Filler ve Ebabiller

Huneyn’den dersler ve ibretlerle döndü Rafi. Peygamber’in dizi dibinde de yetişmiş olsa insan hata yapabiliyordu. En dar zamanda korkuya kapılabiliyordu. Nefsi herkesten ve her şeyden daha önde olabiliyordu. Allah’ın dilemesi olmasa idi bu hâl müminlerin ayaklarını kaydırabilir, imanlarına zarar verebilirdi. Zira terkettikleri, yardımsız bıraktıkları Allah’ın Elçisi idi. Allah, Peygamber’in sahabisine acımış olmalı ki onları yeniden Rasûl’ün etrafına topladı. Kıyasıya savaştılar. Hatalarını telafi ettiler…

Bir şeyi daha öğrenmişti Rafi: Sayıca çok olmak değildi zafere ulaştıran; kuvvetli bir imandı… Sayısı çok olmasına rağmen İslam ordusu nasıl da çil yavrusu gibi dağıldı!

Müşriklerin planına ne demeli? Sinsice ve akıllıca…

Tüm bu düşünceler içinde iken kalınlığı bir hurma kütüğünü geçen tarih defterini aldı eline… Bu engin analizlerimi kaydetmeliyim diye diye geçirdi içinden. Şöyle eski yazılarına bir göz attı… Bazılarını okudu ve ufak tefek harf hatalarını düzetmek için elini dili ile yalayarak papirüsün üstüne sürttü. Mürekkep dağılıverdi. Böylelikle kelimelerin doğrusunu yazabildi.

Birkaç sayfa daha okudu geriye doğru. Boş bir yere ‘filleri sor’ diye not düşmüştü.

— Filleri sor, filleri sor… Allah Allah, ne diye yazmışım böyle, diye mırıldanıyordu kendi kendine.

— Fillerle alaklalı bir konu geçti mi, diye zihnini yokladıysa da bir türlü bulamadı.

O sırada arkadaşı Hubeyb çıkageldi.

— Selamun aleykum arkadaşım, nasılsın?

— Ve aleykum selam hoşgeldin arkadaşım iyiyim elhamdulillah sen nasılsın?

— Nasıl olayım? Ganimetten payıma düşen şu obur koyun ile başım dertte.

— Aaa… Çok Tatlı.

— Tatlı, tatlı olmasına da çok yiyor be abicim!

— Eeee… Sana zayıf bir koyun denk gelseydi asıl o zaman sıkıntı olurdu.

— Niye ki?

— Niye olacak canım, kendini doyurmaktan zavallıyı düşünmeyeceğin için daha da zayıf düşer, hatta açlıktan ölebilirdi.

— Ya Allah’tan kork! Ben o kadar mı bencilim?

— Bencil değilsin ama biraz…

— Biraz neyim?

— Off Hubeyb obursun işte. Sen bu koyundan neden rahatsızsın biliyor musun, senin yediklerine de ortak olduğu için. Öyle değil mi?

— Şeyyy… Yani… Immm…

— Bırak kem küm etmeyi. Mâdem yakınıyorsun, biraz daha besle de kes, etinden kavurma yapalım.

— Ay Rafi ne kadar acımasızsın. Ona nasıl kıyarım!

— İyi, sen bilirsin. Yakınma o zaman. Bu arada sana bir sorum olacak; bize fillerle alakalı bir kıssa anlatan oldu mu?

— Hatırlamıyorum.

— Haydi gel benimle, birilerini bulalım da şu esrarengiz notumu soralım.

— Esrarengiz not mu? O da ne?

— Sen gel hele…

Rafi, Hubeyb ile yola koyuldu. Mescide gitmeyi planlıyordu. Her seferinde olduğu gibi ona bu sorunun cevabını verebilecek kimse, olsa olsa Canım Peygamberimin sevgili arkadaşlarından başkası değildi. Adımlarını sıklaştırdı Rafi. Önlerinde iki kişi yürüyordu. Onlara yetişmekti niyeti. Biraz daha yaklaşınca iki kişiden birinin Ömer radıyallahu anh olduğunu farketti. Hemen yavaşlayıverdi.

— Ne oldu Rafi? Neden yavaşladık.

— Önümüzde kim yürüyor görmedin mi?

— Kim?

— Ömer el-Hattab.

— E ne var bunda?

— Ne bileyim abicim, ben oldum olası korkarım Ömer Amca’dan. Sert bir duruşu var.

— Ama yufka bir yüreğe sahip.

— Sen nereden biliyorsun?

— Bizim komşumuz ya, tanıyorum onu. Kölesi iş yaparken yardım eder, ona çok iş yaptırmaz. Hem bir çok kölesini de Allah için azat etti.

— Ömer Amca’dan bahsediyoruz değil mi?

— Evet. O kâfirlere karşı sert, haksızlıklarda sert, ama adil. Hatta inanmayacaksın ama evde en çok sesi çıkan hanımıdır. Göründüğü gibi değil yani. Haydi şu esrarengiz notu ona soralım. O bilir.

— Tamam.

— Ömer Amca selamun aleykum.

— Ve aleykum selam Hubeyb. Nasılsın bakalım?

— Ben iyiyim elhamdulillah. Siz nasılsınız?

— Biz de iyiyiz. Hayırdır?

— Ömer amca bu benim arkadaşım Rafi. Tarihçi Rafi. Size bir sorusu var.

— Buyur bakalım.

— Eee şey, tarih defterimin kenarına filleri sor diye not almışım. Fakat bir türlü ne maksatla, nereden esinlenerek yazdığımı hatırlayamadım. Canım Peygamberimin fillerle bir imtihanı var mıydı?

— Ha ha haa… Güldürdün beni oğul. Peygamberimin fillerle imtihanı olmadı elhamdulillah. Müşriklerle idi onun imtihanı. Ama o doğmadan elli gün önce, Kâbe filler tarafından yıkılmak istendi.

— Neden? Ya da nasıl desem daha doğru olur.

— Siz hiç elemtera’yı okumuyor musunuz namazda?

— Okuyoruz.

— İşte sorunun cevabı o surede gizli.

— Anlatmayacak mısınız?

— Benim vaktim yok. İbni Mesud’a gidin. Size neler anlatacak neler! Bu arada bir soru da ben sorabilir miyim? Arkanızdaki koyun neden sizi takip ediyor?

— O ganimetten bana düşen pay… Sanırım biraz yemeğe düşkün. Bu nedenle peşimden ayrılmıyor.

— Onu sakın aç bırakma tamam mı evladım?

— Tamam.

— Çok teşekkür ederiz Ömer amca.

— Rica ederim çocuklar…

Rafi ve Hubeyb hiç vakit kaybetmeden arkadaşları Sâlim’i de alarak İbni Mesud’un yanına gittiler. Ömer’in, ibni Mesud’u tavsiye etmesinin nedeni, Kur’an’ın her bir ayeti hakkında derin malumata sahip olmasındandı.

İbni Mesud’u bulmak kolay olmadı. Hele randevu almak, boş vaktini ayarlamak daha da zordu. Sonunda bir seher vaktinde anlaştılar.

Çocuklar sabahın mahmurluğundan tamamen sıyrılmış, İbni Mesud’un yanlarına gelmesini bekliyorlardı. Nihayet gelmişti. Konuşmasına Fil suresinin kıraati ile başladı. O kadar güzel okuyordu ki, çocuklar surenin bitmesini istemediler. Herbiri mest olmuştu. Allah ne güzel ses vermişti ona. Ve o da, sesini ne güzel bir işte kullanıyordu: Kuran okumak…

Surenin bitiminde başladı anlatmaya:

— Peygamberimiz daha dünyaya gelmemişti. Kâbe, atamız İbrahim aleyhisselam ve oğlu tarafından yapılmış, müminler tarafından tavaf ediliyordu. Gel zaman git zaman insanların amellerine şirk bulaştı. Hac’dan vazgeçmedikleri gibi şirk amellerinden de vazgeçmediler. Müşrik olmalarına rağmen Kâbe’ye çok büyük değer veriyorlardı. Uzak yakın demeden her sene ziyaret edip, hac ediyorlardı. Kâbe’ye gösterilen bu hürmeti kıskanan Habeşli Ebrehe, kendine Kulleys adında bir mabed yaptı. Hristiyan olan Ebrehe, buraya akın akın insanların gelmesini beklerken, hiçkimse iltifat etmemişti. Hatta iki kişi gizlice girerek mabedi kirletti. Bunu duyan Ebrehe hepten çılgına döndü. Bir ordu hazırlayarak Kâbe’yi yıkmak için harekete geçti. Ordunun en önüne de filleri sürdü. Ordu yola çıktı. Kâbe’ye yaklaştı. Mekkeliler haberi alınca dağların eteklerine çekildiler. O zaman Kâbe’nin yöneticisi Peygamberimizin dedesi Abdulmuttalib idi. O da dağ eteğine çekildi. Kimsenin filler ile desteklenen bu ordunun karşısında durmaya gücü yetmezdi. Fakat çok tuhaf birşey oldu. Filler durdu. Ne yaptılarsa ilerlemedi.

— Aaaa, umre için Mekke’ye giderken Kusva durunca Rasûl: “Filin yürümesine engel olan Allah, onun gitmesine de engel oluyor.” demişti. Demek bunu kastetti.

— O da bir şey mi, bir anda gökyüzü karardı. Herkes yağmur bulutlarının geldiğini düşünüyordu. Oysa gökyüzünde sayısız kuş vardı, gelen ebabillerdi. Attıkları taşlarla orduyu yenmiş ekin gibi tarumar ettiler. Ebrehe ve ordudan geriye kalan filler ve ebabillerdi…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver