanyasında, kızamık aşısının içeriğinde kullanmamaları gereken bir maddeyi yanlışlıkla (!) kullanmaları sonucu aşı yapılmış tüm çocuklar hastaneye kaldırılıyor ve bunların büyük bir kısmı bilincini kaybederken bir kısmı da ölüyor.[11]

Aşılarla ilgili daha önce sadece kamu spotları oluşturulurken şimdilerde çok daha organize ve sert bir yol izlenmektedir. Aşı yaptırma yuvaları (aile/toplum sağlığı merkezleri) tarafından çocuklarına yapılacak aşıyı reddediyor diye dava edilen bir aile lehine zannediyorum 2016 yılında, AYM’den (Anayasa Mahkemesi) ebeveynlerin rızası alınmadan aşının yapılmamasına yönelik karar çıkmıştı. Elbette ki bu, Türkiye’de bizim adımıza iyi bir sonuç; lakin sağlık merkezlerinde boş durulmayıp girişimler hâlâ devam etmektedir.

Amerika, İtalya, İsveç, Ukrayna’daki hamlelerin benzeri Türkiye’de de denendi, aşılar defaatle konuşuldu, her fırsatta gündem edildi, küçük küçük gruplar hâlinde basın açıklamaları yapıldı, sloganı geliştirilerek her platformda gündeme getirildi. En son gelişme olarak geçtiğimiz Nisan ayında; TTB’nin aşı konusunda hazırladığı yasa değişikliği önerisi HALK‘ın İYİ‘liğini düşünen (!) CHP’li ve İYİ Partili milletvekillerince Hıfzıssıhha kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi meclise verildi.

Rabbimizden bu global ve yerli şer odaklarının emellerini/tuzaklarını başlarına geçirmesini ve kendi arzında zulümle sürdürdükleri bu hükümlerine son vermesini niyaz ederiz.

Dualarımızın sonu, âlemlerin Rabb’i olan Allah’a hamdolsun.

 

 

[1]        .     İllüzyon: Gerçekte olmayan bir şeyi oluyor gibi gösterme işi veya var olan bir şeyi olduğundan değişik algılatmak.

 

[2]        .     Makyavelizm: Amaçların kendilerinin araçları meşru kıldığı görüşüne dayalı, yönetimde ahlaki ilkelerin işlevsizliğinin ve esas belirleyici faktörün güç olduğunu savunan anlayıştır. Devlet menfaati için her şeyin yapılabileceği ilkesini benimseyen yönetimsel öğretidir.

 

[3]        .     2/Bakara, 204-205

 

[4]        .     https://www.lifesitenews.com/news/a-mass-sterilization-exercise-kenyan-doctors-find-anti-fertility-agent-in-u

               https://www.lifesitenews.com/news/kenyan-gvmt-launches-probe-into-claim-un-is-using-vaccines-for-mass-sterili

[5]        .     Bağışıklık sistemi hastalığı olan otoimmün hastalıklar, otizm ve diğer kronik hastalıklar.

 

[6]        .     https://www.thelocal.it/20180116/italy-election-compulsory-vaccine-law

 

[7]        .     https://www.thelocal.it/20170317/threefold-increase-in-measles-cases-as-anti-vaccine-movement-grows-in-italy

 

[8]        .     https://yournewswire.com/sweden-mandatory-vaccinations/

 

[9]        .     https://www.youtube.com/watch?v=MYOGne8SFf0

 

[10]       .     http://www.asicalismagrubu.org/asi-calisma-grubu/grup-uyeleri/

 

[11]       .     https://www.saglikaktuel.com/haber/suriyeli-doktor-olum-asisini-anlatti-42143.htm              

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver