Çocukluk Dönemi Aşı ve Hastalıkları

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Allah subhanehu ve teala, peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem, bütün Nebilere ve Rasûllere salât eylesin.

Amerika Birleşik Devletleri, Hastalıkları Kontrol Merkezi’nin (CDC); dünyanın salahiyetini(!) sağlamak adına 20. yüzyılın en önemli ‘sağlık zaferi’ olarak tanımladığı; yazı serimizin de konusu olan çocukluk dönemi aşıları, ayrıca diğer bakteri, virüs, parazit, mantar, yetişkin hastalıkları ve kanser aşıları gibi onlarca aşı mevcuttur.

Aşı firmaları ve bunu uygulayan hekimler aşıların oluşturduğu ölüm de dahil olmak üzere hiçbir istenmeyen etkiye karşı hukuki sorumluluk taşımazlar. Bununla beraber tüm bu aşıların daha fazla insana ulaştırılması ve aşılar uygulanırken rahat uygulanabilmesi için farklı alternatifler üzerinde çalışmaktalar. Genetik mühendislerinin çalışmaları sonucu; burun spreyi şeklinde yendiğinde vücutta etkisini gösteren muz ve patatesten aşılar geliştirilmiş ( Aşı firması olan Sanofi Pasteur’un; Aşı kitabı) ve daha ilginç olanı, uçan aşı adıyla da genetiği üzerinde oynanmış kendileri aşı olmuş olan sivrisinekler üzerinde çalışılıyor.

Gerekli gördükleri durumlarda, geliştirdikleri bu ve benzeri yöntemleri kullanarak aşı yaptırma için insanların rızaları alınmadan, bilgileri dışında, kontrolsüz ve aynı zamanda dozun ayarlanmasının imkansız olduğu bir aşılama yaşanabilir. (http://www.turkiyegazetesi.com.tr/Genel/a437235.aspx)

Aşı Tespitleri

Normal bir gelişim için hayatlarının ilk iki yılında emzirilmesi gereken bebeklerin savunma sistemleri de aynı paralellikte ve süreçte (ilk iki yılda) tamamlandığı düşünülmektedir. Kendileri adına sağlık zaferi olan ama insanlık adına tam bir hezimet olan bu aşıların, bebeklerin hayatlarının ilk iki yılına sığdırılmış olması ise düşünülmesi gereken önemli bir husustur.

Savunma sistemi, vücuda dahil olan hastalık etkenlerine veya kendisine yabancı olan herhangi bir maddeye karşı, gücü nisbetinde saldırıya geçer. Henüz yeni doğmuş bebeğin, olgunlaşmamış olan bu sistemi ilk aşıyla ilk darbeyi almış olur. Aşı takvimini takiben, periyodik olarak tekrar tekrar uygulanan ve sürekli farklı ajanlara maruz kalması, bağışıklık sistemini tamamen zayıflatır. Bu da savunma sisteminin olgunlaşmasına, normal gelişim sürecinin tamamlanmasına bir engeldir.

Nisa Suresi 119. ayetinde Allah subhanehu ve teala; şeytanın yaratılışa müdahale edip insan fıtratını değiştirmelerini tabiilerine emredeceğini bize bildiriyor.

Aşılarla ilgili ilk yazımızda bağışıklık sistemini anlatırken aşıların aslında hastalığa karşı bağışıklık oluşturmadığını, yani tam bir koruma sağlamadığını ele almıştık. Esasen modern tıpta aşıların koruduğunu söylemelerindeki asıl kasıtları, aşıdan sonra vücutta antikorun oluşmasıdır ve bu durumu da aşının hastalığa karşı aktif bağışıklanmış olması ile denk tutmaktadırlar.

Vücutta antikor oluşumunun tek anlamı vardır, o da bir hastalık etmeniyle karşılaşmış olduğudur.

Doğal yoldan geçirilen hastalıklarda bağışıklık sistemi bütünüyle uyarılır ve ancak bu şekilde vücudun gerçek koruyucu bağışıklığı oluşur, antikor oluşumu ise koruyucu bağışıklığın oluşmasından sonraki sürecin sadece sonuçlarından biridir.

Aşılarla bağışıklık sistemimizin yalnızca bir kısmı uyarılmakta, bu da bağışıklık sisteminin tüm elemanlarının devreye girmediğini ve hâliyle oluşan bu antikorun etkin bir bağışıklık kazandırmadığını görmekteyiz.

Tam aksine aşı olunduğu zaman bağışıklık sistemini zedelemiş, tahrip etmiş oluruz; bu tahribat bazen kendini bir reaksiyon olarak gösterir bazen de hiç göstermez. Çoğunlukla aşılanmayı takiben huzursuzluk, kulak enfeksiyonları, cilt enfeksiyonları, vücut kaslarının gevşek bir hâl alması (flask) ve benzeri rahatsızlıklarla karşılaşılması bundandır. Ve tabii bu hastalık sürecinin her aşamasında kullanılan antibiyotikler bağışıklık sistemini daha da çökertir. Bunu takiben de artık vücut başka hastalıklara karşı kendini savunamaz bir hâle gelir.

Aşılar ve Çelişkiler

Yeni nesillerin daha sağlıklı olması bahanesiyle ve kendilerinin yalnızca ıslah ediciler olduklarının iddiasıyla, dünyanın her yerine aşılar ulaştırılarak ücret dahi talep etmeden bilhassa çocuklara uygulanmaktadır.

Tüm gizleme, örtme, manipüle etmelere rağmen kendi elleriyle yazdıkları yığınca doküman ve belgelerde hakikatte aşıların iddia edildiği gibi olmadığını görebiliyoruz.

Verem aşısı BCG, rutin olarak doğumdan itibaren 2. ayın sonunda tek doz olarak yapılan canlı viral bir aşıdır.

Bugün verem, tüm aşılara rağmen dünyanın bazı bölgeleri için ciddi sorun teşkil etmekte, yılda yaklaşık 8 milyon yeni verem vakası saptanmaktadır.

2005 yılında Afrika’da verem insidansı 100,000 kişide 343 iken, 2005 yılı için Amerika’da verem insidansı 100,000 kişide 5’in altında seyretmiş, 2010 verilerine göre ise Türkiye’de verem insidansı 100.000’de 28’dir. Tüm dünyada hastalığın görüldüğü ortalama yaş aralığı 25-44’tür ve vereme bağlı ölüm hızı ise 2008 yılındaki verilere göre 1 milyon hastada 6 olarak kayıtlara geçmiştir. Çoğu kez hastalığı yeni kapmış kişiler hiçbir belirti vermez; verem mikrobunu kapmış kişilerin ancak %10’u gerçek manada hastalık geçirmektedir.

Toplumda bazı kesimlerin vereme yakalanma riski daha yüksektir, AIDS pozitif veya başka nedenlerle bağışıklık sistemi zayıflamış olanlar, veremli kişilerle yakın temas hâlinde yaşayanlar, evsizler, gecekondu mahallesi sakinleri, veremin yaygın görüldüğü ülkelerden gelenler, bakım evi sakinleri ve hapishane mahkumları, uyuşturucu şırınga edenler, kronik diyabet veya kanser hastalarıdır. Bunların hepsi göz ardı edilerek hayatlarının ikinci ayında tüm bebeklere uygulanmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü’ne üye ülkelerin 158’inde (%82) bebeklik dönemi BCG aşısı rutin uygulanan ulusal programlarda yer almaktadır. Amerika Birleşik Deletleri, Hollanda, Finlandiya, İsveç, İsviçre, Avusturya, Danimarka, İsrail, İtalya, Japonya, Malta ve diğer bazı ülkeler ile beraber toplam 36 ülkede verem aşısı rutin uygulamadan kaldırılmıştır.

Verem, temizliğin dikkat edilmediği kötü yaşam koşulları, kalabalık haneler ve yetersiz havalandırma gibi nedenlerle ilişkilendirilmektedir. Aktif verem hastası olan kişinin öksürük veya hapşırığı sonucu havaya saçılan su damlacıklarıyla yayılır, ancak bulaşma çoğunlukla hastayla uzun süre vakit geçirildiği takdirde gerçekleşir.

Hastalığın seyrini ve bulaşmaması için gereken temel düzeydeki önlemler bile hiçbir şekilde anlatılmadan, doğrudan aşılar uygulanmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü’nün neredeyse her yıl milyon dolar değerinde aşıları Afrika, Hindistan gibi ülkelerdeki çocuklara insanlığın salahiyeti(!) adına ulaştırıldığını görebiliyoruz. Ama Afrika’da 300 milyondan fazla insanın en temel ihtiyacı olan içme suyuna yönelik; su havzaları açma veya su problemini bir şekilde gidermeye dönük bir girişimde bulunduğunu görmedik.

Hindistan’da hijyenin ne demek olduğunu dahi duymayan ve tuvaletini dışarıda yapan 620 milyon tuvaletsiz kişiye enfeksiyonların bulaşmasını engellemek adına hijyen sorununu çözmeye yönelik bir yaptırım olmadan direkt aşının yapılmaya çalışılması da tam bir ironi…

Aşıların ilk dönemlerinde daha objektif olarak tutulan tutanaklarda, arşivlerde şu tabloları görüyoruz;

1930’da Fransa’dan alınan BCG aşısı, Almanya’daki bir klinikte 251 çocuğa uygulanıyor; çocukların büyük bir kısmı ciddi bir şekilde hastalanıyor ve 77’si de ölüyor. ( http://www.whale.to/vaccine/buchwald_b2.html kitabın sayfa 53-54’te)

Dünya Sağlık Örgütü; Güney Hindistan’da verem önleme çalışmaları kapsamında BCG aşıları ile ilgili yaptığı deneyde; Hindistan’ın Madras kentinde 1 aydan küçük bebekler dışında, 364,000’lik nüfusun tamamı verem aşısı BCG ile aşılanıyor. Aynı zamanda, benzer nüfusa sahip bir başka şehir de kontrol grubu olarak kullanılıyor, bunlardan da hiç kimseye BCG aşısı vurulmuyor. Yapılan çalışmadan 11 yıl sonra Dünya Sağlık Örgütü sonuçları şöyle açıklıyor: ‘Uygun koşullar altında yürütülmüş olan saha çalışmasında BCG aşısının herhangi bir koruyucu etkisi tespit edilemedi.’ (http://cid.oxfordjournals.org/content/31/Supplement_3/S77.full)

Bugün; Türkiye, Etiyopya, Hindistan, Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerde; ağza damlatılarak, uygulama kolaylığı ve ucuz olması nedeniyle kullanılan OPA aşısı Türkiye’de altıncı ve on sekizinci ayların sonunda uygulanmaktadır, bu aşının bizzat kendisi çocuk felcine yol açtığı ve uzun yıllardır doğal polio virüsüne bağlı bir bildirim olmamasına rağmen uygulandığı için oluşturduğu felç vakaları sebebiyle zararı açıkça faydasından fazla olduğundan 2000’de ABD tarafından kullanımına son verilen ( Polio Vaccination, http://www.cdc.gov/vaccines/vpd-vac/polio/) OPA aşılarının, bazı bölgelerde çocuklara bağışıklık durumuna bakılmaksızın tekrar tekrar kampanyalarla uygulanması açıklanamayan bir çelişkidir.

Aşılar uygulanmadan önce bu hastalıklara bağlı ölümlerin dünyada ciddi oranlarda olduğunu, aşıların uygulamaya girmeleri sonucu bu hastalıkların görülme ve ölüm oranlarında ciddi bir düşüş gösterdiğini söyleyerek, kendi uydurdukları ve insanların çoğunluğunu da inandırarak bir takım bilimsel olmayan görüşleri öne sürerler.Hâlbuki aşıların ortaya çıktıkları tarihlerden 15-20 yıl önceki istatistiklere bakıldığında bu hastalıklara bağlı ölümlerin zaten çok ciddi ve hızlı bir seyirle azaldığını görebilmekteyiz. (http://healthsentinel.com/joomla/index.php?option=com_content&view=article&id=2654:united-states-disease-death-rates&catid=55:united-states-deaths-from-diseases&Itemid=55)

Bir diğer önemli husus; aşıların içeriğinde bulunan Alüminyumun, insan vücuduna zarar vermeyecek mikrogramlarla ifade edilen, küçük boyutlarda olduğunu söylemelerinin hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Çünkü 2 yaşına kadar onlarca doz aşıya maruz kalan küçük bir bebeğin kanına tüm aşılarda bulunan Alüminyum hesaplandığında çocuklarımızı 5-6 mg. gibi şaşırtıcı derecede yoğun bir metale maruz bırakmış oluruz.

Alüminyum çok küçük miktarlarda bile beyin ve sinir sistemine etki gösteren bir metaldir ve zararları uzun zamandan beri bilinmektedir. (http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/24202577)

Sonuç olarak;

Tek bir elin kontrolü ile özellikle son yarım asırdır dünyanın her yerinde uygulanmakta olan bu aşılarda, modern tıbbın sahip olduğu bazı dar anlayışlar ile şuan gelinen noktada; yetişkin ve çocuklarda, vücudun hastalığın kendisiyle savaşarak rahat geçirilebilen birtakım hastalıkların yerine muazzam oranlara ulaşan ve aynı zamanda asıl tehlike arzeden kronik, ölümcül ve daha adı dahi konulamayan bir yığın hastalıkları edinmiş bulunuyoruz.

Hastalıklardan korkmayı bırakıp çocuklarımızın bağışıklık sistemini güçlendirmenin yollarını öğrenmeye başlamamız lazım. Bunun için çocuğumuzu iki yıl boyunca anne sütü, saf/temiz su ve organik gıda ile beslemek, sağlıklı büyütebileceğimiz bir yaşam alanı ile huzurlu bir aile ortamını sağlamaya çalışmamız lazım.

“(Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için) Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler.” (2/Bakara, 233)

Çocuğunuz için yapabileceğiniz en iyi şey budur, bu şekilde desteklenmiş bir çocuk biiznillah karşılaştığı hastalıkları da büyük oranda sorunsuz şekilde atlatacaktır.

Bakteri ve virüslerle sürekli olarak hepimizin temasta olduğunu, ancak bunların nadiren bizi hasta ettiğini hatırlamamız lazım.

Biz zaten güçsüzsek ve bağışıklık sistemi de zayıfsa o zaman bu mikroplar gerçek manada hastalığa yol açacaktır.

Çocuklarımızın hastalık etkeniyle karşılaşmaması için aldığımız tedbirler ve yoğun dikkatimize rağmen hastalanıyor olmaları elbette ki bizim için Allah’ın subhanehu ve teala takdiridir, her duruma Müslüman şuuruyla bakmak zorunda olduğumuzun bilincinde olmalıyız.

Hastalığı farkettiğimiz ilk andan itibaren tedavi ve şifa yollarını mubah yollarla aramakla yükümlüyüz.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver