Allah’a Adanmış Gençlikler – 7

Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd eder, Rasûlü’ne salât ve selam ederiz.

Genç Kardeşim!

Bir bardak düşünelim, kirli olsun. Bir pınarın başında olalım. Su içmek istiyoruz. Su ne kadar tatlı ve berrak olursa olsun, bizim bardağımızdaki tek sıfatı ‘bulanık su’ olacaktır. Öyle ise; temiz ve berrak bir pınardan su içmek için önce kabımızı temizlemeliyiz.

Veya bir tarla düşünelim ekip hasat elde etmek istiyoruz. Tarlaya girdik ve elimizde bulunan tohumları saçtık. Hasat zamanı geldi, tarlada büyüyen ekinlerin yanı sıra diken, ot, sarmaşık gibi ne olduğu ve ne işe yaradığı bilinmeyen yeşillikler, daha fazla yer kaplar. Çünkü hasat elde etmek için tarlanın temizlenmesi, ekime müsait hale getirilmesi gerekiyordu.

Kap ve tarla bizim kalbimizdir. Pınar ve tohum; Kitap ve sünnet. Kitap ve Sünnetin bizlerde umulan değişikliği yapması için onun kabı ve zeminin temizlenmesi şarttır. İşte buna kalp amelleri, arınma veya tezkiye diyoruz.

Kalp Hasadına Önem Verirlerdi

Tüm hayatıyla, hassaten gençliğiyle bu dine adananlarımız, dava ve hizmet ehli olmaya talip olanlarımız var… Formülü/menheci biliyoruz: İlk nesli örnek almak. Biz yaşlardaki insanlar bu gayeyle yola koyuldular ve adakları Allah subhanehu ve teâlâ tarafından kabul edildi. Bizler de onları dönüştüren, davayla birleştiren Kitaba ve Sünnete teslim oluyoruz. Ancak aynı etkiyi -Allah’ın rahmet ettikleri müstesna- göremiyoruz. Bunun nedeni kalp hayatımızdır.

Kur’an ve Sünnet hayattır. Ancak içinde hayat olan kalplere nüfuz eder. Berrak birer pınardır. Temiz ve berrak kaplarda ona doyulur. İşte sahabe neslinin en bariz sıfatlarından biri buydu. Onlar, kalp hayatına önem veriyorlardı. Bedenin gıdasını verdikleri gibi kalbin gıdasını da unutmuyor, onu dua, zikir, tevbe ve sevgiyle canlı tutuyorlardı.

Kalplerde hayat olunca, Allah’ın subhanehu ve teâlâ ve Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem öğütleri kolayca yer ediyor, salih amel olarak hayatlarına yansıyordu.

Bunun yanında ilginç bir zümre vardı. Onlar da aynı ortamda, aynı öğütlere muhatap oluyorlardı. Ancak bu öğütler günden güne onların kalplerini ifsat ediyor, hastalıklarını arttırıyordu. Bunu bir misalle izah edelim:

“Bir sûre indirildiğinde onlardan bazısı: ‘Bu, hanginizin imanını arttırdı?’ der. Ancak iman edenlere gelince; onların imanını arttırmıştır ve onlar müjdeleşmektedirler. Kalplerinde hastalık olanların ise, iğrençliklerine iğrençlik (murdarlık) ekleyip-arttırmış ve onlar kafir kimseler olarak ölmüşlerdir.” (9/Tevbe, 124-125)

Bu misal üzerinde uzunca düşünmemiz gerekir. Zannediyorum manevi birçok hastalığın, kafa karıştıran sorunun cevabını içeriyor.

Bu ayet Asr-ı Saadette yaşayan iki grup insanı anlatıyor. İki grup da, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem terbiyesine muhatap. Terbiye oldukları kalplerin hayatı ve şifası ayetler, en pak ağızdan dökülüyor. İki grubun da kulaklarına çalınıyor. Bir grubun imanı artıyor; kulaklarına çalınan ayetler kalplerine yol buluyor ve orada iman ve takva olarak yaşanıyor. Bir başka grup ise aynı mecliste bulunup, biraz önce kıldıkları namazda ayakları ayaklarına, omuzları omuzlarına bitişmiş bir vaziyette ayetleri dinliyor ama bu sözler, kulaklarından kalplerine yol bulamıyor. Hatta kalplerinde var olan hastalığı arttırıyor. Öyle ki siyah bir nokta olan hastalıkları, duydukları her ayetle biraz daha artıyor. Birini hidayet edip, örnek nesil kılan Kur’an, bir diğerini helak ediyor. Ve küfür üzere can veriyorlar. Allah’a sığınırız.

Bu farkın nedeni kalp hayatıdır. Çünkü temiz ve pak olan Kitap ve Sünnet’in öğütleri, temiz olmayan kalpte yer etmez. Çoğu zaman hastalıkları arttırır. Kalplerin fitnesi olan şüphelere/hastalıklara sebep olur.

Yoksa Kitap ve Sünnet, öğütleri dönüştürücü ve ıslah edici etkisini hep muhafaza etmiştir. Bu etkiyi hissetmeyenler dönüp kalplerine bakmalıdırlar. Mutlaka onda yer etmiş bir şüphe veya şehvetle karşılaşacaklardır.

Bu noktayı biraz daha açalım genç kardeşim! Bu yazı dizisinin başından bu yana işlediğimiz konuları ele alalım. Beraber karar kıldık ki; Allah’a adanmak için adanmış ve adakları Allah subhanehu ve teâlâ tarafından kabul gören nesle bakmalıyız. Bu süreçte belirgin sıfatları nelerdi? İşte aynı sıfatları aynı samimiyetle taşıyanların, aynı neticeye ulaşması kaçınılmazdır.

Allah’ı Tanıma

Onların en belirgin vasıflarından biri buydu. Allah’ın subhanehu ve teâlâ kendini tanıttığı gibi tanımışlardı. Her ismi ve yüce sıfatıyla O’na kulluk ediyorlardı.

Kalplerinde hayat da olunca anlamını, kapsamını, kainata yansımalarını öğrendikleri her isim, imanlarını artıyordu.

Kalbinde hastalık olana gelince. Bu isimlerin onun üzerinde eserini göremezsin. O, bu isimleri cedel/tartışma aracı yapar. Adeta bu isimleri bidat ehliyle vakit öldürme aracı olarak kullanır.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Rabbimizin el-Aliy (En yüce) sıfatını tefsir ediyordu:

“…Rabbimiz gecenin son üçte birinde semaya iner: ‘Yok mu isteyen vereyim, bağışlanma dileyen bağışlayayım…’ diye nida eder…” (Buhari, Müslim)

Bunu duyan sahabenin kalbinde ilk beliren ‘Gecenin ihya’ edilmesiydi. Madem böyle şerefli bir vakit var, muhakkak ayakta olmalı ve bu vakti değerlendirmeliydiler. Doğal olarak okudukları her ayet, dillerini ıslatan zikir, Rabblerine arz ettikleri dualar onların hayatına yansıyordu. Onlar bu vakit dilimini Allah’a adamakla, hayatın tümünü adamaya muvaffak olmayla mükafatlanıyorlardı.

Kalbinde hastalık olan insanda, bu manalardan eser yoktur. O bu hadisi duyduğunda tartışacağı bir Eş’ari veya Maturidi arar. Onun tevilini iptal etmenin peşindedir. Oysa esefle belirtmek isteriz ki, kendi de manayı ta’til etmiştir. Öyle ya! Tevilsiz, tahrifsiz, misalsiz, keyfiyet belirlemeden kabul edilecek sıfatlar, lafızdan öte bir mana oluşturmuyorsa ne anlamı vardır. Ehli Sünnet imamlarının mücadelesi ve bu uğurda canlarını ortaya koymaları lafızların ispatı için midir sadece?

Düşün genç kardeşim! Allah’ın el-Aliy ismine hakkıyla imanın ne büyük lütuf olduğunu düşün! Buna iman kalpte korku, tazim ve güven/tevekkül duygusunun menbaı olur. Ancak bunların olması için o kalbin diri olması gereklidir. Adanmak için önümüzde bulunan engellere göz atalım. Korkularımız, Allah’ı subhanehu ve teâlâ ve ona bağlı olarak İslam davasını hakkıyla önemsememe ve güven problemi olduğunu göreceğiz. Bu engellerin çözümü O’nun el-Aliy sıfatını hakkıyla tanıma ve o isimle kulluğa bağlıdır. Ancak kalpte bulunan hastalık, bunların anlaşılmasına engeldir.

Kur’an’la Aralarında Özel Bağ Olması

Genç sahabelerin ortak sıfatıydı bu. Her biri okuma, anlama, tefsir yönünden Kur’an alimiydiler. Geçen bölümlerde bu konuyu detayıyla anlattık. Tevbe suresi 124. ve 125. ayetler bağlamında Kur’an’ın kalbinde hayat olanlara etki ettiğine değindik.

Salih Bir Çevrede Bulunmak

Kalbinde hayat bulunan insan bunu nimet bilir. Ve sahabe misal, içinde bulunduğu salih ortamdan istifade etmeye çalışır. Nefsinde salih amellere yönelik irade bulamadığı zamanlarda, cemaatin umumi iradesinden faydalanır.

Kalbinde hastalık bulunan ise; bunu bir yük olarak görür. Şükretmek bir yana sürekli söylenir. Veya cemaat yapısını, başka yapılarla çekiştiği ‘tefrika’ aracı kılar.

Buradan anlıyoruz ki adanmanın özü, kalp hayatına önem vermektir. Çünkü içinde hayat olmayan kalp; azığını dahi ifsat eder. Siz ona azık olarak Kur’an, zikir, dua vs. verirseniz, o kirli kalp misali bulandırır ve size zarar olarak yansıtır.

Buraya kadar anlattıklarımız anlaşılınca, Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kalp ile ilgili hadisleri daha iyi anlaşılacaktır.

“…Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır, o düzelirse bütün beden düzelir/ıslah olur. O bozulursa bütün beden bozulur.” (Buhari, Müslim)

Azalarında salih amel görmek isteyen, kalbini ıslah etmelidir. Çünkü organlar kalbe bağlıdır. “Kalp komutan, organlar ise onun askeridir. Komutan iyi olursa ordusu da iyi olur, komutan kötü olursa ordusu da kötü olur.” (Musannef, Abdurrezzak)

Genç Kardeşim!

Öncelikle kalp amellerini tanımalı ve kalbi o amellerle meşgul etmeliyiz. Bunun için okumalar yapmalı, sohbetler dinlemeliyiz. Sevgi, korku, umut, güven, yönetme/inabe vb. hasletleri yüreğimizde hissetmeliyiz. Bunları oluşturan, arttıran etkenlere ciddiyetle yapışmalı ve azimle uygulamaya çalışmalıyız.

Aksi halde ortaya tarifi imkânsız bir durum çıkacaktır. Allah subhanehu ve teâlâ için yaşayan, ancak Allah’a subhanehu ve teâlâ karşı kalbinde sevgi hissedemeyen bir insan… O’nun dini için çalışmalar yapan, fakat O’nu zikretmeyen; O’nu insanlara anlatan, fakat günahlara karşı en cesur olan; Kitabını insanlara ulaştırıp, şifa olduğunu söyleyen; ancak kendi hastalığı her gün biraz daha ilerleyen bir insan…

Şu bir gerçektir ki; bir şeyi dert edinmeden, gündemimize almadan hayatımıza yerleşmesi mümkün değildir. Derdini, gündemini belirleyen de insandır.

Kalbin Amellerini Oluşturan ve Arttıran Etkenler (İbni Kayyım rahimehullah bu maddeleri ‘Muhabbeti Celbeden Başlıklar’ altında zikretmiştir. Ancak, bu maddeler aynı zamanda kalp amellerinin hepsinde etkilidir. Medaric 3/16-17 başlıklar İbni Kayyım’dan alınmıştır.)

1. Kur’an’ı okuma-anlama: Bu kalp hayatı ve ıslahı için en önemli etkendir. Allah’a subhanehu ve teâlâ gençliğini adamak isteyenlerin yoldaki azıklarıdır.

“Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt, kalplerde olana bir şifa ve mü’minler için bir hidayet ve rahmet geldi.” (10/Yunus, 57)

“Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap’tır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarman için sana indirdik.” (14/İbrahim, 1)

Mutlaka, Kur’an okuduğumuz zaman dilimleri olmalı günlük programımızda. İhtiyaç duyduğumuz kalp amellerini oluşturacak, arttıracak, istikrar sağlayacak bütün etkenlerin kaynağıdır Kur’an. O sahibinin subhanehu ve teâlâ sözüyle: “Kalplerde olana bir şifa…” (10/Yunus, 57)

Kalplerin canlanması ve asıl mahbuba yönelmesi için Kur’an okumak. (Kur’an okumanın önemi ve adabına dair 8. Sayımızda tafsilatlı bilgi vermiştik.)

2. Farzlar dışında nafilelerle Allah’a yaklaşma: Bu etkeni ve insanın kulluğuna etkisini şu hadis anlatıyor:

“…Kul bana farz kıldıklarımdan daha sevimli bir şeyle yaklaşmamıştır. Kul bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder ta ki, ben onu severim. Onu sevdiğimde gören gözü, işiten kulağı, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı olurum. Benden isterse muhakkak veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korurum.” (Buhari, Müslim)

Nafilelere devam etmek, insanın kalbinde sevgi oluşturmakla kalmıyor; aynı zamanda insanı Allah’a sevimli kılıyor. Allah’ın sevgisi ise O’nun yardımı ve muvaffakiyetidir. Şu zorlu zamanda çetin fitnelerin ve şehvetlerin arasında yol bulmaya çalışan bizlere reçete sunuluyor adeta. Buna bağlı olarak nafileleri, Allah’ın sevgisi ve kulu dünya-ahiret hayrına muvaffak kılmasının en güzel aracı olarak görebiliriz.

3. Devamlı Allah’ı zikretmek: Zikir; velayetin menşuresidir/prizmasıdır. O kalbin azığıdır. Zikir olmayan kalp kabir cesedidir… Zikir Allah yolcularının azığıdır. Bu yolcular daima O’nu terennüm ederler. Zikir, onların kalkanı ve yol kesicilere karşı silahıdır. Her organın belli zamanlarda yaptığı ibadetler vardır. Zikir, kalbin ve dilin vakit tayin edilmeksizin her an yaptıkları ibadettir. O kalplerin parıltısıdır. Kul zikri arttırdıkça Allah’a olan iştiyakı artar. (İbni Kayyım’dan özetle)

Zikir bir haldir. Kulun kulluğunu ve Allah’ın Uluhiyyet ve Rububiyet’ini hakkıyla kabulünün göstergesidir. İnsanın acziyet ve fakrını Allah’ın zenginlik ve büyüklüğünü itirafıdır. Zikir, Ya Mabud’u övmedir, ya azametini ikrar veya insanın kendi küçüklüğünü dillendirip, O’na olan ihtiyaçlarını arz ettiği bir duadır.

Bedenin hayatta kalması için gıdaya ihtiyacı vardır. Bunlardan bazısı su ve ekmek gibi hayati öneme sahiptir. Kalp de böyledir. Onun hayatı ibadetlere bağlıdır. Ancak bu ibadetlerin de bazıları su ve ekmek gibidir. Allah’ı anmak, hayati öneme sahip ibadetlerdendir.

Bundan dolayı her ne halde olunursa olunsun talep edilmiştir. Uykudan önce, yatakta, otururken, savaşta, davet esnasında, kişi ailesiyle beraber olurken veya helanın kapısında, yemeğe-içmeye başlarken, sonlandığında… Her anın ibadetidir zikir.

“Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, vaadinden cayıp-dönmez.” (3/Ali İmran, 9)

“Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız.” (8/Enfal, 45)

“Ey iman edenler, Allah’ı çokça zikredin. Ve O’nu sabah ve akşam tesbih edin.” (33/Ahzap, 41-42)

Zikir insanı sema ehlinden kılar. Bu da adanan adağın -gençliğin- Allah subhanehu ve teâlâ katında kabulünün alametidir.

“Öyleyse (yalnızca) beni anın, ben de sizi anayım; ve (yalnızca) bana şükredin ve (sakın) nankörlük etmeyin.” (2/Bakara, 152)

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: “Zikir yapan sahabesine uğradı ve ‘Ne için oturuyorsunuz?’ diye sordu. ‘Allah’ı anmak, hidayet ettiği İslam ve minnettar olduğumuz nimetlerine hamd etmek için zikir yapıyorduk.’ Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Cibril bana geldi ve Allah’ın meleklere karşı sizlerle övündüğünü haber verdi.’ ” (Müslim)

Başka bir hadiste:

“Ben kulumun zannı üzereyim… Beni nefsinde anarsa, ben de onu nefsimde anarım. Beni bir topluluğun içinde anarsa, ben onu daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.” (Buhari) buyurdu.

Zikir kalbin ve onun amellerinin hayatıdır. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem:

“Rabbini anan ile anmayanın misali ölü ile diri misali gibidir.” (Buhari) buyuruyor.

Sahabelerin bazısının bazısına: “Gel bir saat iman edelim” (Buhari muallak olarak, Ahmed) deyip, oturup Allah’ı anmaları bundandır.

Onlar bunu söylediklerinde iman ehliydiler. Bu; imanın devamı, artması, kalbin hayatı içindir.

4. Allah’ın sevdiklerini nefsin sevdiklerine tercih etmek: Tercih iki türlüdür. Bazen isteyerek olur, bu kalbin sevgiyle ve korkuyla dolu olduğu hallerdedir. Nefis şehevi arzularla insanı bir şeye davet eder. Allah subhanehu ve teâlâ o isteği haram kılmıştır. İçinde sevgi ve korku (en temel iki amelidir) dolu kalp, tereddüt etmeden Rabbinin hoşnutluğunu tercih eder. Bazen de kalp mücadele eder. Nefsin isteğine meyyaldir. Bu durumda Allah’ın subhanehu ve teâlâ hoşnutluğunu tercih etmek zordur. Ancak bu tercih, sevginin ilk adımıdır. Çünkü kalp tercihler doğrultusunda yön değiştirir. Allah’ın subhanehu ve teâlâ hoşnutluğu nefsin hevasına tercih edildikçe, kalpte olan sevgi artar ve imandan lezzet alınmaya başlanır.

Gençler nefsin arzularının en keskin olduğu dönemi yaşarlar. Rabblerine adanmak demek, her an bu isteklere karşı durmaktır. Zor bir süreç olsa da sonu selamettir.

5. Kalbin Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıması ve eserlerini müşahede etmesi: Var olan tüm hayrın özüdür bu. Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanımak her şeyi O’nun ve isim ve sıfatlarıyla irtibatlandırmak kalp amellerinin can suyu, bu marifet ve murakabedir. Bu kulun Allah’la subhanehu ve teâlâ beraberliğidir. Her olayda Rabbini subhanehu ve teâlâ müşahede eden ‘O’nunla beraberlik’ mertebesine ulaşır. Bu özelliği geçen bölümlerde detaylıca anlattık.

6. Allah’ın iyilik ve ihsanını müşahede etme

7. Nefsin acziyetle Rabbinin huzurunda eğilmesi: Bu iki madde bir bütündür. Allah’a subhanehu ve teâlâ kulluk olan ‘sevgi ve kulluk zilleti’ bu duyguların ona etkenidir. İnsanın Rabbine kulluğu, bu iki duygunun kalpte yer etme oranıyla alakalıdır. Bunlar kemale erdikçe, kulluk da kemale erer.

Sürekli O’nun subhanehu ve teâlâ nimetlerini hatırlamak sevgiyi oluşturur ve arttırır. İnsanın günahlarını ve verilen nimetler karşısında şükürsüzlüğünü hatırlaması Rabbine karşı zillet, fakr ve hudu’ oluşturur. (Şeyhu’l İslam İbni Teymiyye ve İbni Kayyım’dan rahimehullah naklen.)

Öyleyse Rabbine adanmak isteyen, bu ahlakı meleke haline getirmelidir. Bunu sorumluluk veya vird halinde tekrar etmelidir. O’nun subhanehu ve teâlâ üzerimizde sayısız nimetlerini düşünüp kendimize hatırlatmak; günahlarımızı, şükürsüzlüğümüzü, nimetlerin hakkını vermeyişimize dair gerçekleri kabul etmek… Bu bir muhasebedir aynı zamanda.

8. Allah’ın dünya semasına indiği vakitte yalnız olmak, O’na yalvarmak, kitabını tilavet etmek, kulluk edebiyle O’nun huzurunda bulunmak ve bu durumu tevbe ve istiğfarla sonlandırmak: Bunun önemini anlamak ve idrak için ilk neslin terbiye edilişine bakmalıyız. Henüz vahyin ilk satırlarında ‘gece kalkışı’nın uzunca anlatılması konunun ehemmiyetinin anlaşılması için yeterlidir. Farz namazlar, oruç, zekat gibi asıllardan önce bu ibadet, teşri kılınmıştır. Müslümanın Rabbine kulluğu, insi ve cinni şeytanlara karşı mücadelesinde ‘temel azık’ bu vakitlerin ihyasındadır. Özellikle ömrünün en güzel çağını Rabbine adamak isteyenlerin nefis ve isteklerine alıkoyucu ve engellere karşı kalkandır gecenin ihyası. Sıkıntılarını Rabbine zikretmesi, O’ndan yardım talep etmesi, secde ve dualarla O’na subhanehu ve teâlâ sığınması… Bunların her biri kalp amellerinin özü ve arttırıcısıdır. Zaman ve mekanın sahibi Allah’tır. Dilediği zamanı ve mekanı benzerlerine üstün kılacak ve ona bereket yerleştirecek olan da O’dur. O subhanehu ve teâlâ bu vakti sair vakitlere üstün kılmış, onda yapılan amelleri ecir ve tesir yönünden başka vakitlerde yapılanlardan daha bereketli saymıştır.

9. Allah dostları ve sadıklarla bir arada bulunmak, meyvelerin en güzellerini topladığı gibi onların sözlerinin en güzellerini seçmek. İnsanın nefsine ve başkalarına faydası olmadığı müddetçe konuşmamak: Buna dair tafsilatı onuncu sayımızda zikrettik. Minnet Allah’adır.

10. Allah ile kalp arasına giren her sebepten uzak durmak: Bu aynı zamanda muhasebe ister. Kulun saadeti, nefsini muhasebe etmeyi ahlak haline getirmesindedir. Bir kalpte hayat olduğunun en belirgin alametlerinden biri de budur. Şayet insan, kalbinin ahvalini kontrol etmiyorsa, bu kalpte bulunan hastalıklar veya ölümün habercisidir -Allah muhafaza-.

Kalp sürekli hal değiştirir. Sevgi yerini nefrete; korku cesarete; tevekkül güvensizliğe terk eder. Kalpler Rahman’ın subhanehu ve teâlâ elindedir. Ve onu dilediği gibi evirip-çeviren O’dur.

Muhasebe, kalbin hallerini ve bu hallere sebep olan durumların tespittir. Bazen kalp zayıflar, kalp amelleri canlılığını yitirir.

Ne olunca, hangi durum yaşanınca kalp amelleri zayıflıyor?

İşte muhasebe, bu durumların tespiti ve bunlardan kaçınmaktır.

Genç Kardeşim!

Sen de kalbini kontrol et. Bil ki diri/canlı, hasta ve ölü olmak üzere üç çeşit kalp vardır. Rabbine adanmaya kalbinle başla. Kalp tabiplerinin öğütlerine kulak ver. Kalbi temizle ki, Kitap ve Sünnet’in öğütleri, kainatta Allah’ın büyüklüğüne delalet eden ayetler sana etki etsin.

Bir organın sıhhatli veya malûl oluşu yaratıldığı amacı yerine getiriyor oluşuyla ölçülür. Elimiz, eşyayı tutmak, nefsimizden zararı savmak gibi amaçları için yaratılmıştır. Bunu kusursuz yerine getiren bir el, canlı ve sağlıklıdır. İstenildiği şekilde yapamıyor veya bazen yapıp bazen yapmıyorsa hasta, hiç yapamıyorsa ölü ve felçlidir.

Kalpler de böyledir. Onun varlık amacı Allah’ı subhanehu ve teâlâ tanıma, O’nu tazim, O’nunla mutmain olup sekinete kavuşma, O’na subhanehu ve teâlâ dayanma, O’na karşı sevgi ve korku hissetme, O’na yönelme ve sığınmadır. Bunları yerine getirme oranı, onun sıhhati, hastalığı ve canlılığının göstergesi olacaktır.

Kalpler Allah’ın elindedir. Bu seni umutlandırmalıdır. Rahmeti gazabına galip gelmiş olan, mülkünde lütuf ve rıfk ile muamele eden bir yaratıcıya sahipsin. Samimiyetle O’na bir adım atana, on adım atar. Hangi vakitte, kim ‘Ya Rabb’ derse, ona yönelip icabet eder. Şifa da, hayat da O’nun subhanehu ve teâlâ elindedir. Bize düşen dert edinme, bu dertte samimiyet, istikrar, fakr, zillet ve ihtiyaç halinde O’ndan subhanehu ve teâlâ istemektir.

Bu bölümde örnek vermedim. Çünkü adanmışlıktan söz ediyorsak, kalp hayatı adanmışlığın olmazsa olmaz şartıdır. Bir örneğe gerek yoktur. Sahabenin her hali bu duruma örnektir. En çirkin günahları dahi kalp hayatlarının kanıtıdır. Akabinde duydukları pişmanlık tevbe, göz yaşları kalplerin canlı oluşunu gösterir.

Düşün ki İslam için çalışıyor, koşturuyor, yoruluyoruz. Dünyanın birçok nimeti her şeyiyle bize arz olunmuşken, yüz çeviriyoruz. Kalbin ameli olan ihlas olmazsa bu yapılanların ne anlamı olur? Belki insanlar yanında çok değerli bir insanken, Allah subhanehu ve teâlâ nezdinde ateşin, kendiyle tutuşturulacağı bir insanızdır. Allah’a sığınırız. Belki cennetin iştiyak duyduğu ve özenle beklediği Allah’ın meleklerine karşı ismiyle övdüğü kullardan… Aradaki fark kalbin ameli olan ihlastadır.

Öyleyse kalp amellerini önemsemeli onları oluşturan halleri bilmeli, arttıran etkenleri istikrarla yaşamalı, zıddı olan hallerden şiddetle kaçınmalıyız. İnsanlığımızın gereği olarak sendeler, unutur veya gaflete dalarsak, bunu tevbeyle tedarik etmeli, kaldığımız noktadan yolumuza devam etmeliyiz.

Ey kalpleri evirip çeviren Rabbim, kalplerimizi dinin üzerine sabit kıl.

Selam ve dua ile Ebu Hanzala…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver