Bedir Savaşının Sonuçları Üzerine Birkaç Değerlendirme – 2

Enfal Suresi’nin 41. ayetinde Furkan Günü olarak adlandırılan Bedir Savaşı’nın Mekke, Medine ve Arap Yarımadası için çok ciddi sonuçları oldu. Bu sonuçlar üzerinde yapılacak değerlendirmeler günümüze de ışık tutacak, İslami harekete yol gösterecek niteliktedir. Biz gücümüz yettiğince bunlardan bazılarına değinmeye çalışacağız:

Vela ve bera akidesi, İslam inancının en temel meselelerindendir. Dostluk ve düşmanlık hususu itikadın meyvesidir. Ancak her teoride olduğu gibi bu hususta da bir meselenin anlaşılıp anlaşılmadığı pratikle test edilmeli, sağlaması yapılmalıdır.

Bedir Savaşı, vela ve bera akidesi açısından sahabe için bir pratik vazifesi görüyordu. Ve onlar hem sahadaki hem de kalplerdeki savaşı kazandılar. Kavmiyetçiliğin zirvede olduğu bir toplumda en yakın akrabalarına kılıç çekmekten, onlarla savaşmak için can atmaktan bir an olsun geri durmadılar.

Bir tarafta Ebu Bekir (ra), diğer tarafta müşriklerin safında yer alan oğlu Abdurrahman; bir tarafta müşriklerin liderlerinden Utbe ibni Rebia, karşı tarafta oğlu Ebu Huzeyfe (ra); bir tarafta Ali (ra), diğer tarafta kardeşi Akil vardı…

“Peygamberimiz (sav), Ebu Huzeyfe’nin babası Utbe’nin cesedi sürünüp kuyuya atılırken, Ebu Huzeyfe’nin üzüldüğünü ve yüzünün renginin değiştiğini görünce, ‘Ey Ebu Huzeyfe! Galiba, babanın durumundan dolayı kalbine bir şeyler girdi.’ buyurdu. Ebu Huzeyfe, ‘Hayır! Vallahi ya Resûlallah, bana ne babamdan ne de onun vurulup düşeceği yerden dolayı bir şüphe gelmiştir! Fakat ben babamda bulunduğunu bildiğim isabetli görüşlülük, usluluk ve faziletin; kendisinin er geç İslam’a girmesine vesile olacağını ummakta idim. Onun uğradığı musibeti görünce küfür üzerine ölüp gittiğini düşündüm, bu bana üzüntü verdi.’ dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav), Ebu Huzeyfe için dua etti ve hayır diledi.”
[1]

“Musab ibni Umeyr’in kardeşi Ubeyd ibni Umeyr, Bedir Günü Müslimlerin eline esir düşmüştü. Ensar’dan bir sahabi onu bağlamaktaydı. O esnada oradan geçen Musab (ra), kardeşini bağlayan sahabeye şöyle seslendi: ‘Onu sıkıca bağla, çünkü annesi çok zengindir. Sana oldukça fazla miktarda fidye verir.’ Bu durum karşısında şaşıran kardeşi Ubeyd, ‘Kardeşim olmana rağmen nasıl böyle konuşursun?’ dedi. Musab (ra) ise şöyle cevap verdi: ‘Benim kardeşim sen değilsin. Benim kardeşim, şu anda seni bağlayan kimsedir.’ “[2]

Küfür beldelerinde şirk ehli ile uzun süre yaşamak, vela ve bera akidesine en fazla zarar veren hususlardandır. Ayrıca İslam davetinin güç kazanması ve ilk zamanlardaki baskıların hafiflemesi de bu inancı zayıflatan etkenlerdendir. Dostluk ve düşmanlık akidesini canlı tutmak isteyen müminlerin önünde -eğer küfür beldelerini terk edemiyorlarsa- tek çıkış yolu vardır: davetlerini en açık hâliyle anlatmak ve hiçbir yumuşamaya gitmemek. Kâfirlerin onlara iyi davranması vefa ahlakını devreye sokabilir, ancak bu durum hiçbir zaman inançlardan taviz verilecek bir zemin oluşturmamalıdır.

Bedir Savaşı zaferle neticelenince Allah Resûlü’nün (sav) huzuruna esirler ve ganimetler getirildi. Ganimet meselesinde yaşanan anlaşmazlık nedeniyle Allah (cc) Enfâl Suresi’ndeki ilgili ayetleri indirdi:

“Peygamberimiz (sav); mücahidlerin karargâhta topladıkları malların bir araya getirilmesini emretti. Mücahidler, bunun üzerinde anlaşmazlığa düştüler. O malları toplayanlar, ‘Onlar bizimdir!’ dediler. Düşmanla savaşanlar ve onları kovalayanlar, ‘Vallahi, biz olmasaydık, siz o ganimetleri elde edemezdiniz! Kureyş müşriklerini oyalayıp sizin onu toplamanıza imkân veren biziz!’ dediler. Müşriklerin arkadan gelmesinden korkarak Resûlullah’ı (sav) koruyanlar ise ‘Vallahi, siz bizden daha fazla hak sahibi değilsiniz! Allah (cc), onları bize yendirdiği zaman, biz de düşman öldürmesini ve o malları koruyan kimse bulunmadığı zaman onları almasını biliyorduk. Fakat biz, düşmanın Resûlullah’a (sav) saldırmasından korktuk ve onun önünde durduk. O hâlde siz o mallara bizden daha fazla hak sahibi değilsiniz!’ dediler.”[3]

Yaşanan bu hadise üzerine Allah (cc) şu ayeti indirmişti:

“Sana ganimetlerden soruyorlar. De ki: ‘Ganimetler (hakkında hüküm verme yetkisi) Allah’a ve Resûl’e aittir. Allah’tan korkup sakının ve aranızı düzeltin. Şayet inanmışsanız, Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin.’ “[4]

Ubade ibni Samit (ra) der ki:

“Bedir ashabı olarak ganimet üzerinde anlaşmazlığa düştüğümüz ve bu meselede ahlakımızın kötüleştiği sırada, hakkımızda Enfâl Suresi nazil oldu. Böylece Allah o ganimetleri ellerimizden çıkarttı ve Resûl’ünün eline verdi. Resûlullah da (sav) Müslimler arasında eşit olarak bölüştürdü.”[5]

Birçok hadisede olduğu gibi Bedir Savaşı’nda yaşananlar da sahabe ile onlardan sonra gelen nesiller arasındaki farkın ne olduğunu göstermesi açısından manidardır. Sahabe de insanlardan oluşan bir topluluktu. Onların da her insan gibi dünya ve içindekilere meyilleri vardı. Kendilerini terbiye etmek için çabalıyor ve düşe kalka kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Tam da bu noktada diğer insanlardan farkları açığa çıkmaya başlıyordu. Sahabe hata ettiğinde ve vahyin kendileri hakkındaki hükümlerini öğrendiğinde “amasız” bir şekilde hemen ona tabi oluyor ve sonraki yaşamlarında aynı hataya düşmemek için çaba gösteriyordu. Yukarıdaki rivayeti gözümüzde canlandıralım: Daha yarım saat önce bir miktar mal için birbirleri ile tartışan ve başka rivayetlerde olduğu üzere tartışmayı ileri götürenler, haklarında ayet nazil olduğunda sanki biraz önce tartışanlar onlar değilmiş gibi hareket ediyorlar. Bizler ise vahye kulak verdiğimizde kendi eksiklerimiz dışında herkesin sıkıntısını rahatlıkla tespit edebiliyoruz.

Ganimetlerle ilgili yaşanan bu hadise aynı zamanda bizim için çok ciddi bir uyarıdır. “Benim dünya malına karşı bir meylim yok.” deyip işin içinden sıyrılmak, kolaycılığa kaçmaktır. Tam tersine kim olursa olsun dünya ziynetlerine karşı isteği vardır ve terbiye edilmediğinde umulmadık yerlerde onu kulluk yolculuğunda yarıda bırakır. Bazen bu durum kardeşiyle arasını bozar, bazen kişiyi İslam cemaatinden uzaklaştırır, bazen emirine karşı itaatsizleştirir… Ancak hangi surette olursa olsun mutlaka ona zarar verir. Sahabe dahi -kısa süreliğine olsa da- bu gaflet hâlini yaşayabiliyorsa kimse bu hastalıktan vareste değildir.

Ganimetlerin dışında yaşanan diğer hadise de esirlerle ilgilidir:

“Peygamberimiz (sav) esirlerin işini Ebu Bekir, Ali ve Ömer’le istişare etti. Ebu Bekir, ‘Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar amcaoğulları, akraba ve kardeşlerdir. Ben onlardan fidye almanı uygun görürüm. Onlardan aldıklarımız, kâfirlere karşı bizim için bir güç, kuvvet olur. Belki de Allah onları doğru yola erdirir de onlar bizim için destek olurlar.’ dedi. Peygamberimiz (sav), Ömer’e sordu. Ömer, ‘Hayır! Vallahi ya Resûlallah! Ben, Ebu Bekir’in görüşünde değilim. Benim bu husustaki görüşüm, onların boyunlarını vurmamıza izin vermendir! Bana müsaade buyur! (Akrabamdan) filanın boynunu ben vurayım! Ali’ye müsaade buyur! (Kardeşi) Akil’in boynunu o vursun! Hamza’ya müsaade buyur! Kardeşi filanın boynunu o vursun! Ta ki Allah, kalplerimizde müşriklere karşı bir yumuşaklık ve zaaf bulunmadığını belli etsin! Bu esirler müşriklerin eşrafı, önderleri ve küfür elebaşlarıdır!’ dedi. Peygamberimiz (sav), Ebu Bekir’in görüşüne meyletti, Ömer’in görüşüne meyletmedi.”[6]

Ömer (ra) bu hadiseden sonra şöyle demiştir:

“Sabahleyin Resûlullah’ın (sav) yanına geldiğimde o ve Ebu Bekir, oturmuş ağlıyorlardı.

‘Ya Rasûlallah! Seni ve arkadaşını ağlatan nedir? Bana haber ver! Ona ağlanacak bir hâl bulursam, ben de ağlayayım. Ağlanacak bir hâl bulmazsam, ikinizin ağlamasına katılmaya çalışayım.’ dedim. Resûlullah (sav), ‘Senin arkadaşlarının esirlerden aldıkları fidyelerden dolayı, vay benim başıma gelene! Uğrayacağınız azabın, şu yakınındaki ağaçtan daha yakın olduğu bana gösterildi!’ buyurdu.”[7]

Allah Resûlü (sav) ve Ebu Bekir (ra) bu hâldeydi, çünkü Allah (cc), esirler ve onlardan alınan fidyeler hakkında indirdiği ayetlerde şöyle buyurmuştu:

“Hiçbir peygambere, düşmanlarıyla çarpışıp güç kazanıncaya kadar esir edinmek yakışmaz. Siz geçici bir dünyalık istiyorsunuz. (Oysa) Allah, (sizin için ebedî olan) ahiret yurdunu ister. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. Şayet Allah’tan (sizi helak etmeyeceğine dair) geçmişte verilmiş İlahi bir hüküm olmasaydı, elbette aldığınız (fidyelere) karşılık size büyük bir azap dokunurdu. Aldığınız ganimetlerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.”[8]

Allah Resûlü (sav) birçok hususta olduğu gibi burada da ashabıyla istişare etmiş ve bir görüşe meyletmişti. Bununla birlikte vahiyle desteklenen ve yönlendirilen Peygamberimiz hata ettiğinde hemen Rabbi tarafından düzeltiliyordu. Burada da Allah (cc) bu vesileyle -küfre karşı güçlü ve zayıf olunan- iki farklı dönemde esirlere muamele fıkhını Müslimlere öğretmiş oldu.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 


[1] .İbni İshak

[2] .İbni İshak

[3] .İbni İshak

[4] .8/Enfâl, 1

[5] .Müsned

[6] .Müslim

[7] .Müsned

[8] .8/Enfâl, 67-69

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver