Sünnetin Teşri Kaynağı Olduğuna Sahabe Uygulamasından Örnekler

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Resûl’üne, âline, ashabına ve onlara ihsan üzere tabi olanlara salât ve selam olsun.

Sünnetin İslam’daki yerine dair “Teşri kaynağı olduğu” meselesini incelemeye devam ediyoruz. Geçen sayımızda Sünnetten bazı deliller zikrettik. Bu makalemizde ise konuya dair sahabe uygulamalarından bazı örnekler sunacağız. Konumuzun tafsilatına girmeden önce şu soruyu yanıtlayalım: “Sahabe uygulaması neden önemli?”

Çünkü;

Onlar hem kendi asırlarına hem de sonrakilere örnek ve ölçü olmuştur. Onları örnek ve ölçü kabul etmemek ihtilaf sebebidir.[1]

Onlar, sonradan çıkan ihtilaflarda kurtuluşun ve istikametin adresidir.[2]

Onlar, dinimizi bize doğru ve tam bir şekilde ulaştırmak için seçilmiş öncülerimizdir. Derin ilimleri, doğru anlayışları ve iyi kalpleriyle buna en ehil olan kimselerdir.[3]

Onlar, İslam’ı doğru anlamaları ve yaşayışlarıyla Allah’ın rızasına ve en hayırlı nesil olma şerefine sahiplerdir. Rıza-i İlahi’ye erişmek için onlara tabi olmak gerekir.[4]

Öyleyse sahabenin Sünnete bakış açısı hayati önem taşır. Şimdi “Sahabe, Sünneti teşri kaynağı olarak görüyor muydu?” sorusunu cevaplamaya çalışalım.

Sahabe neslinin Sünnete bakış açısı hakkında zikredeceğimiz rivayetlere geçmeden önce bu rivayetlerde gözlemlediğimiz bazı çıkarımları aktaracağız:

Onların yanında teşrinin dayanaklarından ilki Kur’ân, akabinde Sünnettir.

Allah Resûlü (sav) hayattayken Sünneti teşri kaynağı kabul ettikleri gibi bunu vefatından sonra da sürdürmüşlerdir.

Hükmü Kur’ân’da bulunmayan bir konunun Sünnetteki karşılığını araştırmadan ictihada başvurmamışlardır.

Sünnette sabit olan bir hüküm sonradan kendilerine ulaştığında, kendi görüşlerini bırakmış Sünnetteki hükmü tatbik etmişlerdir.

Atadıkları görevlilere, teşri için ikinci başvuru kaynağının Sünnet olduğunu söylemişlerdir.

Bir hükmün Sünnetle sabit oluşu hakkında tereddüt yaşayan kişilere gerekli cevapları vermişlerdir.

Sünnetteki emir ve nehiylere aykırı davrananlara tepki göstermişlerdir.

Tüm bunlar sahabe neslinin, Sünneti teşri kaynağı olarak kabul ettiğini gösterir. Şimdi rivayetlere geçerek beraberce inceleyelim:

Abdullah ibni Ömer’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Resûlullah (sav) altın bir yüzük yaptırmıştı. Kendisi bu yüzüğü taktığında kaşının ucunu içerisine çevirirdi. Bunu gören insanlar da yüzük yaptırdılar.

Sonra kendisi minbere çıkıp bu yüzüğü çıkardı ve, ‘Ben, bu yüzüğü takıyor ve kaşını avucumun içerisine çeviriyordum.’ buyurdu ve arkasından yüzüğü çıkarıp attı.

‘Allah’a yemin olsun ki bir daha asla bunu takmayacağım.’ buyurdu.

Bunu gören insanlar da yüzüklerini çıkarıp attılar.”[5]

Kabısa ibni Züeyb’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir gün Ebu Bekir’e (ra) yaşlı bir kadın gelerek mirastan kendisine pay verilmesini istedi.

Ebu Bekir de (ra), ‘Senin bu isteğin hakkında Allah’ın Kitabı’nda bir hüküm yoktur. Resûlullah’ın (sav) Sünnetinde de bu konuda bir nas bilmiyorum. Siz dönünüz, ben insanlara sorayım.’ dedi.

Sonra durumu araştırdı.

Muğire ibni Şu’be (ra), ‘Peygamber’in, onun durumunda olana altıda bir verdiğini gördüm.’ demesi üzerine Ebu Bekir (ra), ‘Seninle birlikte bu haberi işiten var mı?’ diye sordu.

Akabinde Muhammed ibni Mesleme de (ra) onun benzerini söyleyince Ebu Bekir (ra) kadına altıda bir miras verdi.”[6]

“Ömer (ra), Kadı Şureyh’e bir mektup gönderdi. Mektupta şöyle yazıyordu:

‘Sana bir olay geldiğinde Allah’ın Kitabı’yla hükmet. Şayet Allah’ın Kitabı’nda olmayan bir mesele gelirse o zaman Resûl’ünün (sav) Sünnetiyle hükmet. O iki kaynakta olmayan bir mesele gelirse insanların üzerinde toplandığı görüşle hükmet. Bu da olmazsa dilediğin şekilde yaparsın.’ ”[7]

Ebu Said El-Hudri’nin kız kardeşi Fürey’a binti Mâlik ibni Sinan (r.anha) anlatıyor:

“Kendisi Resûlullah’ a (sav) gelip Hudreoğullarındaki ailesine dönüp dönemeyeceğini sormuş. O günlerde kocası, kaçan kölelerini aramaya çıkmış. Kaddûm denilen yerde kölelerine yetişmiş ve köleler de onu öldürmüşlerdi.

Fürey’a diyor ki: ‘Resûlullah’a (sav) sordum, ‘Ben ailemin yanına gideceğim, çünkü kocam bana oturacak bir ev ve nafaka bırakmadı.’ dedim.

Resûlullah da (sav), ‘Evet.’ dedi.

Ben de çıktım, gitmekteyken hücreye veya Mescid’e geldiğimde benim çağrılmamı emretti.

Ben de yanına tekrar gelince, ‘Nasıl demiştin?’ buyurdu.

Ben de olup biteni tekrar anlattım.

Bunun üzerine, ‘Beklenmesi gereken iddet süresi doluncaya kadar evinde kal.’ buyurdu.

Ben de dört ay on günlük süreyi o evde tamamladım. Osman ibni Affan (ra) halife olunca bana bir adam göndererek önceden başından geçen bu olayı ve Resûlullah’ın (sav) bu konudaki hükmünü sordu. Ben de kendisine olanı biteni anlattım. O da bu hükme uyarak ona göre hüküm verdi.’ ”[8]

Ubeydullah ibni Ebu Yezid’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“İbni Abbas’a bir mesele sorulur da onun hükmü Kur’ân’da varsa onu haber verirdi. Kur’ân’da hükmü bulunmayan ve Allah Resûlü’nün, hakkında hükmünü belirttiği bir şeyse, bununla cevap verirdi. Eğer hem Allah’ın Kitabı’nda hem de Sünnette olmayan bir konu ise Ebu Bekir ve Ömer’den (r. anhum) nakledilen hükmü bildirirdi. Onlardan gelen bir hüküm de yoksa o zaman o konuda kendi görüşüyle hüküm verirdi.”[9]

Ümeyye ibni Abdullah ibni Halid’den şöyle rivayet edilmiştir:

“Kendisi, Abdullah ibni Ömer’e (ra) şöyle sormuştu: ‘Vakit namazları ve korku namazı Kur’ân’da var. Fakat yolculuk/sefer namazını Kur’ân’da bulamıyoruz.’

İbni Ömer dedi ki: ‘Ey Yeğenim, Aziz ve Celil olan Allah bize Muhammed’i (sav) gönderdi (vakit namazları ve korku namazları dâhil olmak üzere) hiçbir şey bilmiyorduk, (O bize her şeyi öğretti.) Dolayısıyla Muhammed’in (sav) yaptığını gördüğümüz şeyleri biz de yaparız.’ ”[10]

Cabir ibni Zeyd’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“İbni Ömer, tavafta Cabir ibni Zeyd ile karşılaştı ve kendisine şöyle dedi: ‘Ey Ebu’ş Şa’sa! Sen Basra’nın fakihlerindensin, dolayısıyla başka bir şeyle değil sadece hakkı söyleyen Kur’ân ayetleriyle veya geçmişte uygulana gelen bir Sünnetle fetva ver. Çünkü sen, bundan başkasını yaparsan kendin de helak olursun, başkalarını da helak edersin.’ ”[11]

Abdurrahman ibni Yezid’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“…Bundan sonra sizden biriniz hüküm verilmesi gereken bir sorunla karşılaşırsa Allah’ın Kitabı’ndaki hükümlere göre hükmünü versin. Allah’ın Kitabı’nda bulunmayan bir işle karşılaşırsa, Peygamber’in (sav) hadisleriyle meseleyi çözmeye çalışsın. Allah’ın Kitabı’nda ve Resûlullah’ın (sav) Sünnetinde hükmü bulunmayan bir meseleyle karşılaşırsa, salih insanların verdiği hükümlere göre cevap versin. Ne Allah’ın Kitabı’nda, ne Peygamber’in (sav) Sünnetinde ne de salih insanların fetvalarında bulunmayan bir hükümle karşılaşırsa, aklını ve muhakemesini kullanarak ictihad yapsın…”[12]

Abdullah İbni Mesud’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ dövme yaptıran, dövme yapan, yüzlerindeki kılları alan, güzel görünmek için dişlerinin arasını ayrık hâle getiren ve Allah’ın yarattığını değiştiren kadınlara lanet etmiştir.’

Onun bu sözü Esed Kabilesi’nden Ümmü Yakub adındaki bir kadının kulağına gitti.

Bunun üzerine Ümmü Yakub ona gidip, ‘Bana senin şu şu kadınlara lanet okuduğun haberi geldi.’ dedi.

Bunun üzerine İbni Mesud (ra) şöyle dedi: ‘Allah Resûlü’nün (sav) lanetlediği ve Allah’ın Kitabı’nda lanetlenmiş olan insanları benim lanetlememde ne var ki?’

Buna karşılık olarak kadın, ‘Yemin ederim ki Mushaf’ın iki kapağı arasındaki ayetleri okudum, ancak senin söylediğini Kur’ân’da bulamadım.’ diyerek itiraz etti.

İbni Mesud (ra), ‘Şayet Kur’ân’ı baştan sona okuduysan, benim söylediğimi Kur’ân’da görmüşsündür. Allah Teâlâ, ‘Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının,’ buyurmuyor mu?’ ’ dedi.

Kadın, ‘Elbette buyuruyor.’ şeklinde cevap verdi.

İbni Mesud (ra), ‘Peygamber (sav) bütün bunları yasaklamıştır.’ dedi.

Bu defa kadın, ‘Ben, senin eşinin de bunları yaptığını gördüm.’ dedi.

Bunun üzerine İbni Mesud (ra), ‘Git bak bakalım.’ dedi.

Kadın gitti, ancak aradığını bulamadı.

Bunun üzerine İbni Mesud (ra) şöyle dedi: ‘Eğer eşim bunlardan birini yapsaydı, onunla birlikte olmazdım!’ ”[13]

Salim ibni Abdullah’tan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Abdullah ibni Ömer (ra), ‘Peygamber’i (sav), ‘Kadınlarınız Mescidlere gitmek için sizden izin istediklerinde onlara bunu yasaklamayınız.’ diye buyururken işittim.’ dedi.

Bunun üzerine Bilal ibni Abdullah (ra), ‘Allah’a yemin olsun ki kesinlikle onlara yasaklarız.’ dedi.

Bunun arkasından Abdullah ibni Ömer ona döndü ve Bilal ibni Abdullah’a öyle ağır bir söz söyledi ki onun böyle ağır konuştuğunu asla duymamıştım.

Daha sonra Abdullah ibni Ömer şöyle dedi: ‘Ben sana Resûlullah’tan (sav) haber veriyorum, sen ise, ‘Allah’a yemin olsun ki kesinlikle onlara yasaklarız.’ diyorsun!’ ”[14]

Abdullah ibni Büreyde’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Abdullah ibni Muğaffel (ra), arkadaşlarından birini taş atarken gördü ve, ‘Böyle taş atma! Çünkü Resûlullah (sav), böyle taş atmayı yasaklardı -veya hoş karşılamazdı- zira onunla ne düşman kırıp geçirilir ne de av avlanır. Ama o, göz çıkarabilir, diş kırabilir.’ dedi.

Bundan sonra onu yine böyle taş atarken gördü.

Bunun üzerine şöyle dedi: ‘Sana bu işi Resûlullah’ın (sav) yasakladığını haber vermedim mi? Yine görüyorum ki sen taş atıyorsun. Seninle ebediyen konuşmayacağım.’ ”[15]

Bir sonraki sayımızda buluşmak duasıyla…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1]. 2/Bakara, 137; Tirmizi, 264

[2]. Ebu Davud, 4607; Tirmizi, 2676

[3]. 48/Fetih, 26; Ahmed, 3600

[4]. 9/Tevbe, 100

[5]. Buhari, 7298; Müslim, 2091

[6]. Ebu Davud, 2894; Tirmizi, 2101

[7]. Nesai, 5399; Darimi, 169

[8]. Ebu Davud, 2300; Tirmizi, 1204

[9]. Es-Sünenu’l Kubra, Beyhaki, 20346; Darimi, 168

[10]. Nesai, 1434; İbn Mace, 1066

[11]. Darimi, 166

[12]. Darimi, 167

[13]. Buhari, 4886; Müslim, 2125

[14]. Buhari, 865; Müslim, 442

[15]. Buhari, 5479; Müslim, 1954; Darimi, 446

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver