Anne Karnında Başlıyan Yolculuk

 

Dördüncü Hadis

Abdullah ibni Mesud (ra) dedi ki:

“Doğru ve doğruluğu tasdik edilmiş olan Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu:

‘Sizden birinizin anne karnında yaratılması nutfe (kan pıhtısı) hâlinde kırk gün sürer. Sonra bir o kadar sürede alaka (bir et parçası) hâlini alır. Ardından bir o kadar sürede de mudğa (organların belirginleşmesi) hâlini alır. Sonra bir melek gönderilir ve kendisine ruh üfürülür. Meleğe dört kelimeyi; o kişinin rızkını, ecelini, amelini, bedbaht mı bahtiyar mı olacağını yazması emredilir.

Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a kasem olsun ki içinizden biriniz cennet ehlinin amelini işler. Öyle ki cennet ile arasında bir zira’/arşın mesafe kalır. Fakat hakkındaki yazı öne geçer ve ateş ehlinin amelini işleyerek ateşe girer. Biriniz de ateş ehlinin amelini işler. Öyle ki ateş ile arasında bir zira’/arşın mesafe kalır. Fakat hakkındaki yazı öne geçer ve cennetliklerin amelini işleyerek cennete girer.’ ”[1]

Birinci Mesele

Allah Resûlü’nün (sav) gönderildiği M 7. asırda, anne karnındaki ceninin teşekkülü/şekillenmesi meselesi bilinen bir durum değildi. Bu nedenle bu tür bilgiler o dönem için gaybi ilim kapsamındaydı. Söylendiği dönem içerisinde ele alındığında mezkûr hadisin muazzam bir hakikati aşikâr ettiği gayet iyi anlaşılacaktır. Bu durum, gaybın anahtarlarını elinde bulunduran Yüce Allah’ın (cc), Resûl’üne bildirmesidir. Nitekim ayette de belirtildiği gibi “gaybı yalnız o bilir” ve “dilediğini resûllerine öğretir”:

“(O,) gaybı bilendir. Gaybına hiç kimseyi muttali kılmaz. Ancak resûlleri arasından razı olup (seçtikleri) müstesna. Çünkü (gayb bilgisine muttali olan elçinin) önünde ve arkasında (onu koruyan) gözetleyiciler kılmıştır.”[2]

Allah’tan (cc) bir burhan üzere olmadan -ki Peygamberimizden sonra hiç kimse için böyle bir delil söz konusu değildir- gaybı bildiğini iddia eden insan, “kendisine verilmeyenle doymuş gibi davranan ve böylelikle iki yalan elbiseye bürünmüş olan”[3] bir yalancıdır. Allah’a karşı haddini aşmış bir cahildir. İnsanları Allah ile aldatan bir sahtekârdır. Böylelerine hürmet edip bir ilim adamı muamelesi yapmak ise cehaletin başka bir tezahürüdür. Gaybı bildiğini iddia eden kimselerin iddiasını tasdik eden şahıslar bu konuda varid olan nasları tekzip etmiştir.

İkinci Mesele

İnsanın yaratılışı anne karnında başlar. Sperm ile yumurta bir araya geldikten sonra oluşan embriyo rahme yerleşir. İlk kırk günlük sürede bir damla su/nutfe olarak kalır. İkinci kırk günlük sürede kan pıhtısına/alakaya dönüşür. Alak denmesinin nedeni, yapışkan bir yapıya sahip olması ve rahim duvarına yapışmasıdır…

Bundan sonra da kaderi yazılır. Ancak bu yazım, kaderin ilk defa yazılması anlamında değildir. Çünkü yaratılmış tüm varlıkların kaderi gökler ve yer yaratılmadan elli bin yıl evvel Levh-i Mahfuz’a yazılmıştır.[4]

Hadiste anlatılan yaratılış merhaleleri bazı ayetlerde de zikredilmiştir:

“Andolsun ki, insanı süzülmüş çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası/meni olarak sağlam bir yere/rahme yerleştirdik. Sonra meniyi pıhtılaşmış kan (alak) olarak yarattık. Sonra o kanı çiğnenmiş bir et parçası (mudğa) olarak yarattık. Sonra o et parçasını kemik olarak yarattık, sonra da kemiğe et giydirdik. Sonra onu (sureti, aklı, duyguları olan) bambaşka bir varlık olarak inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.”[5]

“Ey insanlar! Şayet (öldükten sonra) dirilmeden yana şüphe içindeyseniz, şüphesiz ki sizi topraktan yarattık. Sonra bir damla meniden, sonra donmuş kan pıhtısından, sonra da yaratılışı tamamlanmış, tamamlanmamış bir parça etten… (bunları yapanın yeniden diriltmeye kâdir olduğunu) sizlere açıklamak için. Dilediğimizi belirli bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz. Sonra sizleri birer bebek olarak çıkarıyoruz, sonra da yetişkinlik çağına ulaşmanız için (size ömür veriyoruz). Sizden kimi ölüyor, kimi de ömrün en kötü çağına döndürülüyor ki, bildikten sonra hiçbir şey bilemesin. Sen yeryüzünü kurumuş/hareketsizleşmiş görürsün. Üzerine su indirdiğimizde (önce) titreşir, (sonra) kabarır ve her göz alıcı çiftten bitkiler bitirir.”[6]

Üçüncü Mesele

Allah (cc), bebeği aşama aşama yaratır. Her haftası bir öncekinden farklıdır. Hatta bebek günden güne dahi gelişim gösterir. Yaklaşık dokuz aylık bir sürecin ardından bebeğin gelişimi kemale erer ve artık bebek için dünyaya gelme vakti gelir. Burada şöyle bir soru sorulabilir: “Rabbimiz insanı tek bir defada anne karnında yaratıp kısa bir müddet sonra dünyaya gelmesini dileyemez miydi?” Elbette ki dileyebilirdi ve dileseydi bunu yapardı. Fakat yapmadı. O hâlde bu hususun üzerinden ehemmiyetle durulmalıdır. Çünkü Rabbimizin her işi ilim ve hikmete mebnidir. Onun işlerinde asla ve zerre-i miskal abeslik olmaz.

Tespit edebildiğimiz bazı hikmetleri zikredeceğiz. Ancak unutulmamalıdır ki insanın yaratılışı Allah’ın (cc), üzerinde tefekkür etmemizi emrettiği meselelerdendir. Bu konu üzerinde düşünmek her insanın şahsi sorumluluğudur:

Anne karnındaki bebeğin kısa sürede yaratılması anne için çok ciddi zorluklar getirecektir. Allah (cc), bu süreci uzatarak anneyi hem bedensel hem zihinsel olarak bu yükü taşımaya ve anne olmaya hazırlamaktadır. Bu, Allah’ın şefkat ve merhametindendir.

Anne karnında geçen süreç bebeğin, annesiyle sağlam bir bağ kurması açısından önemlidir. Zira bebek en muhtaç olduğu yıllarını annesinin kucağında geçirecek ve bir ömür annenin sevgi, şefkat ve merhametine ihtiyaç duyacaktır. Bebeğin, annesiyle bağının bu vesileyle sağlıklı bir şekilde oluşması, bir ömür devam edecek olan anne çocuk ilişkisini düzene koyacaktır.

Allah (cc), gücü olmasına rağmen insanın yaratılışını bir sürece yaymıştır. Buradan anlaşılmalıdır ki bir amaca ulaşmak, bir hedefe varmak isteyen, ortaya hayır ve güzellik adına bir netice çıkarmayı amaçlayan herkes bunu bir sürece yaymalıdır. Sürece yaymak -bir plan dâhilinde olduğu müddetçe- gevşeklik değildir, aksine başarının temel taşlarındandır. Şer’i ilimleri bir iki yılda tamamlamayı düşünen, insanlara fayda verecek güzel bir eseri birkaç ayda bitirmek isteyen kimse yanlış bir yol tutmuştur. Maraton koşusuna kısa mesafe koşusu temposuyla başlamak, açıkça ifade etmek gerekirse başarısızlık getirecektir.

Kur’ân’ın yirmi üç yılda indirilmesi, Allah Resûlü’nün (sav), davetini ve sahabesinin eğitimini bir sürece yayması bu hususa örnek verilebilir. “Allah Resûlü’nün sünneti” denildiğinde akla ilk gelen kaynak olan “Sahih-i Buhari”nin 16 yılda telif edilmesi de -bu anlamda- dikkate alınmalıdır.

Dördüncü Mesele

İnsanın hayat yolculuğu bedenine ruh üflenmesiyle başlar. Ölümü de ruhun bedeninden ayrılmasıyla gerçekleşir. Ruh, eskiden beri insanların ilgisini çekmiştir. Bu ilgi nedeniyle ruh hakkında sayısız araştırmalar yapılmış ve çeşitli teoriler ortaya atılmış olsa da netice şudur ki insanların ruh hakkında söyledikleri zandan öteye geçmemiştir ve geçemeyecektir. Görmediği ve bilmediği bir şey hakkında konuşması zandır ve ilmî bir değeri yoktur. Ruh hakkında bildiklerimiz yalnızca naslarda belirtilen sınırlı konulardır. Ruh ile hayat buluruz. Ruh bedenden ayrılınca vefat ederiz. Ruhumuz bir başkasına ülfet duyabilir, ona yakın oluruz. Bir başkasına ülfet duymaz, uzak dururuz:

“Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ilim olarak ancak çok az bir şey verilmiştir.’ ”[7]

İnsanın kendisini ilgilendirmeyen, dünya ve ahirette nefsine faydası olmayan ilimlerin ardına düşmesi doğru değildir. Kendisini ilgilendirmeyen işler/ilimler peşinde koşanlar, ilgilenmesi gereken ve sorumlu olduğu meselelerde gevşek davranacak; Allah’a (cc), insanlara ve öz nefsine karşı mesuliyetlerinin hakkını veremeyecektir. Bunun yanı sıra insanın, hakkında bilgisi olmadığı meselelerin ardına düşmesi, Allah katında insana sorumluluk yükleyecektir. Ruhtan bahseden İsrâ Suresi’ndeki bir başka ayette bu konu üzerinde önemle durulmuştur:

“Bilgin olmayan şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (gördüğünden, duyduğundan, niyetlenip azmettiğinden) bunların hepsinden sorumludur.”[8]

 


[1] .Buhari, 3208; Müslim, 2643

[2] .72/Cin, 26-27

[3] .Buhari, 5219; Müslim, 2129

[4] .Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, yarattıklarının kaderini, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin yıl önce yazmıştır. Kendisinin arşı ise su üzerinde bulunmaktaydı.” (Müslim, 2653)

[5] .23/Mü’minûn, 12-14

[6] .22/Hac, 5

[7] .17/İsrâ, 85

[8] .17/İsrâ, 36

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver