Sünnetin Muhafazasını Kolaylaştıran Etkenler

SÜNNETİN MUHAFAZASINI KOLAYLAŞTIRAN ETKENLER

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Önceki makalelerimizde “Sünnetin İslam’daki Yeri” konusunu işlemiştik. Bu sayımızla birlikte ise “Sünnet Üzerine” isimli yazı dizimizde Sünnet günümüze nasıl ulaştı, Sünnetin muhafazasını kolaylaştıran etkenler nelerdir sorularına cevaplar bulacağız, inşallah.

Arapların Ezber Kabiliyeti[1]

Kur’ân ve Sünnetin öğrenimini, aktarımını ve korunmasını sağlayan en önemli sebeplerden biri, kuşkusuz o dönemin Araplarındaki ezber kabiliyetidir. Bu kabiliyet, günümüz insanıyla veya o dönemdeki diğer milletlerle kıyaslanamayacak üstünlüktedir. Elbette bu kabiliyet sadece Araplara özgü ve her Arap’ta aynı derecede bir kabiliyet değildir. Başka milletlerden olup ezber kabiliyeti çok iyi olan veya Arap olmasına rağmen ezberi pek iyi olmayan istisnai şahsiyetler olagelmiştir.

Cahiliye Dönemi’nde şiir, hutbe ve kıssa gibi edebî faaliyetlere çok önem verilirdi. Çünkü Araplar yazılı değil, sözlü kültüre sahiplerdi. Her kabilenin mutlaka bir şairi olmalıydı ve yeni bir şairin yetişmesi şeref sebebiydi. Zira bu, Arap kültürünü ve örfünü sonraki nesillere ulaştırmak, kaynaşabilmek ve düşmana karşı soğuk savaş yürütebilmek için önemliydi. Edebî faaliyetleri icra ettikleri toplantılar ve müsabakalar vardı. Şairler onlarca beyitten oluşan şiirlerini söyler, bir defa işitmesine rağmen orada bulunanlar bunu ezberlemiş olur, müsabakanın jüri üyeleri oracıkta ezberledikleri şiirleri değerlendirir ve en güzel bulduklarını Kâbe’nin duvarına asarlardı.

Risaletten önceki Haniflerden Kuss ibni Saide iyi bir şair ve hatiptir. Birçok beldeyi dolaşmış ve oralarda şiir ve hutbe okumuştur. Allah Resûlü (sav), ashabına Kuss ibni Saide’nin hutbe ve şiirlerini ezberleyenin olup olmadığını sorunca, onun Ukaz Panayırı’nda bulunduğu sırada okuduğu hutbesini ve şiirlerini dinleyenler arasında bulunanlar, ezberlerinden aktarımlar yapmışlardır.[2] Bir defa dinlenilmesine ve aradan seneler geçmesine rağmen…

Şerid ibni Suveyd’den (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Bir gün Resûlullah’ın (sav) terkisindeydim.

Kendisi bana, ‘Ümeyye ibni Ebu Salt’ın şiirlerinden yanında bir şeyler var mı?’ buyurdu.

‘Var.’ dedim.

‘Söyle.’ buyurdu.

Kendisine bir beyit okudum, ‘Devam et.’ buyurdu.

Bir beyit daha okudum, ‘Devam et.’ buyurdu.

Neticede kendisine yüz beyit okudum.’ ”[3]

İbni Abbas (ra), Amr ibni Ebu Rebia’nın yetmiş beş beyitlik kasidesini dinlemiş ve bir defa işitmiş olmasına rağmen ezberlemiştir.[4]

İbni Şihab Ez-Zühri şöyle demiştir:

“Ben El-Baki’den geçerken, çirkin ve kötü sözlerden bir şey girer korkusuyla kulaklarımı kapatıyorum. Allah’a yemin ederim ki kulağıma girip de unuttuğum hiçbir şey yoktur.”[5]

Bu kabiliyetin sebepleri şunlar olabilir:

a. Araplar genel olarak ümmi/okuma yazması olmayan bir toplumdur. Yazıyla kayda alma becerisi yaygın değildir. Allah Resûlü (sav), “Biz ümmi bir topluluğuz. Yazı bilmez, hesaplama yapamayız…”[6] buyurmuştur. Sadece bazı ticari işlemler, kölelik anlaşmaları, siyasi mektuplaşmalar, divan yazımı… gibi bazı alanlarda yazının kullanıldığı olmuştur. Ümmi olmaları, ezber kabiliyetlerini geliştirmiştir. Çünkü bilgi genellikle ezberlenerek kayda alınmakta ve bu, ezber melekesini çalıştırıp güçlendirmektedir.

Okuma yazma oranı fazla olan toplumlarda yazıya dayanma/güvenme daha yaygındır. Yazıya geçirilen bilginin kalıcılığı ve sonradan müracaat imkânı sağladığı düşünüldüğünden ezbere ihtiyaç duyulmaz. Böylece egzersizden uzak kalan zihin/hafıza zamanla zayıflamaya başlar ve ezber körelir. İlk dönemde hadislerin yazımını tavsiye etmeyen muhaddislerin temel gerekçesi de budur. Ancak rağbetin azalması ve hafızanın zayıflaması sebebiyle ilmin zayi olması tehlikesi, yazıyı gerekli hâle getirmiştir. Benzer durum Antik Dönem’de de olmuştur. Okuma yazma faaliyetleri başlayınca Platon gibi bazı filozoflar buna karşı çıkmış ve bunun hafızayı zayıflatacağını söylemişlerdir.

b. Arapların ümmi/okuma yazma bilmeyen bir toplum oluşu, lisan ilimlerinde daha fazla gelişmelerini sağlamıştır. Bu beceriye sahip oldukları için onlara mucize olarak başka bir şey değil, Kur’ân-ı Kerim gönderilmiş ve onlar da Kur’ân’ın eşsiz belagatini görüp acziyetlerini itiraf etmişlerdir.

Ümmi olan bu toplum, geneli yazıya veya yazıyla/tercümeyle intikale dayanan tıp, mantık ve felsefe gibi ilimlerle pek fazla meşgul olmamış ve bu ilim dallarıyla tanınacak biçimde ileri bir seviyeye ulaşamamışlardır. Bu ilimler okuma yazma kabiliyeti yüksek olan toplumlarda daha ön plandadır ve onları meşgul etmiştir. Dolayısıyla Arapları meşgul edecek pek fazla bir şey yoktur. Tek meşguliyetleri lisan/sözlü iletişim olmuştur. Bu açıdan Araplar zihnen berraktır ve bilgi depolayıp taşıma becerisine sahiptir.

c. Cahiliye Arapları genel olarak ümmi olsa da aralarında okuma yazma bilen az sayıda kişi vardı. Ancak yazıyı bilenler çok güzel bir surette yazamazdı. Yazsalar bile okuma bilenler okumakta zorluk çekiyor ve yanlış anlaşılmalar oluyordu. Çünkü Arap yazısı henüz gelişimini tamamlamamış, harekesiz ve noktasızdı. Sonraki devirlerde de yazıdan kaynaklı olan ve bir süre devam eden bu problem, Arapça yazı hattının gelişmesine ve şu ân kullandığımız son hâlini almasına vesile olacaktı. Okuma yazma zorluğu ve yanlış anlaşılma tehlikesi, Arapların ezbere itimadını arttırmıştı. Kişinin sadece yazması ve yazdığına dayanıp yetinmesi bir kusur olarak görülürdü. Araplardaki “İlim sadırlarda (ezberde) olandır, satırlarda olan değil.” deyimi ile bir bedevinin, “Kalbindeki bir harf, tomarındaki on harften daha iyidir.”[7] sözü buna işaret eder. Bu da ezberlerinin daha çok gelişmesini sağlıyordu.

d. Araplar, sade bir coğrafya ve sade bir gündelik yaşama sahiptir. Bir gün içerisinde duydukları sesler, gördükleri cisimler ve renkler sınırlıdır, bellidir. İnsan zihninde yer kaplayıp ağırlaştıracak kalabalık, karmaşık ve gürültülü bir hayata sahip değillerdir. Bu, onların kavrama ve ezberleme kabiliyetlerini arttırmıştır.

Teknolojik kolaylıklarla zihni tembelleşen, karışık, kalabalık ve gürültülü yaşamında kendisini kaybeden günümüz insanında ezber melekesi dumura uğramıştır. Dolayısıyla Arapların ezber kabiliyetlerine dair zikrettiklerimizin anlaşılması zor olabilir. Ancak bu çok uçuk ve uzak bir ihtimal değildir. Örneğin; Moritanya, coğrafi özellikleri ve yapısı itibarıyla yukarıda zikrettiğimiz özelliklere yakın bir Afrika ülkesidir. Bu şartlarda yaşayan ve ezbere önem veren bu insanların ezber kabiliyeti çok iyidir. Bazı öğrenciler ezberleyecekleri metni bir defa dinleyip levhalarına yazar ve ertesi gün silerler. Çünkü ezberlemiş olurlar. Bazıları ise levhalarına yazmadan ezberlemiş oldukları için yazmaya dahi ihtiyaç duymazlar. Birçoğu, kütüphanelerimizde kaynak olarak bekleyen ciltlerce kitabı ezberleyebilmektedir; Fethu’l Bari, El-Mudevvene, El-İtkan Fi Ulumi’l Kur’an, Lisanu’l Arab, El-Kamusu’l Muhit, isnatlarıyla beraber Kutub-i Sitte ve Muvatta… gibi. İlim dalları hakkındaki metinler, nazımlar ve elfiyyeleri ezber olduklarını zikretmeye gerek bile yoktur.

Dolayısıyla Arapların ezber melekesi hakkında zikrettiklerimiz veya hafız muhaddislerin ezberlerine dair sabit nakiller abartılı değildir.

✽ ✽ ✽

Allah (cc), risalet görevinin kime layık olacağını bilir ve seçer:

“…Allah, risaleti kime vereceğini en iyi bilendir…”[8]

Müşriklerin, Nebimizin (sav) seçilmesine dair itirazlarına ve başkalarının seçilmesi gerektiği düşüncesine Allah (cc) şöyle cevap verir:

“Dediler ki: ‘Bu Kur’ân’ın, iki beldenin büyüklerinden birine inmesi gerekmez miydi?’ Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? (Oysa) dünya hayatında geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Onların bir kısmı diğer bir kısmına iş gördürsün/hizmet ettirsin diye, bazısını bazısına derecelerle yükselttik. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.”[9]

Allah (cc), risaleti kıyamete kadar geçerli olacak son elçisini seçtiği gibi, ona ashab olacak kimseleri de seçmiştir. Çünkü bu nesil, kıyamete kadar gelecek insanların vahyi işitmesinde zincirin ilk halkası gibidir. Bu halka diğer halkalar için hayati öneme sahiptir:

İbni Mesud’dan (ra) şöyle rivayet edilmiştir:

“Allah (cc) kulların kalplerine baktı ve Muhammed’in (sav) kalbini kullarının en iyisi olarak bulunca onu kendisine seçti, risaletiyle peygamber olarak gönderdi. Ardından diğer kulların kalplerine baktı ve sahabilerinin kalplerini diğer kullarının kalplerinin en üstünü bulunca onları dini için savaşan Peygamber yardımcıları kıldı. Dolayısıyla Müslimlerin iyi gördükleri Allah katında da iyidir, kötü gördükleri Allah katında da kötüdür.”[10]

Allah’ın seçtiği bu neslin, ezber kabiliyetini verdiği bir toplumdan olması, O’nun (cc) El-Hakîm olmasının bir tecellisidir. Şöyle ki, Resûl’üne vahyettiklerinin sadece diğer nesillere nakli yeterli değildir. Aynı zamanda doğru ve eksiksiz bir şekilde kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa da ulaşması gereklidir. Çünkü o (sav) tüm insanlara gönderdiği elçisidir. Bu da ancak kavrama ve ezberleme gücü iyi olan kimselerle gerçekleşebilir. Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Sen, bundan önce kitap okuyor değildin. Hem onu sağ elinle de yazmıyordun. (Öyle olsaydı) işte o zaman batıl ehli şüpheye düşerdi. (Hayır, öyle değil!) Bilakis o (Kur’ân), kendilerine ilim verilenlerin göğsünde apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez.”[11]

İyad ibni Himar El-Mucaşi’i’nin (ra), Allah Resûlü’nden rivayet ettiği kudsi bir hadiste Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“…Ben sana, suyun kendisini yıkayamayacağı (kâğıttan silerek yok edemeyeceği) bir kitap indirdim…”[12]

✽ ✽ ✽

Bir sonraki sayımızda buluşmak duasıyla…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

 


[1]. bk. Sünnetin Delil Oluşu, Abdulgani Abdulhalık, s. 226; Tarihu Tedvini’s Sünne, Hâkim El-Mutayri, s. 10; El-İstişrak ve Mevkifuhu mine’s Sünneti’n Nebeviyye, Falih ibni Muhammed Es-Sağir, s. 75

[2]. bk. Delailu’n Nubuvve, Beyhaki, 1/431

[3]. Müslim, 2255

[4]. Camiu Beyani’l İlmi ve Fadlih, İbni Abdilberr, Polen Yayınları, s. 94

[5]. Camiu Beyani’l İlmi ve Fadlih, İbni Abdilberr, Polen Yayınları, s. 94

[6]. Müslim, 1080

[7]. Camiu Beyani’l İlmi ve Fadlih, İbni Abdilberr, Polen Yayınları, s. 93

[8]. 6/En’âm, 124

[9]. 43/Zuhruf, 31-32

[10]. Ahmed, 3600

[11]. 29/Ankebût, 48-49

[12]. Müslim, 2865

Önerilen makaleler