Dosta Vela, Düşmana Bera!

 

Muhkem naslar ile sabittir ki Allah subhanehu ve teâlâ müminlerin dostudur. Aynı kesinlikle biliyoruz ki kafirlerin dostları da şeytan ve tağutlardır.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dostluk gayesiyle taltif edip onurlandırdığı Müslümanları veli/dost olarak kabul etmek de hepimiz için zorunludur.

“Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir…” (9/Tevbe , 71)

Öyleyse iman edenleri dost edinerek diğer tüm insanlardan üstün kılan Allah’a kulluğumuzda bu ölçüyü müminler arasındaki ilişkilerimizin her safhasında da uygulamamız gerekmektedir.

Yahudilere, Hristiyanlara ve sayıları neredeyse ‘kelle başı’ miktarınca çok ve dağınık olan müşriklere velayet vermek, onları yakın ve dost kılmak Müslümanlar için olacak şey değildir.

“Sizden kim onları veli/dost edinirse o da onlardandır.” (5/maide, 51)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ müminlere bahşettiği velayet/dostluk izzetinden yüz çevirip burun kıvıranlar ve bu yüksek gayenin manasını fehmetmeyerek böylesi büyük bir onurdan mahrum kalanların halini de Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz:

“Şüphesiz biz şeytanları inanmayanların dostları kılmışızdır.”8 7/Araf, 27)

“O’nun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlaradır.” (16/Nahl, 100)

Allah’ın subhanehu ve teâlâ, Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem ve müminlerin velayetinden/dostluğundan mahrum olmak zilletiyle nasipsiz kalanlara karşı gösterilecek muvalatın şekli üzerinde de önemle durmak gerekir. Bu tür insanlarla karşılıklı sevgi ve dostane yakınlıktan kaçınmanın lüzumu bilinmelidir. Bunlar bilinmelidir ki dosta vela, düşmana da bera akidesi iyi anlaşılsın.

Dost Dost Diye Kime Sarılırsın?

Çok açıktır ki insanlar fevc fevc, kavim kavim, cemaat cemaat kalben ve fikren batıl itikatlara esir düşürülmektedir. İbretle görmekteyiz ki batıl ideolojileri kurtuluş reçetesi olarak kabul edip tabii olanlar bununla beraber kafirler ve müşriklerle bazı ortak paydalarda buluşuyor olmaktan rahatsızlık duymamaktadırlar.

İnsanların fikren ve kalben batıl ideolojilere esir düşmesi hem dünya hayatında hem de uhrevî hayat itibariyle harap edici büyük tehlikelerin kapısını açar.

Hakkın yerine batıl, adaletin yerine de zulüm ikame edildiğinde hayata dair her ne varsa hepsinin niteliği değişir. Böyle bir zeminde İslam’la ve Müslümanlarla mücadele faaliyetleri dahi ıslah(!) çalışmaları olarak yürütülüp isimlendirilebilmektedir. Evet, şu anda sadece teorik olarak da değil, pratik olarak icra edilen bir vakıadan söz etmekteyiz. Tevhide davet girişimleri ise halen yürürlükte olan kanunlara göre öncelikli olarak durdurulması gerekli ‘düşman unsurlar’ olarak tanımlanmaktadır.

Batılın hak suretinde görünüp üstün geldiği tağutî sistemin bir parçası olan dini hassasiyet sahibi birçok kesim içerisinde tevhide dayalı vela ve bera akidesinin izlerini dahi görmek neredeyse imkansızdır.

Hafızalarımızı şöyle bir yokladığımızda kendilerini ‘İslam’ın müdafileri’ olarak lanse edenlerin ekseriyetinin tevhid davası ve davetçilerine karşı takındıkları katı tutumun zaman zaman Yahudi ve Hristiyanlarınkine eşdeğer şiddetle olduğunu tekrar hatırlarız.

Vela ve bera akidesini bilmemeleri ya da yanlış anlamaları esasen sürekli olarak patinaj halinde bulundukları konumlanmalarıyla ilgilidir. Zira ‘eğri bacadan doğru duman çıkmaz.’

Dünya nüfusunun toplamına oranla nerdeyse Nuh’un aleyhisselam devrindeki gibi sayıca az olan Müslümanlar, İslam’ın temel kaidelerinden biri olan vela ve bera akidesini gereği gibi uygulamaya çalıştıklarında ise karşılaşmadıkları tepki, duymadıkları zılgıt, çekmedikleri eziyet kalmamaktadır.

İslam ümmetinin tevhid akidesi istikametinde olması gereken mecrasını, inanç-ideoloji karışımı farklı alanlara yöneltmekte olanların dost olup olmadıklarını iyice netleştirmekle yükümlüyüz. Çünkü günümüzde dostluk ve düşmanlık kriterleri İslam’ın öngörüp vacip kıldığı ölçülerden bir hayli uzaktır.

Fertler arasındaki dostluğun ölçüsü; sermaye, menfaat, iş ilişkileri, mesleki yararlılık, akrabalık ve hak-batıl demeden örgütlü faaliyetlerde sayıyı arttırmak, farklı sosyal grupların kendi aralarındaki dayanışma, güç birliği yapma vb. şeylerdir.

Allah subhanehu ve teâlâ ile dostluk denince akıllara ilk olarak Allah’a dostluktan çok, tağutî düzenin hamanî-bel’amî kesimini temsil eden tarikat şeyhleriyle kanaat önderi hocaefendi üstadlar(!) gelir.

Tevhid akidesi bireysel ve toplumsal alandan silinmiş, adliyeleri ‘yasakların tatbiki’ adına zulümden paylanmayan kimseyi bırakmamış, hak adına çağın ideolojik cüzzamı demokrasi gibi batıl dinler hakim olmuş fakat henüz birbirleriyle dahi ‘dost’ olmayan sözde ‘Allah dostları’ yayılıp oturdukları postlarının üzerinden bu feci manzarayı şöyle bir nazar eylemeyi bile murad buyurmamaktadırlar! Tüm bunlara rağmen ‘Allah dostları’ markasının patentini/kullanım hakkını kendi tekellerinde tutmaya devam etmektedirler. Kanaat önderi hocaefendilerle üstadlar(!) da her şeyin en iyisini yapmak iddiasıyla ön alarak hazan yaprakları gibi oradan oraya savrulan kitleleri tağutî sisteme katmakla meşguller.

Tevhid akidesinden uzaklaşıp Allah’ın dostluğunu belli bir zümreye zimmetleyince toplumda şirazesiz kitap gibi çözülüp dağıldı.

Böyle bir toplumda artık dost, kimileri için kara toprağı dost edinme bahtsızlığıdır.

Dost, şehvetine kul olanların zinadan önceki son yakınlık ifadesidir.

Dost, başında bulunduğu kurumun ya da devletin yüksek menfaatleri uğruna Yahudi, Hristiyan veya müşrik demeden

yeryüzündeki tüm mevkidaşlarını yürekten selamlamanın yeni biçimidir.

Dost, haçlı-batılı devletlerin ordularının arasında dost ve müttefik olarak bulunup tevhid davası uğruna tüm varlıklarıyla cihad eden Müslümanları yenilgiye uğratmak için ortaya konan devlet iradesinin diplomatik tanımıdır.

En Büyük ‘Dost’un Muhabbetinde Buluştuğumuz Dostlar

Tevhid akidesini ifsat eden fikir vebası niteliğindeki demokrasi, milliyetçilik ve sosyalizm gibi küfür akımlarından beraatinizi ilan ediyorsanız, sizde muvahhidler meclisinin en mûtena yerinde ağırlanmayı hak eden onurlu dostlardansınız.

Nifakın göz kamaştırıcı aldatıcılığında, ruhları yorup beyinlerin nevrini döndüren maskelerinden, her yerlerde bulunmak arzusundan, marazî kalbin sinsiliğinden ve kurnazlıklarından azadeyseniz müjdeler olsun size! Mümin dostlarınızın arasına katılınız ve Allah’ın izniyle, Allah’ın vaadettikleriyle müjdelenesiniz.

Bidatleri, tertemiz Sünnet-i Seniyye’nin yerine ikame etmek gibi telafisi çok zor olan büyük bir cürmü işlemekten ateşten korunur gibi kaçınıyorsanız gözleriniz aydın olsun.

Niyetiniz, sözleriniz, yazdıklarınız, yakınlıklarınız, uzaklıklarınız, ilişkilerinizin ve amellerinizin temel ölçüsü tevhidin gereği olarak vela ve bera akidesi ise selam olsun size ey İbrahimî gençler!

Allah’a subhanehu ve teâlâ Rasûlullah’a sallallahu aleyhi ve sellem itaat ile aydınlatıp ziynetlendirdiğiniz hayatınızda, tevhide aykırı olup Rasûlullah’ın Sünnetine muhalif olan konularda hiçbir hoca efendiye, ağabeye, üstada veya cemaate itaat etmemekle davaya sadakatte Ebu Bekir radıyallahu anh gibi sadık ve sağlam durduğunuz için ömrünüz bereketli, akıbetiniz hayır ve ahiretiniz ebedî saadet olsun ey İslam bahadırları!

Muvahhid kardeşlerinizden ayrıldıktan sonra sanki bütün dünya boşalmış gibi bir hisse kapılıyorsanız ilminize ve bilincinize karşılıklı olarak katkıda bulunabiliyorsanız ve kardeşinizi her gördüğünüzde Allah’ı hatırlıyorsanız/hatırlatıyorsanız, bu dostluk sizin için büyük bir lütuftur, kıymetini biliniz.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ ism-i celili zikredildiğinde kalbiniz titriyor, imanınız kuvvetleniyor ve tevekkülünüz artıyorsa; arkanızda birilerinin/bir cemaatin olup olmadığına bakmadan bütün küfür alemine ürkmeden, utanmadan, çekinmeden, korkmadan ve karmaşık hesapların içerisine dalıp kaybolmadan meydan okuyabiliyorsanız aramıza hoş geldiniz ey azizler!

Tevhid akidesinde istikamet ve yakin üzere sebat edip davete devam ederken ‘mümin’ etiketli mücrimlerin yalan, iftira, alay, ambargo, hakaret ve tehditlerini sinek vızıltısı gibi görüyor ve tüm bunların karşısında dağ gibi dava eri olarak duruyorsanız doğru saftasınız, ey mustakim yiğitler!

Zamanınızı yevm-i teğabûnde (kıyamet günü kâr-zarar günü) lehinizde hüccet olarak hayırlı ve güzel çalışmalarda değerlendirerek kardeşinize ilim, ahlak ve salih amellerde yardımcı olabiliyorsanız, teşvik edebiliyorsanız, destek verebiliyorsanız, öğretenlerden yahut öğrenenlerdenseniz sizin isminizde dostların yüreğine kazınmıştır, bunu biliniz!

Allah subhanehu ve teâlâ size bir nimet verdiğinde onu kardeşlerinizle paylaşıyorsanız, nimetlerden mahrum kaldığınızdaysa sadece sabır değil aynı zamanda hamd ile beraber şükür de edebiliyorsanız Allah subhanehu ve teâlâ ile dostluk kapısının eşiğinden geçmek üzere olduğunuz müjdesiyle gönlünüz aydın olsun.

Sizinle Rabbiniz arasındaki irili ufaklı, az veya çok, cismanî ya da ideolojik putları tereddütsüz bir şekilde paramparça edip enkazını iblisin hezimet hanesine yazdırabildiyseniz siz de artık Halilu’r-Rahman İbrahim’in aleyhisselam milletinin muvahhid fertlerindensiniz… Bununla yaşadığınız sürece mutlu olabilirsiniz.

Allah’ın hakkını korumak söz konusu olunca yeri ve zamanı geldiğinde en çok korkup çekindiğinizin ya da en fazla sevip beğendiğinizin isminin altını, gerektiğinde de üzerini çizebiliyorsanız sizler Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere dostluğunuzda büyük bir samimiyet göstermiş olursunuz ey iman ve fütüvvet ehli dostlar!

Gençliğini/ömrünü Allah’ın mukaddes davasına adamış davet veya cihad yoldaşınızla (eğer varsa) husumeti terk edebiliyorsanız, zellesini (küçük hatalarını) görmezlikten gelebiliyorsanız, aranızda yaşanmış tatsızlıkları kötü bir niyet ve içten garazlık olmadan fi-sebilillah unutabiliyorsanız her daim aranılan, özlenen ve güzel ahlakıyla tanınan mümtaz bir dost olarak anılacaksınız.

Allah subhanehu ve teâlâ müminlerin nefislerini satın almıştır. Siz de sattığınız şeyi teslim etmekle mükellefsiniz. Ücretinizi tam olarak alıp da sattığınız şeyi ayıplı olarak teslim etmekten kaçınan, Allah’ın, nefsin ıslahı konusundaki nimetini ve minnetini görenlerden iseniz sizde dostluk kitabının seçkin sayfalarında yer almaktasınız.

Sizin için Allah sevgisinden daha sevimli ve hoş bir şey yoksa aynı zamanda O’nun sevdiği şeylerle O’na yaklaşmaktan daha güzel bir şeyin olmadığını da biliyorsanız kalbiniz Allah’a dost olmanın olağanüstü lezzetine varmış demektir. Ne mutlu size!

Eğer tağutu inkarla beraber tağuttan, dostlarından, yardımcılarından, sisteminin içinde yer alanlardan beraatinizi; Allah’a, Rasûlullah’a ve müminlere de velayetinizi/dostluğunuzu ilan edebiliyorsanız bilin ki artık ‘La ilahe illallah’ hakikatinin künhüne ulaşmışsınız, inşallah.

Allah için seviyor, teveccüh ediyor ve dost oluyorsanız ve yine Allah için buğzediyor, uzaklaşıyor, terk ediyor ve düşmanlık besliyorsanız o halde imanın en güçlü ve güvenilir kulpuna yapışmanızı kolaylaştırdığı için Allah’a çokça hamd ve secde ediniz, aziz dostlar.

‘Bera’ Olsun Size!

Şirkleri apaçık olan çağdaş müşriklerin şirk ideolojisiyle ortaya koydukları icraatlara rıza gösteren, şirklerinde şüphe eden, Allah’ın dinine alternatif olması iddiasıyla ortaya koydukları görüş ve ideolojilerden herhangi birisini doğru kabul edip bağlanan her kim olursa olsun muvahhidler nezdinde ‘bera’ ehlidir.

Kafirleri dost edinen, onlara meyleden, onların küfürlerinden bazı şeylere (laik-demokratik anayasa gibi) gönül rızasıyla katkıda bulunan, Allah’ın kitabının dışındaki batıl kanunlarla hükmeden liderlere tabii olan kimse/kimseler Müslümanların beri olmaları gereken şirk ve nifak bulaşıklarıdır.

Sözüm ona dinin maslahatı adına kafirlere yağcılık (mudahene) yapan, zararsız, uysal ve şirin görünmek için tevhidden uzaklaşan, bunları sırdaş edinerek muvahhidleri terk edip ‘aşırı’ ilan eden ve tevhidi terk edince kendilerini kurtulmuş zannedenler muvahhidler nazarında zerre kadar muhabbete ve velayete layık değillerdir.

Tevhid davetçilerini evlerinden ve mescidlerinden çıkaran, Allah’ın kitabının bir kısmına inanıp bir kısmını inkar eden, şirkle harmanlanmış yeni bir sistemi yeryüzünde ikame etmeye çalışan iktidar sahipleri, yardımcıları ‘aydaş’ları, paydaşları ve yardakçıları şüphesizki tevhid akidesinden mahrumdur. Allah subhanehu ve teâlâ, Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem ve müminler de bunlardan beridir.

Şirk rejiminin güçlenmesi, muhafazası ve devamlılığı için sistemin hangi kademesinde olursa olsun bu amaçla onlarla istişarede bulunan, planlamalar yapan, stratejiler geliştirilen, Müslümanlarla ilgili haberleri ve sırları onlara ulaştıran, İslam’a düşmanlığı her dönemde tescillenmiş ordusunun saflarına katılanlar ile muvahhidlerin hiçbir ortak yanı yoktur.

Şüphelerle ve yaldızlı batıl sözlerle Allah’ın yolundan alıkoyan kimseler ile dünyayı ve makam sevdasına meftun olup aşırı bağlılık gösteren kimseler Müslümanlarla aynı çağda ve coğrafyada yaşıyor olsalar da aralarında asırlarla ifade edilebilecek bir beraat/uzaklık vardır.

Allah ve Rasûlü’nün düşmanlarının yaptıklarına rıza gösteren, söz, davranış, giyim, kuşam, fikir ve anlayışlarını taklit eden, onlarla yakınlaşan ve kendileriyle hemhal olup nasihatleşen, onları ‘münevver, aydın, medeni, ilerici vb.’ sıfatlarla överek sözde faziletlerini züğürdün çenesi misali dilinden düşürmeyen aşağılık kompleksli kişiler müminlerin velayetinden mahrum, beraatına da mahkumdurlar.

Yönetimdeki ya da etrafımızdaki müşriklere karşı kendileriyle herhangi bir alaka ve ilişkilerinin olmadığını, kendilerinden uzak olduğunu açıkça ilan etmeyen, özelikle de günümüzde yaygın olan beşeri ideolojilerin/dinlerin başında gelen demokrasiden beri olduğunu belirtmekle tevhidini aleni olarak ortaya koymayan kimse, kime dost, kime düşman olacağını bilemez bir halde şüpheler denizinde kulaç atmakla ömür tüketecektir.

Gündüzün ortasında güneşin ışığı gibi olan tevhid akidesini, akıllara durgunluk veren sihir gibi söz cambazlıklarıyla siyasal hedeflerine ve stratejilerine uygun bir forma sokmaya çalışırken Arap baharının da etkisiyle başları dönüp ayakları yerden kesilenlerin dostları mücahidler ile muvahhidler değil bu süreçleri etkileyen ve yönlendirmeye çalışan batılı dostlarıdır.

Anayasanın Fatiha’sı laiklik ve demokratlık ile başlayan şirk düzenin meşruiyetini, üzerine kurulduğu bu temel ilkelerden olan eğitim, ordu ve diyanet gibi laikliği önceleyen kuruluşlarına ya da sistemin güç kaynaklarından olan siyasi partilere katılan, üye olup bağlananlar, bu durumda velayetlerini küfre/kafirlere, beraat ve adavetlerini de Müslümanlara yöneltmişlerdir.

Allah’ı, Rasûlullah’ı ve müminleri evliya (dostlar) edinmeyi terk edip meşruiyet arayışını tağutî düzenin kuyruğuna takılmakla sürdürenlerin akıbeti hakkın da Kitab-ı Kerim’de çok ciddi uyarılar ve tehditler görüyoruz:

“Yüzleri ateşle evirilip çevrildiği gün: ‘Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Peygambere de itaat etseydik!’ derler. ‘Ey Rabbimiz! Biz liderlerimize ve büyüklerimize uydukta onlar bizi yoldan saptırdılar’, derler!” (33/Ahzab, 66)

Bizim dostumuz ancak Allah’tır subhanehu ve teâlâ, Rasûlullah’tır sallallahu aleyhi ve sellem  ve iman edenlerdir. Başkalarını dost edinenlere, tevhid önderi İbrahim’in aleyhisselam kavmine söylediği kınama sözlerinden münhem olarak bizde şöyle diyoruz; Allah’ı bırakıp tabii olduğunuz şeylere yuh, size de bera(timizin) ilanı olsun!

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver