Kavaidu’l Erba’ – 9 Dördüncü Kaide

 

Allah’a hamd, Rasûlüne salât ve selam olsun.

Metin

Şüphesiz günümüz müşriklerinin şirki, önceki müşriklerin şirkinden daha şiddetlidir. Çünkü önceki müşrikler rahatlıkta Allah’a şirk koşuyor, zorluk zamanlarında ise sadece Allah’a yöneliyorlardı. Günümüz müşriklerinin şirki ise süreklidir. Onlar hem rahatlık, hem de zorluk halinde Allah’a şirk koşuyorlar.

Bunun delili Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu sözüdür:

“Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler. Onları kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise bir de bakarsın ki, Allah’a ortak koşuyorlar.” (29/Ankebut, 65)

Allah en doğrusunu bilendir. Rasûlullah’a, ailesine ve ashabına salât ve selam olsun.

Şerh

Bu kaidenin güzel anlaşılması için şunu bilmemiz gerekir; Hayır üzere kalabilmek için şerri; tevhid üzere kalabilmek için şirki; İslam üzere kalabilmek için cahiliyeyi ve sünnet üzere kalabilmek için bidatı iyi bilmek gerekir.

İslam’ı ve güzelliklerini öğrendiğimiz gibi cahiliyeyi ve özeliklerini de öğrenmek zorunludur. Çünkü cahiliyeyi tanımayan, farkında olmadan cahiliyenin tuzaklarına düşebilir. Huzeyfe radıyallahu anh şerre bulaşmamak için, Peygamber’e sallallahu aleyhi ve sellem sürekli şerden sorardı.

Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor:

“İnsanlar Rasûlullah’a hayırdan sorardı. Ben ise, bana da bulaşabilir korkusuyla, hep şerden sorardım.” (Buhari, Müslim)

Şerri öğrenmemizdeki gaye, şerden kaçınmaktır. Bu tıpkı şunun gibidir: Bir yolculuğa çıkacağımız zaman yol ile ilgili olumlu-olumsuz tüm bilgileri elde etmeye çalışıyor ve öğreniyoruz. Olumsuz şeyleri sorup öğrenmemizdeki gaye ona bulaşmak için değil bilakis tedbirimizi almak içindir.

Şairin biri şöyle der;

‘Şerri, şer olduğu için değil ondan sakınmak için öğrendim. Şerri hayırdan ayıramayan ona düşer.’

Allah subhanehu ve teâlâ birçok ayette Kur’an-ı Kerim’i ‘Apaçık bir şekilde indirdiğini’ buyurmuştur. Peki, Allah’ın subhanehu ve teâlâ bu kitabı apaçık olarak indirmesinin sebebi, hikmeti nedir? En’am suresinde Allah subhanehu ve teâlâ bunun hikmetini bize şöyle anlatıyor:

“Günahkârların yolu açıkça belli olsun diye ayetlerimizi, işte böyle, ayrıntılı biçimde anlatıyoruz.” (6/En’am, 55)

Allah subhanehu ve teâlâ günahkârların yolu belli olsun diye ayetlerini apaçık indirmiştir. Çünkü mücrimlerle muttakilerin birbirlerinden ayrılabilmeleri için, her iki yolun da net olarak bilinmesi gerekir. Allah subhanehu ve teâlâ mücrimlerin yolunu, mücrim olalım diye bize anlatmıyor. Bilakis onu bilip, ondan sakınalım diye anlatıyor.

Ömer radıyallahu anh şöyle der;

‘İslam’da cahiliyeyi bilmeyenler yetiştiğinde, İslam’ın bağları tane tane kopar.’

Ömer’in radıyallahu anh bu sözü ile anlatmak istediği şudur; Biz cahiliyeyi ve zararlarını gördük. Ardından ise İslam’ı ve güzelliklerini gördük. İslam’ın güzelliklerini öğrendikten sonra bir daha asla cahiliyenin İslam’a bulaşmasına müsade etmeyiz. Fakat cahiliyeyi görmemiş, tanımamış olan birisi, cahiliyenin zararlarını tam anlamıyla bilmediği için İslam’a bir bidat, bir şirk bulaştığında pek fazla önemsemez. Önemsemediği için de İslam’ın bağlarının tane tane kopmaya başladığını dahi fark etmez.

İbni Teymiye rahimehullah Ömer’in radıyallahu anh bu sözünü açıklarken şöyle diyor; ‘Maruf üzere yetişmiş birisinin münkeri ve münkerin tehlikesini anlaması mümkün değildir.’ Sürekli iyilik üzere yetişmiş birisi ya münkeri hiç tanımaz, ya da münkeri ismen tanısa da zararlarını tam anlamıyla idrak edemez. Kendisi sürekli iyiliği düşündüğü için başkalarını da kendisi gibi zanneder. Tabi herkes kendisi gibi iyiliği düşünmediği için de sürekli kandırılır.

Cahiliyeyi tanımamız gerekir dediğimizde amacımız ona bulaşmak, cahiliyede olan kötü şeyleri işlemek değildir. Bazıları Ömer’in radıyallahu anh bu sözüne yapışarak; ‘Cahiliyeyi yaşamak güzel bir şeydir. İnsana tecrübe kazandırır.’ gibi birtakım sözler söylüyorlar. Bu doğru değildir. Bilakis cahiliyeyi yaşamamak, şirke, küfre ve bidatlara bulaşmamış olmak sahabenin yanında çok büyük bir mertebeydi.

Bir gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: ” ‘Ümmetimden yetmiş bin kişi sorgusuz sualsiz cennete girecektir’ dedi. Sahabe bunların kim olacağı konusunda kendi aralarında konuşurken tahminleri şu oldu: ‘Bizler şirk ortamında doğduk. Sonradan Allah ve Rasûlü’ne iman ettik. Onlar olsa olsa bizim çocuklarımız ve torunlarımızdır.’ ” (Buhari) dediler.

Demek ki sahabenin yanında cahiliyeyi yaşamamış olmak, şirke, küfre ve bidatlara bulaşmamış olmak sorgusuz sualsiz cennete girme sebebidir.

Allah ve Rasûlü yaşanan bazı şeyleri cahiliyeye bağlamıştır. Sahabelere ‘Bu cahiliyedir’ veya ‘Bu cahiliyenin âdetlerindendir’ denildiğinde, onun zararlarını bildikleri veya tahmin ettikleri için hemen ondan sakınıyorlardı.

Allah subhanehu ve teâlâ normalde Kur’an-ı Kerim’de hâkimiyet yetkisinin kendisine ait olduğunu, kendi hükümleriyle hükmetmeyenlerin kafirler olduğunu beyan etmiştir. Bununla birlikte konunun daha iyi anlaşılması için Allah subhanehu ve teâlâ kendi hükümlerinin dışındaki bütün hükümleri cahiliyeye bağlamıştır.

“Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanan bir toplum için, kimin hükmü Allah’ınkinden daha güzeldir?” (5/Maide, 50)

Uhud savaşında bazı insanlar ‘Şayet Medine’de savunma yapsaydık öldürülmez ve müşriklere yenilmezdik. Gençlerin aklına uyduk başımıza bunlar geldi’ gibi birtakım sözler söylediler. Bu itikad, kader inancına aykırı bir itikaddır. Allah subhanehu ve teâlâ onların bu düşüncelerinin yanlış olduğuna cevap verdi. Ardından bunu cahiliyeye bağlayarak bu tür düşüncelerin İslam’da yerinin olmadığını, bunların tamamen cahiliyenin âdetlerinden olduğunu belirtti. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor:

“Sonra o kederin ardından (Allah) üzerinize içinizden bir kısmını örtüp bürüyen bir güven, bir uyku indirdi. Bir kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah’a karşı cahiliye zannı gibi gerçek dışı zanda bulunuyorlar; ‘Bu işte bizim hiçbir dahlimiz yok’ diyorlardı. De ki: ‘Bütün iş, Allah’ındır.’ Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde saklıyorlar ve diyorlar ki: ‘Bu konuda bizim elimizde bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik.’ De ki: ‘Evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine öldürülmesi yazılmış bulunanlar mutlaka yatacakları (öldürülecekleri) yerlere çıkıp gideceklerdi. Allah, bunu göğüslerinizdekini denemek, kalplerinizdekini arındırmak için yaptı. Allah, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) bilir.’ ” (3/Âl-i İmran, 154)

“Ensar ile muhacir savaşmak için karşı karşıya geldiler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara müdahale etti ve yaptıklarını cahiliyeye bağlayarak şöyle dedi: ‘Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’tan korkun! Ben aranızda olduğum halde cahiliye davası mı güdüyorsunuz? Halbuki Allah subhanehu ve teâlâ sizi İslam’a iletmiş, sizi onunla şereflendirmiştir. Cahiliye ile olan ilişkilerinizi İslam’la kesmiş, sizi küfürden kurtarmış ve İslam ile aranızı bulmuştur. Bütün bunlardan sonra da yine kafirler olarak eski durumunuza mı dönüyorsunuz?’ ” (Müslim)

“Ebu Zer radıyallahuanh bir sahabeyi ‘Ey siyah kadının oğlu’ diyerek kınayınca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem onu kınadı ve yaptığını cahiliyeye bağladı: ‘Onu annesinden dolayı mı kınadın? Şüphesiz sen, kendisinde cahiliye olan birisin.’ ” (Buhari)

Hudeybiye anlaşması sonrasında Allah subhanehu ve teâlâ şu ayetleri indirdi:

“O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, cahiliye taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi, onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Zaten onlar buna layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilendir.” (48/Fetih, 26)

Burada Allah subhanehu ve teâlâ Müslümanlara şunu öğretti; İslam’ın dışında insanları bir araya getiren her türlü fikir ve ideoloji, cahiliyedir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

“Ümmetimde dört şey vardır ki, cahiliye işlerindendir, bunları terk etmeyeceklerdir. Bunlar; Haseble (yani ırk ve kabile üstünlüğüyle) övünme, nesebi yani soyu sebebiyle insanları kötüleme, yıldızlardan yağmur bekleme, (ölenin ardından) matem ve ağıt yakma!” (Müslim)

Şeyhin rahimehullah bu kaide ile bize anlatmak istediği şudur; Şirk, her geçen gün daha fazlalaşmaktadır. Ondan dolayı cahiliye döneminin şirklerini iyi bildiğimiz gibi, kendi dönemimizdeki şirkleri de iyi bileceğiz. Eğer kendi zamanımızdaki şirkleri bilmezsek farkında olmadan ona düşebiliriz. Öğrenmeliyiz ki ondan sakınabilelim.

Neden zaman Geçtikçe Şer Daha Fazlalaşıyor?

Hadislerde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem her gelen zamanın öncekinden daha kötü olacağını bildiriyor.

“Siz Rabbinize kavuşuncaya dek gelebilecek her bir zaman, öncekine göre daha şerli ve kötü olacaktır.” (Tirmizi)

Allah subhanehu ve teâlâ insanı hanif olarak, İslam fıtratı üzerine yaratmıştır.

“Kullarıma verdiğim her mal helaldir. Ben kullarımı Hanif (şirk koşmayan) olarak yarattım, fakat şeytanlar gelip onları dinlerinden uzaklaştırdı ve onlara helal kıldığım şeyleri haram kılmıştır.” (Müslim)

“Dünyaya gelen her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir.” (Buhari)

Allah subhanehu ve teâlâ insanları hanif olarak yaratmış. Sonradan şeytanlar insana musallat olarak onun temiz fıtratını küfür, şirk ve haramlarla bozdular. Şeytan, her geçen gün daha fazla tecrübe kazanıyor. Tecrübe kazandıkça da insanları daha rahat kandırıp saptırabiliyor. Şeytan ilk dönemlerdeki tecrübesiyle Mekkeli müşriklere sadece rahatlık halinde şirk koşturabilmişti. Onlara yaklaşıp; ‘Siz günahkâr insanlarsınız. Allah’a dua ederken salih kişileri kendinize aracı kılın.’ diyerek, batıl kıyası onlara öğretti. Onlar da bu tuzağa düşüp, rahatlık halinde Allah’a subhanehu ve teâlâ şirk koştular. Fakat sıkıntıya düştüklerinde fıtrat devreye girdiği için, sadece Allah’a subhanehu ve teâlâ dua ediyor ve O’na subhanehu ve teâlâ hiçbir şeyi şirk koşmuyorlardı.

Şeytan her geçen gün daha fazla tecrübe kazandığı için her gelen dönem öncekinden daha şerli oluyor. Günümüz cahiliyesi maalesef bundan nasibini birçok yönden almış, eski cahiliyeden daha kötü ve daha şerli hale gelmiştir. Günümüz cahiliyesinin eskiden daha kötü olduğuna dair şu örnekleri verebiliriz;

1. Dua anlayışı

Mekkeli müşrikler rahatlık esnasında putlara, sıkıntıya düştüklerinde ise Allah’a subhanehu ve teâlâ dua ediyorlardı. Kur’an-ı Kerim onların bu durumunu bize şöyle anlatıyor:

“İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.” (10/Yunus, 12)

“O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak ‘Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar. Fakat onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz Bize’dir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz.” (10/Yunus, 22-23)

Günümüzdeki müşrikler ise hem rahatlık hem de zorluk esnasında şeyhlere, evliyalara dua ediyor ve onlardan yardım istiyorlar.

Onlardan biri şöyle diyor; ‘Saadatların himmeti olmadan adımımızı bile atamayız.’

Başka birisi ise şöyle diyor; ‘Karşıdan karşıya geçerken ‘Medet ya Abdulkadir Geylani!’ demeden geçemem.’

2. Hüküm anlayışı

Mekkeli müşrikler kendi aralarında Allah’ın subhanehu ve teâlâ kanunları ile hükmetmiyorlardı. Hayatlarının genelinde İbrahim’den aleyhisselam kaldığına inandıkları batıl dine göre hareket ediyorlardı. Ekstradan bir durum olduğunda ise kendi aralarında bir araya gelerek, o konu ile ilgili bir hüküm veriyorlardı. Yani düzenli bir hüküm anlayışları yoktu.

Günümüzde ise anayasada neredeyse her konuyla ilgili birtakım hükümler belirlenmiştir. Ticaret, sosyal hayat, suçlar ve cezalar ile ilgili anayasada birtakım kanunlar var. Günümüzdeki müşrikler hayatın her alanına müdahale ediyor ve her şeye kendi kanunlarını tatbik ediyorlar.

Mekkeli müşrikler verdikleri hükümleri anayasa haline getirmiyorlardı. Bir olay olduğunda bir araya gelip hüküm veriyorlardı. İki yıl sonra aynı olay olduğunda ‘Biz daha önceden bununla ilgili bir hüküm vermiştik aynısını uygulayalım’ demiyorlardı. Tekrardan bir araya gelip onun ile ilgili yeni bir hüküm ortaya atıyorlardı.

Günümüzdeki müşrikler ise belirledikleri kanunları anayasa haline getiriyorlar. Bu kanunlara muhalefet edenleri cezalandırıyor ve hatta onlarla savaşıyorlar.

3. Rububiyet tevhidi anlayışı

Mekkeli müşrikler; yaratanın, rızık verenin, yağmuru yağdıranın, kâinatın işlerini düzenleyenin Allah subhanehu ve teâlâ olduğuna inanıyorlardı. Rububiyet tevhidinin hepsini olmasa da birçok esasını kabul ediyorlardı. Allah subhanehu ve teâlâ onlardan bahsederken şöyle diyor;

“(Rasûlüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hâkim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Her türlü işi kim idare ediyor? ‘Allah’ diyecekler. De ki: Öyle ise (O’na asi olmaktan) sakınmıyor musunuz?” (10/Yunus, 31)

Günümüz müşriklerinin de Rububiyet tevhidiyle problemi var. Fakat bunların problemi Mekkelilerin probleminden daha büyüktür. Örneğin; Mekkeli müşrikler yağmuru yağdıranın Allah subhanehu ve teâlâ olduğuna inanıyorlardı. Bugünün müşrikleri ise bunu kabul etmiyorlar. Yağmurun yağışını şöyle anlatıyorlar; ‘Güneş ışığının etkisi ile su buharlaşarak yükseliyor. Ve yükseldikçe soğumaya başlıyor. Su buharı soğuk hava katmanına rastlıyor. Soğuk hava katmanına rastlayan buhar tanecikleri havadaki toz parçacıklarına tutunarak su damlaları haline dönüşüyor. Bunlar birleşerek bulutları oluşturuyor. Yeterli büyüklüğe ulaşınca yerçekiminin etkisiyle yere düşmeye başlıyor.’ Özellikle okullarda hayat bilgisi veya coğrafya ile ilgili kitaplarda doğa ile ilgili şeyler tesadüflere veya sadece sebeplere bağlanıp Allah subhanehu ve teâlâ devre dışı bırakılmaktadır.

4. Mekkeli müşrikler putların fayda ve zarar verdiğine veya mutlak kudret sıfatına sahip olduğuna inanmıyorlardı. Onlar putları kendileri ile Allah subhanehu ve teâlâ arasında aracı kılıyorlardı. Her ne kadar aracı olarak kullansalar da, putların da Allah’ın subhanehu ve teâlâ kontrolünde olduğuna inanıyorlardı. Müşriklerin hacdaki telbiyeleri buna en güzel örnektir. Onlar: ‘Buyur Allah’ım, buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin’ şeklinde telbiye getiriyorlardı.

Günümüz müşrikleri ise kendi şeyhlerinin mutlak kudret sıfatına sahip olduğuna inanıyorlar. Allah’ı subhanehu ve teâlâ devre dışı bırakıp, kâinatın düzeni ile ilgili her işi şeyhleri arasında paylaştırmışlar. Mesela; Evliyalardan kimisinin yağmuru yağdırmakla, kimisinin rızık dağıtmakla veya güneş ve aydan sorumlu olduğuna inanmışlardır. Yani Allah’ın subhanehu ve teâlâ dışında herkes bir şeyler yapıyor(!)

Mekkeli müşrikler işlerine gelmediğinde putlara hakaret edebiliyorlardı. Günümüz müşrikleri ise ne olursa olsun şeyhlerine laf söylemez ve söyletmezler. Cahiliye döneminde birisi başkasının çocuğunu öldürdüğünde gidip Kâbe’nin yanında fal oku çekiyordu. Diyet çıkarsa diyet, kısas çıkarsa kısas uyguluyordu. İstedikleri şey yani kısas çıkmayınca adam puta hakaret edip şöyle diyordu; ‘Pis şey. Tabi senin çocuğun öldürülmedi.’

Günümüz müşriklerinden birisi şeyhi için rüyaya yattığında istediği rüyayı görmeyince veya istediği olmayınca şeyhine hakaret edemez. Problemin kendisinde olduğuna inanır.

Mekkeli müşrikler putların, evlerinin içerisinde kendilerini gördüklerine inanmıyorlardı. Günümüz müşrikleri ise evde ne yaptıklarının, yatakta kaç defa döndüklerinin şeyhleri tarafından bilindiğine ve görüldüğüne inanıyorlar.

Başka bir örnek; Adam Allah subhanehu ve teâlâ adına çok rahat yemin edip o yemini bozarken şeyhi adına kolay kolay yemin etmez. Yemin ettiyse de muhakkak yerine getirir. Aksi takdirde çarpılacağına ya da bunun şeyh tarafından bilinerek azarlanacağına inanır.

İtikad olarak kötü olduğu gibi, haramlar konusunda da bizim toplum öncekinden daha kötüdür:

1. Mekke döneminde zina şöyle gerçekleşiyordu; Kadın evine bir bayrak veya herhangi bir alamet asarak, o evde fuhuşun yapıldığını belli ediyordu. Erkekler de işaretten o evde zina yapıldığını anlıyor ve gidip zina yapıyorlardı. Fakat bu, yönetici insanların kontrolünde sistematik bir şekilde gerçekleşmiyordu. Günümüz müşrikleri ise bunu daha resmî hale getirmişler. Genelevleri, devletin resmî polisi tarafından korunuyor. Genelevlerine, uğruna savaştıkları bayrakları dahi asıyorlar. Kadınlara tek tek vesika veriyor, sağlıklı olsun diye gereken önlemleri alıyorlar. Kadınlar parasını aldığı gibi, devlet de oradan vergisini alıyor. Hatta devlet vesika vermek için bir standart dahi belirlemiş kadınlara. O şartlara uymayanlara çalışma izni(!) verilmemekte.

2. Mekkeli müşrikler eğlenmek için kadınları oynatır, şiir okutur ve içki içerlerdi. Fakat günümüzde olduğu gibi değildi. Günümüzde eğlence yerlerine devlet izin veriyor ve devletin kontrolünde orası açılıyor. Eğlence yerlerinde sayılmayacak kadar çok haram işleniyor.

Eski müşrikler Lat, Uzza veya herhangi bir put için en büyük demiyorlardı. Günümüzdeki müşrikler ise tutukları takımlar için ‘En büyük fener, En büyük galata’ gibi birtakım sözler söylüyorlar.

Mekkeli müşrikler putlar için kendilerine zarar vermiyorlardı. Bugünküler ise tuttukları takımlar için bazen üzüntüden, bazen ise sevinçten kendilerini paralıyor, kendilerine zarar verebiliyorlar.

Mekkeli müşrikler işine gelmediğinde putlara hakaret ediyordu ve kimse de onlara bir şey demiyordu. Günümüzde ise adam tuttuğu takıma laf söylemez, söyleyen ile de kavga eder.

3. Mekkeli müşrikler kız çocuklarını utanç verdiği için veya açlık korkusundan dolayı öldürüyorlardı. Ama adamlar çocuğun doğmasını bekliyor, kız olduğu belli olduktan sonra öldürüyorlardı. Günümüz müşrikleri ise kız mı erkek mi olduğunu hiç beklemeden hemen kürtaj yaptırıyorlar. Onlar sadece kızları öldürürken bugünküler erkekleri de öldürüyorlar.

4. Ficar savaşlarından ve o savaşlarda ölenlerden sürekli bahsedilir. Ficar savaşlarının uzun süre devam ettiği ve o savaşlarda binlerce kişinin gereksiz yere öldürüldüğü söylenir. Günümüzde ise yaklaşık otuz yıldır Kürt ile Türk savaşları oluyor. Bu savaş hem daha uzun sürdü hem de daha fazla kişi öldürüldü.

5. Mekkeli müşrikler dağlara taşlara Abdulmenaf ve Haşimoğulları’nı yücelten herhangi bir şey yazmıyorlardı. Günümüzde ise her tarafa ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ gibi kavmiyetçiliği yüceltici yazılar yazılıyor. Eski müşrikler kendi kabileleriyle övünüyorlardı. Fakat buna rağmen diğer kişileri de insan kabul ediyorlardı. Günümüzdekiler ise kendi ırklarının dışındakileri neredeyse insan olarak bile kabul etmiyorlar. Sürekli onlarla alay edip onları küçük duruma düşürüyorlar.

‘Yaptığımız birçok kıyas sonucunda bizim toplumumuzun Mekke toplumundan hem itikad hem de ahlak olarak daha kötü olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor.’

Allah’ın yardımıyla bu yazıyla birlikte Kavaidu’l Erba’ risalesinin şerhi bitti. Rabbimden bunu hayırlara vesile kılmasını diliyorum.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver