Adalet!

Hakka ve hukuka tabi olmak, istisnasız herkesin hakkını gözetmek, doğruluk dilinden ve dosdoğru davranışlardan ayrılmamak, hakkaniyet ve adl.

Bir toplumda yasalar ve nizam yoluyla hakların karşılıklı olarak korunması ve dengeli tutulması, toplumsal dengenin korunması…

Şer’i şerifin iptal edilerek beşerî ideolojilerin egemen olduğu ülkeler de dâhil olmak üzere yeryüzünün hemen her yerinde teorik olarak buna benzer ifadelerle tarif edilir adalet kavramı. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adaletli şahitler olun. Bir kavme olan öfkeniz/kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sevk etmesin. Adaletli olun! O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”[1]

Tevhid ve Sünnet ümmetinin yüksek ahlaki amaçlarını ve İslam’ın hem toplumsal hem de siyasal hikmetinin özeti olan bu ayette, hitap edilen ilk muhatap doğal olarak müminlerdir. Bununla beraber adaletle emrolunanlar sadece müminler değil, adil davranmakla mükellef olunan her pozisyondaki tüm insanlardır.

“…ayakta tutanlar … olun.” buyruğundaki “ayakta tutanlar”(قَوَّام۪ينَ) emri mübalağa kipidir.[2] Bundan anlaşılan şudur: Adaleti kaim kılma/ayakta tutma eylemi sizden talep edilen her seferde ve her hâlükârda devamlı surette tekrarlansın. Bu ise bazen kendi aleyhinize olsa dahi adil şahit olmaya devam etmekle mümkündür.

فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰه

“(Öyleyse) insanlar arasında hakla hükmet. Sakın hevaya/arzuya uyma, yoksa seni, Allah’ın yolundan saptırır…”[3] 

Temel referansı akli ve hevai hükümler olan bir “hukuk” sisteminde hakka isabet etmek, koltuğuna oturmuş hâldeyken kolunu gökyüzüne doğru uzatarak gökkuşağına dokunabileceğini iddia etmeye benzer.

Hüküm verme makamında olanlar için hükümlerde hevaya tabi olmak, esas itibarıyla küçük düşürücüdür. Bunda ısrar etmekse helak edicidir.  Çünkü hevaya tabi olmak, haksız şahitlikte bulunmaktır. Hüküm verirken aleni haksızlık yapmaya ve kendisi hakkında hüküm verilen maznunun/sanığın hem bizzat kendisi hem ailesi hem de sevenleri ve sevdikleri hakkında tamiri ve telafisi çok zor, belki de imkânsız kayıplara ve tahribatlara sebep olması kuvvetle muhtemeldir.

Dünya’nın herhangi bir yerinde veya zamanında, adaletsizliği engelleyebilecek gücünüzün olmadığı dönemler olabilir. Çünkü özellikle de günümüzde adil şahitlerin, istibdat yönetimleri üzerindeki baskı gücü pek etkili değildir ve sayıları da genellikle yetersizdir. Fakat adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalıdır.

Adil olmayan ve hevalarını ilah edinenler, yaptıkları hukuksuzluklardan sonra hiçbir şey olmamış gibi âsude bir hayat yaşamayı hak etmemektedir. Onlar kalpleri kırmakta, vicdanları yaralamakta, nesillerin ve ekinlerin ifsadı için âdeta ateşe odun taşımakta ve ailelerin paramparça olmasına sebep olmaktayken hasbelkader tayin olundukları makamlarda yaptıkları işten ötürü arkalarında bıraktıkları mağdurların ve mazlumların canhıraş feryatları kalplerini daraltmalı, ruhlarını kasvetlendirmeli ve beyinlerini zonklatıp kulaklarını uğuldatmalıdır. Şüphesiz ki bu da karşılaşılan hukuksuzlukları her zaman gündemleştirmekle ve adaletsiz kişi ve kurumları ifşa ederek kendileri nezdinde caydırıcılığı ve hatta yönlendiriciliği olan maşeri vicdanda/toplum vicdanında mahkûm etmeye çalışmakla daha da mümkün olabilecektir.

Bu köhnemiş sistemin marabalarına yüksek sesle söylenecek şeyler olmalı:

“Eşit davranma garabetine sarılmadan ve emre amade ve itaate hazır bir kul olarak değil, haklının hakkının zayi olmamasına çalışarak adil olun.”

Hukuk ve adaletin zayıfladığı veya zayıflatılarak küçül(tül)düğü bir memlekette güçlenip büyümekte olan, yalnızca mafyatik mücrim güruhlardır.

Adalet herkesin ihtiyaç duyduğu bir ateş gibidir. Doğalgaz ateşi konutları ısıtır, sanayinin vazgeçilmezidir. Fırın ateşi aş ve ekmek pişirir. Mangal ateşi keyifli zamanlar geçirmeye yarar. Ateş ne zaman ki kontrolden çıkar; işte o andan itibaren adı ateş değil, yangındır. Yangın yüreklere sıçradı mı onun izini ve yıkımını hiç kimse telafi edemez.

Adalet de öyle değil mi?

Doğruya isabet ettiği müddetçe kalplerdeki düşmanlık, kin ve intikam duygularını zayıflatır, hatta tamamen giderir. Adaletin tesis edilemediği durumlarda ise memleket; boşa çıkarılan umutlar, incitilen yüksek şahsiyetler ve kırık kalpler galerisine döner. O hâlde kontrolden çıkan bir yangını söndürmek için sarf edilen yoğun çabayı, en evvel adaletsizliği önlemede göstermek gerekmektedir.

Bir başka açıdan değerlendirildiğinde ise şöyle söylemek mümkündür: Toplum; o memlekette adaletin sağlanamamasından en çok istifade edenlerin orijinal metotlar geliştirme kapasitesi dahi olmadığı için, FETÖ ve diğer illegal örgütlerin taktikleriyle resmî sıfatlar edinerek, devletin kritik kurumlarına yığın yığın doluşturulan ve Orta Asya steplerinde zuhur ettiği dönemde İslam ümmetini darmadağın eden “Moğol-Bozkır romantizmi” ile motive olan yeni bir türle karşı karşıya kalmak zorunda bırakılmıştır.

Bilinmelidir ki insanlardaki adalet umudu ve sevgisi, daha çok adaletsizliğe uğrama korkusu ve endişesinden kaynaklanmaktadır. Umudu berhava edilenlerin ve sevgisi adavetle şamarlananların öfkesi ve bedduası, adaletsizlerin damarlarındaki kanı dahi kurutabilecek güçtedir.

Son dönemdeki örnekler, aklıselim herkese açıkça göstermiştir ki kendilerini İslam’a nispet eden, mağdur edebiyatında çığır açan ve her yerde var olmaya çalışanların adalet söylem ve söylevleri mavaldan başka bir şey değilmiş.

Şunu da gördük ki derme çatma adliyeleri, yeni ve estetik saraylara taşımakla ve “adalet sarayı” diye isimlendirmekle adaletin tesisi mümkün olmuyormuş. Adalet için her şeyden önce temiz bir vicdan, sağlam bir karakter, berrak bir zihin ve yüksek bir ahlak gerekirmiş.

Evet, adalet kavramı eşitlik manasında kullanılamaz. Adalet; küçük büyük, zengin fakir, âlim cahil, köylü şehirli ve erkek kadın herkesin ihtiyacı olanı ve hak ettiğini almasıdır. Adil olmayan ise herkesi eşitleyip doğru yanlış fark etmeksizin aynı şeyi vermektir veya -özgürlük gibi- almaktır. Şüphesiz ki bu asla adil değildir.

Eğer suçsuz ve mazlum kimseler ceza alıyorsa bir yerde, gerçekte cezayı veren yargıç(lar) hüküm giymiştir. Zira adaletsizliğin en vahim olanı, adil olmayıp adilmiş gibi görünendir. Tıp doktoru olmayan birinin beyaz önlük giyerek bireyin ve toplumun sağlığıyla -hatta hayatıyla- oynaması ne anlama geliyorsa, yakasında defne dalı biçiminde sarı sırma desen işlenen dik yakalı cübbeli bir kifayetsizin mesnetsiz ve isabetsiz kararları da aynı anlama geliyordur. Toplum vicdanında onulmaz yaralar açacaktır.

Adalet, bir gün herkes için lazım olabilir.

Düne kadar yüksek kürsülerde oturarak binlerce masumun ve ailelerinin hayatını tarumar eden hâkim sıfatlı nice “defne dalı biçiminde sarı sırma desen işlenen dik yakalı cübbeli”, bugün diriler kabri olan hapishanelerde, daha önce binlerce kez yaşattıkları mağduriyetlerden şikâyet etmektedir.

Adalet, toplumların vazgeçilemez gıdasıdır.

İnsanın adalete olan açlığı bitmez.

Adalette tokluk yaşanmaz hiçbir zaman.

 


[1] .5/Maide, 8

[2] .Kurtubî, 5/ 514

[3] .Sâd/ 26

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver