Allah Rasûlü’ne Hakaret Edenler Karşısında Müslümanca Tavır

Hamd, âlemlerin Rabbi olan, Rasûller göndermek suretiyle insanları hidayet eden ve… “O alaycılara karşı biz sana yeteriz” diyerek Rasûllerini teselli eden Allah’a olsun. Salât ve selam; emaneti eda eden, ümmete ulaştıran, kendisiyle hidayete erdiğimiz Muhammed Mustafa’ya sallallahu aleyhi ve sellem, pak âline, onu nefislerinden daha evla gören, dostuna dost, düşmanına düşman olan ashabının üzerine olsun.

Tarihin her safhasında Rasûllere düşmanlık eden, onlarla alay eden, onların hüccet ve beyanları karşısında söyleyecek sözleri olmadığından onlara hakaret eden azılı kâfirler olmuştur. Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğimiz kadarıyla bu durum, Allah’ın değişmez sünnetlerindendir ve risalet vazifesiyle memur her bir Peygamberin karşılaştığı şeydir.

“Senden önce de Peygamberlerle alay edilmişti. Fakat onlardan alay edenleri, alay ettikleri şey kuşatıverdi.” (6/En’am, 10)

“Onlara hiçbir Peygamber gelmiyordu ki, onunla alay etmiş olmasınlar.” (15/Hicr, 11)

“O inkârcılar, seni gördükleri zaman, seni alaya alıyorlar ve ‘İlahlarınızı diline dolayan bu mudur?’ diyorlar. Hâlbuki onlar, Rahmân’ın kitabını inkâr ediyorlar.” (21/Enbiya, 36)

Bu ayetler, gerek Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem gerek de ondan önce gönderilen Rasûllerin, kâfirlerin inkar ve alaylarına muhatap olduğunu gösteriyor. Charlie Hebdo’nun, Allah Rasûlü’yle sallallahu aleyhi ve sellem alay eden karikatürleri yayınladığında, çok daha öncesinde Selman Rüşdi vakıasında ve benzeri hadiselerde konuya dair çok şey söylendi. Fransa’da iki gencin; sadra şifa, izzeti bu ümmete yeniden hissettiren duruşlarından sonra, bu konu tüm yönleriyle dünyanın gündemine oturdu.

Kâfirler, Rasûllerle alay edecekler. Bunun, Allah’ın subhanehu ve teâlâ sünneti olduğunu biliyoruz. Asıl soru; bunun karşısında Müslümanca tavrın ne olduğudur? Allah’ı razı eden, şayet yaşasaydı Peygamberi de razı edecek olan ve tüm ümmetin beklentisini karşılayacak tepki nasıl olmalıdır?

Peygamberin, Kendisine Sövenlere Karşı Tavrı

Abdullah bin Amr bin As radıyallahu anh anlatıyor:

“Bir gün müşriklerin Kâbe yanındaki hatimde bir araya geldiklerini gördüm. Rasûlullah’tan bahsederek şöyle diyorlardı: ‘Bu adama sabrettiğimiz kadar hiç kimseye sabretmedik. O, bize hakaret etti. Atalarımıza sövdü. Dinimizi kötüledi. Cemaatimizi dağıttı. İlahlarımıza küfretti.’ Bu sırada, Rasûlullah efendimiz çıkageldi. Kâbe’yi tavaf ederek yanlarından geçti. Bazı müşrikler, Rasûl’e laf attılar. Bu lafları duyduğu ve rahatsız olduğu, Rasûlullah’ın mübarek yüzünden anlaşıldı. Geçip gitti. İkinci defa yanlarından geçtiğinde yine aynı sözlerle karşılaştı. Yine rahatsız olduğu, yüzünden anlaşıldı. Üçüncü kez yanlarından geçerken, aynı şekilde kendisine laf attılar. Bunun üzerine Peygamber, onlara şöyle dedi: ‘Beni duyuyor musunuz ey Kureyşliler? Ben sadece sizi kesmekle gönderildim!’ Orada bulunanlar, bu sözü işittiler, sükûtla dinlediler. O kadar sessizleştiler ki, sanki her birinin başının üzerinde bir kuş vardı da, o kuşu ürkütüp uçurmamak için seslerini çıkarmıyor ve hareket etmiyorlardı. Hatta orada bulunan müşriklerin, Peygambere karşı en şiddetli olanları bile şöyle diyordu: ‘Ey Eba Kasım, doğruca yoluna git, sen cahil bir kimse değilsin.’ ” (Müsned, Ahmed)

Bu hadise, Allah Rasûlü’nün kendisiyle alay eden, ona ve getirdiklerine hakaret edenlere karşı tutumunu resmetmektedir. Aynı zamanda Mekke’de yaşanan bazı hadiseleri nasıl anlamamız gerektiğine de işaret etmektedir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem gücünün olmadığı, müminlerin sıkıntıya düşeceği mustazaflık hâlinde müşriklere, fiilî olarak karşılık vermemiştir. Ancak bu durum, müşriklere gösterilmesi gereken tavrın, sabır ve hoşgörü olduğu anlamına gelmez. Allah Rasûlü, bu tavrıyla onların hak ettiklerini, onlara hatırlatmış; güç ve imkâna kavuştuğunda da bu sözlerinin gereğini yerine getirmiştir.

Bu durumda, Mekke’de yaşanan bazı vakıaları öne sürerek, onunla sallallahu aleyhi ve sellem alay edenlere karşı hoşgörülü olmayı ve sabrı tavsiye eden asrımız belamlarının yaptıkları, nasları tahrif etmekten öteye geçmemektedir. Allah Rasûlü’nün, imkân bulduğunda alaycılara karşı tavrını, Ka’b bin Eşref suikastı göstermektedir.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: ” ‘Ka’b b. Eşref’in hakkından kim gelecek? Zira bu, Allah ve Rasûlüne eza veriyor!’ buyurdular. Muhammed b. Mesleme: ‘Onu öldürmemi ister misiniz?’ dedi. Peygamberimiz: ‘Evet!’ deyince Muhammed b. Mesleme: ‘Hakkınızda menfi şeyler söylememe de izin veriyor musunuz? (Güvenini kazanmamız için buna gerek olacak)’ dedi. Peygamber, ona bu hususta izin verdi.

Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, Ka’b b. Eşref’e gelip onunla konuştu, aralarındaki (eski) dostluğu hatırlattı ve: ‘Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı oluyor!’ dedi. Ka’b, bunu işitince: ‘Ha şöyle! Vallahi ondan daha da çekeceksiniz!’ dedi. Muhammed b. Mesleme: ‘Biz, ona şimdi gerçekten tabi olduk. Onu büsbütün terk edip sonunun ne olacağını seyretmekten de korkuyoruz’ dedi. Ka’b: ‘Söyle bana’ dedi, ‘İçinde ne var, ne yapmak istiyorsunuz?’ Muhammed: ‘Onu yalnız bırakmak, ondan ayrılmak istiyoruz’ deyince, Ka’b: ‘Şimdi beni mesrur ettin’ dedi. Muhammed ilave etti: ‘Bana biraz ödünç vermeni talep ediyorum’ dedi. Ka’b da: ‘Bana rehin olarak ne bırakacaksın?’ diye sordu. Muhammed b. Mesleme: ‘Ne istersin?’ dedi. Ka’b: ‘Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!’ dedi. ‘Ama sen, Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı nasıl rehin bırakalım?’ dedi. Ka’b: ‘Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakırsınız!’ dedi. ‘Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edip: ‘Bir veya iki vask hurma karşılığında rehin edildin.’ diye başına kakarlar. Ama sana zırhları yani silahı rehin bırakalım’ dedi. ‘Pekâlâ, bu olur!’ dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, ona El Haris b. Evs, Ebu Abs b. Cebr ve Abbad b. Bişr ile birlikte gelmek üzere randevulaştı. Bunlar, geceleyin gelip onu (dışarı) çağırdılar. Ka’b, yanlarına indi. Ka’b’ın eşi şöyle dedi: ‘Ben bazı sesler işitiyorum, bu sanki kan sesidir’ dedi (kötü bir şey olacağını anlatmak istedi). Ancak O: ‘Hayır, bu gelen Muhammed b. Mesleme ile süt kardeşi Ebu Naile’dir. Mert kişi, geceleyin yaralanmaya bile çağrılsa icabet eder!’ dedi. Muhammed b. Mesleme, arkadaşına: ‘Gelince, ben elimi başına uzatacağım. Onu tam yakaladım mı göreyim sizi!’ dedi. Ka’b, kılıncını kuşanmış olarak indi. ‘Senden güzel koku alıyoruz!’ dediler. Ka’b: ‘Evet! Nikahımda falan kadın var. Arap kadınlarının en güzel kokularına sahip olanıdır’ dedi. Muhammed b. Mesleme: ‘Ondan koklamama müsaade eder misin?’ dedi. Ka’b: ‘Tabi ederim, kokla!’ dedi. Muhammed, yakalayıp kokladı. Sonra: ‘Bir kere daha koklamama müsaade eder misin?’ dedi. Sonra onu yakaladı. ‘Göreyim sizi!’ dedi ve orada öldürdüler.” (Muttefekun Aleyh)

Sahabeler, onu öldürdükten sonra Medine’ye yöneldiler. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, o gece, sabaha kadar namaz kılmış ve onlara dua etmişti. Medine’ye yaklaşınca tekbir getirdiler, Allah Rasûlü, onun öldürüldüğünü anladı ve tekbir getirdi. Ölüm haberini alınca, Allah’a hamd etti. Bu işi yapan sahabelere: ” ‘Yüzler kurtuluşa ersin/aydınlık olsun’ diye duada bulundu. Onlar da: ‘Seninki de ey Allah’ın Rasûlü’ diye karşılık verdiler.” (Fethu’l Bari, Müstedrek, Hakim.)

Bu olay üzerine Yahudiler, Allah Rasulü’ne sallallahu aleyhi ve sellem gelip, liderlerinin suikastla öldürüldüğünü söyleyip şikâyette bulundular. Allah Rasûlü, onlara Ka’b’ın kötü sözlerini ve ezalarını hatırlattı. (Müsned, Ahmed)

Ka’b bin Eşref’in öldürülmesi olayı; Charlie Hebdo olayı sonrası yaşanan bir çok tartışmaya ışık tutmaktadır. Aynı zamanda bu olay, Medine İslam Devleti’nde dönüm noktası olmuş, kendinden sonra birçok olayı etkilediği gibi, Yahudiler için yeni bir sürecin başlamasına da neden olmuştur.

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine sövenlere karşı sabır ve hoşgörüden yana değildir. ‘Yaşasaydı bu eylemleri ilk o kınardı’ diyenler, Allah Rasûlü’ne iftira eden yalancılardır. Çünkü Allah Rasûlü, güç ve imkân bulduğunda sabır göstermemiş, kendisine hakaret edenlerden bunun intikamını almıştır. Bunun İslam tarihinde birçok örneği vardır. (Bazısı yazı içerisinde zikredilmiştir.)

‘Biz, İslamofobinin bu kadar yayıldığı bir dönemde, bu tarz eylemleri nasıl izah edeceğiz, Allah Rasûlü olsa bunlara göz yumardı’ diyenler yanılmışlardır. İslamofobinin, günümüzden çok daha fazla olduğu bir dönemde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu sormak için yanına gelen Yahudilere olayı izah etmiş, ona eziyet edip hakaret edenlerin cezasının bu olduğunu hatırlatmıştır.

Avrupa’daki Müslümanların orada emanla bulunduğuna, bu yapılanın aldatma ve söz bozma olduğuna, bunun da caiz olmadığına yönelik konuşanlar; bilerek veya bilmeyerek Allah Rasûlü’nü söz bozma ve aldatmayla itham etmişlerdir. Çünkü Ka’b bin Eşref, Medine’de bir sözleşme çerçevesinde yaşayan ve İslam Devleti’yle eman hukuku olan bir Yahudi’ydi. Ancak Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem hakaret edince bu eman bozulmuş kabul edildi, bu durum, kendisine bildirilmeden Allah Rasûlü’nün emriyle suikasta uğradı.

Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevindiğine sevinemeyenler, onunla aynı çizgide durmayan insanlardır. Allah Rasûlü, kendisine yönelik hakaret edenlerden intikam alınıp hak ettikleri ceza verildiğinde buna sevinirdi. Sevincini bazen tekbir getirmek, bazen Allah’a hamd etmek, bazen olayı yapanlara dua edip onlardan razı olduğunu ifade edecek cümlelerle belli ederdi. Muhammed bin Mesleme ve arkadaşları radıyallahu anhuma, Ka’b’ı öldürdüğünde Allah Rasûlü’nün bunu nasıl karşıladığını kıssada gördük. Aynı şekilde Allah Rasûlü benzer kıssalarda da rızasını belli etmiş, onu sözlü veya fiilî savunan, müşriklere hak ettikleri cevabı verenlerden razı olduğunu beyan etmiştir.

Bu olaydan sonra vuku bulan, Ebu Rafi’i b. Ebi’l Hukayk isimli Yahudi katledildiğinde de Allah Rasûlü, onlara benzer şekilde dua etmiştir. Öyle ki bu görevle vazifeli sahabeler; onun memnuniyetini bildiklerinden, bu olayı ona müjdelemek için yarış içerisine girmişlerdir.(Buhari) Diyebiliriz ki; bu gibi olaylardan, ancak Medine’de bulunan münafıklar rahatsız olmuştur. Onlar, Yahudilerle ticaretlerinin ve geçmişte tesis ettikleri dostluklarının bozulacağını düşünmüşlerdir. Her dönemin münafık tabiatlıları böyledir. Onlar için İslam’ın şiarlarının yüceltilmiş olması, Allah Rasûlü’nün mutluluğu, İslam ümmetinin izzeti, önemli değildir. Tek önemli olan, onların taparcasına bağlı oldukları dünyevi işlerinin ve toplumsal ilişkilerinin sorunsuz olmasıdır.

Ka’b bin Eşref olayı sonrasında sahabe arasında bir yarış başlamıştır. Ka’b’ı öldürenler, Evs kabilesindendi. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem sevincine şahit olan Hazrecli Müslümanlar, bu duruma gıpta ettiler. Allah Rasûlü’ne eziyet eden, İslam ve Müslümanlar aleyhine konuşan bir Yahudi’yi öldürmek için harekete geçtiler. O dönemde Ka’b’ın vazifesini Ebu Rafi’i İbni’l Ebi Hukayk üstlenmişti. Allah Rasûlü’nden izin isteyip yola koyuldular.(İmam Buhari, kıssanın tamamını rivayet etmiştir:

“Rasûlullah, Yahudi Ebu Rafi’ye, ensardan bir grup adam gönderip, başlarına da Abdullah b. Atik’i koydu.

Ebu Rafi’, Rasûlullah’a eza veriyor ve aleyhinde çalışmalar yapıyordu. Ebu Rafi’, Hicaz bölgesindeki kendine has bir kalede oturuyordu. Kaleye yaklaştıkları zaman güneş batmıştı. Halk, artık sürüleriyle dönüyordu. Abdullah, arkadaşlarına: ‘Siz burada oturun ve yerinizden ayrılmayın. Ben gidip, kapıcılara biraz iltifat edip, içeri girme imkânı arayacağım’ dedi ve ilerledi. Kapıya kadar geldi. Def-i hacet yapıyormuş gibi elbisesini toparladı. İnsanlar içeri girmişti. Kapıcı seslendi: ‘Ey Allah’ın kulu, girmek istiyorsan gir. Kapıyı kapatacağım’ dedi. Ben de girdim ve gizlendim. Halk tamamen girince kapıyı kapattı. Sonra da anahtarları bir kazığa taktı. Ben müsait bir anda kalkıp anahtarları alıp kapıyı açtım. Ebu Rafi, evinde gece sohbeti yapıyordu. Ve hususi bir köşkte idi. Sohbet arkadaşları dağılınca, yanına çıktım. Her bir kapıyı açıp girdikçe içeriden üzerime kapadım. Eğer halkın haberi olur da beni öldürmeye azmederlerse; ben, Ebu Rafi’yi öldürmeden ona ulaşamasınlar diye böyle yaptım. Sonunda yanına kadar geldim. Köşkün ortasında yer alan karanlık bir odadaydı. Ancak, odanın neresinde olduğunu bilemiyordum. ‘Ebu Rafi’ diye seslendim. ‘Kim o?’ dedi. Sese doğru yöneldim. Heyecan içerisinde bir kılıç darbesi indirdim, ama boşa gitti. Adam bir çığlık attı. Hemen odadan çıktım. Azıcık bekleyip tekrar girdim. Sesimi değiştirip, yardıma gelmiş gibi: ‘O ses de ne? Ey Ebu Rafi!’ dedim. ‘Kahrolası, odada biri var, az önce bana kılıç vurdu’ dedi. Yerini iyice keşfetmiştim, bir darbe daha indirdim. Yaraladım, fakat öldüremedim. Sonra kılıcın ucunu karnına sapladım, sırtına kadar dayandı. Öldürdüğümü anladım. Geri dönüp, kapıları teker teker açmaya başladım. Merdivene kadar geldim. Ayağımı bastım. Yere kadar ulaştığımı zannettim. Ay ışığıyla aydınlık bir gecede düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla sardım. Sonra gidip kapının önüne oturdum. Onu gerçekten öldürdüm mü, öğreninceye kadar bu gece kaleden dışarı çıkmayacağım’ dedim. Horozlar ötünce, surların üzerinden ölüm ilan edildi. Ölüm habercisi: ‘Hicaz ahalisinin tüccarı Ebu Rafi’nin ölümünü duyuruyorum!’ diye bağırıyordu. Ben hemen arkadaşlarımın yanına gittim: ‘Zafer! dedim, Allah, Ebu Rafi’in canını aldı!’ Rasûlullah’a geldim, olup biteni anlattım. Bana: ‘Uzat ayağını!’ buyurdular. Ben de ayağımı uzattım. Meshediverdi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi hiçbir rahatsızlık kalmadı.’)

Allah Rasûlü’ne Hakaret Edenlerin İslam Nezdinde Hiçbir Değeri Yoktur

“Medine’de kör bir adamın çocuklarının annesi, Allah Rasûlü’ne hakaret ediyor, ona sövüyordu. Adam, onu bu yaptığından menetse de kadın aynı şeyi tekrar ediyordu. Bir gece yine Allah Rasûlü’ne sövmeye başladı. Adam, eline hançeri aldı, kadının karnına dayadı sonra da üzerine abandı, kadın öldü. Kadın gebe olduğundan düşük yaptı ve kan pıhtısı olarak çocuğunu düşürdü, her taraf kana bulandı. Sabah olunca bu durum Allah Rasûlü’ne anlatıldı. İnsanları topladı ve onlara birinin şöyle seslenmesini emretti; ‘Üzerinde hakkım bulunan her kim bunu yaptıysa Allah için ayağa kalksın.’ Kör adam kalktı ve insanların omuzlarının üzerinden atlayarak Allah Rasûlü’nün yanına geldi. Ta ki Allah Rasûlü’nün önünde oturdu. Ve şöyle dedi: ‘Ben, onun kocasıyım. Sana sövüp hakaret ediyordu. Onu menetsem de bu yaptığına son vermiyordu. Benim ondan mercan gibi iki çocuğum vardı ve benim razı olduğum refikamdı. Dün yine sövüp hakaret etti. Ben de hançeri karnına dayadım, yaslandım ve onu öldürdüm. Peygamberimiz, bunun üzerine: ‘Allah’ı şahit tutarım ki, onun kanı heder olmuştur’ dedi.” (Ebu Davud.)

Allah Rasûlü’ne sövenlerin İslam nezdinde hiçbir değerleri yoktur. Onlara üzülmek, masum ya da sivil olduklarını iddia etmek; Allah’ın değersizleştirdiğine, değer vermektir. Bu da yalnızca bunu yapanın değerini düşürür, onu alçaltır. Siyasilerin ve onları memnun etmek için çırpınan Diyanet reisinin içine düştüğü durum, bundan başka bir şey değildir. Allah Rasûlü’nün sallallahu aleyhi ve sellem kanını heder ettiği insanları masum göstermek, dakikalarca onların haksız yere öldürüldüğünü anlatmaya çalışmak; Allah Rasûlü’nü yalanlamak ve insanları saptırmaktır. Bu durumda iki kişiden biri yalancıdır. Bir tarafta ‘Allah’ı şahit tutarım ki onun kanı heder olmuştur’ diyen Peygamber, öte tarafta ‘Türkiye’de din hizmetlerinden sorumlu Diyanet İşleri Başkanı olarak, derin bir üzüntü içinde olduğumu ifade etmek isterim. Her şeyden önce bu saldırıyı şiddetle kınıyor, başta Fransız halkı olmak üzere tüm insanlık ailesinin acısını paylaşıyorum’ diyen bir zihniyet. Allah Rasûlü, yalandan münezzeh olduğundan, açık iftira ve yalanın sahibi bellidir.

Papa Kadar Da Mı Ahlaki Değerlere Sahip Değilsiniz?

İslam dininden uzaklık ve batıl ehli olma yönünden Papa ila, Diyanet reisi arasında fark olmasa da, insani ve örfi olarak Diyanet reisinin daha duyarlı olması bekleniyordu. Diyanetin tam metnini yayınladığı basın açıklamasında,(http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/diyanet-isleri-baskani-gormez%E2%80%99in-paris%E2%80%99teki-charlie-hebdo-dergisine-yonelik-saldirilara-iliskin-basin-aciklamasi%E2%80%A6/25480.) Allah Rasûlü’ne hakaret edip onunla alay edenlerle alakalı tek bir kelam sarf edilmezken; saldırıyı kınama, İslam’la hiçbir ilgisinin olmadığı, Rasûlullah’ın yaşaması durumunda tepki göstereceği de dahil, onlarca yalan ve yalakalık örneği mevcuttur. Basın açıklaması, Batı karşısında aşağılık kompleksiyle malul insanların başlattığı ‘Hepimiz Charlie’yiz’ kampanyasının açılımı gibidir.

Aynı soru, Hristiyan dünyasının liderine sorulduğunda; o, Mehmet Görmez’den daha ahlaki ve tutarlı bir cevap vermiş, saldırıları kınamakla beraber, hakaret eden kesime de iki laf etme erdemini göstermiştir.

‘Sevgili arkadaşım Dr. (Alberto) Gasparri, anneme küfrederse suratına yumruğu yer!’ ve ‘İfade özgürlüğünün sınırı olmalı!’ gibi açıklamaları, içimizdeki ‘Charlie Hebdo’ları utandırır mı acaba?

Kâfirlere yaranmak, izzeti onların yanında aramak, eski bir münafık hastalığıdır. İslam düşmanlığı yapan, zahiren güçlü görünen kâfirlere karşı alınacak tavır; müminlerle, münafık karakterli satılmışlar arasındaki yol ayrımlarındandır.

“Münafıklara müjde ver; Onlar için gerçekten acıklı bir azap vardır. Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti)’ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur’, Allah’ındır.” (4/Nisa, 138-139)

Münafık karakterli olanların, izzeti onların yanında arama girişimleri, onlara hiçbir fayda sağlamayacak; dünya ve ahiret rezilliği olarak, kendilerine dönecektir. Kâfirler, zahiren İslam’a müntesip olanların, onlara yaranmak için gösterdikleri çabalardan hiçbir zaman razı olmazlar.

“Sen, onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur.’ Eğer sana gelen bunca ilimden sonra, onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (2/Bakara, 120)

Başbakanın, terörü(!) kınamak için; dünyanın en büyük teröristleriyle beraber katıldığı yürüyüşte gördüğü muamele, bunun en güzel örneğidir. Ancak şirk ve batılla akıllarını örtenler, yaşadıkları olaylardan ders almak bir yana, her geçen gün debelendikleri batıllarına biraz daha saplanıyorlar. Bu durum, Allah’ın subhanehu ve teâlâ şu sözünü doğrulamaktadır:

“Allah kimi şaşırtırsa, onu doğru yola getirecek yoktur. Allah, onları azgınlıkları içinde bırakır, körü körüne yuvarlanır giderler.” (7/Araf, 186)

Gösteriler Aracılığıyla Tepki Göstermek Doğru Mudur?

Gösteri düzenlemek suretiyle hak talebinde bulunmak, zulmün defedilmesi ve hakların talep edilmesi yönünden caiz olan bir tepki biçimidir. Kendinden faydalanılan şeylerde asıl olan, mübah olmasıdır. Ayrıca Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem döneminde insanlar, haklarını almak veya zulme tepki göstermek adına, mescidde seslerini yükseltmek, emire şikâyette bulunmak gibi türlü yolları kullandılar.

Ancak bir şeyin mübah olması başka şey, onun her dönemde faydalı olması başka şeydir. Özellikle günümüz şartlarında gösteriye izin veren anlayış incelendiğinde, sorunun kaynağını oluşturduğu görülür. Gösteri yapmaya izin veren anlayışla, başkalarının kutsalına hakaret etmeye izin veren anlayış aynıdır. Nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan ifade özgürlüğü… Buradan baktığımız zaman; bu hakaret karşısında yapılan gösterilerin hiçbir anlamının olmadığını, caydırıcılık yönünden bir etkisinin olmadığına şahitlik ediyoruz.

Ayrıca gösteriler, aslı itibariyle mübah olsa da, günümüzde gördüğü işlev itibariyle zararı, faydasından çok daha büyüktür. İslam ümmetine asli sorumluluklarını unutturmuş, kâfirlerin belirleyip sınırlarını çizdiği bir eylem biçimidir. Yerinden saatine, yapılacaklardan tepki biçimine kadar bütün içeriği, tepki gösterdiğiniz kurumlar tarafından belirlenmiş bir eylemle sesinizi duyurmaya çalışıyorsunuz.

Ülke yöneticilerinin ifadesiyle; sistemlerin vazifesi, insanların öfkesini dindirmek, başka bir ifadeyle ‘gazını almak’tır. Görevi, insanları kâfirleştirip, Allah’a şirk koşturmak olan sistemlerin, bunu yerine getirmek için gece gündüz kurdukları tuzaklar vardır.(“Zaafa uğratılanlar (mustazaflar), kibirlenenlere(müstekbirlere): ‘Eğer siz olmasaydınız, biz muhakkak müminler olurduk’ derler. Kibirlenenler, zaafa uğratılanlara: ‘Sizlere hidayet geldikten sonra, hidayetten sizleri biz mi engelledik? Hayır, siz (kendiniz) mücrimlerdiniz (suçlulardınız)’ dedi(ler). Ve zaafa uğratılanlar (hakir görülenler), kibirlenenlere: ‘Hayır, (işiniz) gece ve gündüz hile idi. Bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na şirk koşmamızı emrediyordunuz’ dediler. Azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını saklarlar (için için pişman olurlar). İnkâr edenlerin boyunlarına halkalar (zincirler) geçirdik. Onlar, yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılırlar?” (34/Sebe, 31-33)) Bunun bir çeşidi de gösterilere müsaade etmek suretiyle, insanların öfkesini bir meydana toplayıp, öfkeleri ve intikam duygularını boşaltmak ve insanları rahatlatmaktır. Daha da önemlisi insanların şer’i mücadele yöntemlerine yönelmesini engellemek, bunun yanında onlara mücadele etmiş hissi vermektir.

Çoğu zaman gösteriler düzenleyen insanların talepleri ile yaşantıları arasında uçurumlar söz konusudur. İslami bir eğitim ve sahih bir tefekkür neticesinde, bu açığın kapanma ihtimali vardır. Lakin gösteri ve yürüyüş gibi duygu yoğunluklu ve sloganik faaliyetler; bu açığın kapanma ihtimalini azaltmaktadır. Allah Rasûlü’ne sallallahu aleyhi ve sellem hakaretle ilgili yapılan gösterilerde, gösteriye öncülük yapan ve göstericiler adına açıklama yapanlardan bazılarının: ‘Said Nursi sakalsızdı’ gerekçesiyle Allah Rasûlü’nün sünnetini çiğneyen birileri olabileceği de düşünüldüğünde; durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Allah Rasûlü’nü örneklikte başka şahısların gerisine iten bir zihniyetin, Allah Rasûlü’nü müdafaa etmek için meydanlara çıkması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Tepki göstermek için meydanlara çıkanların, tepki görmeyi hak eden sınıftan olmaları gerekiyor. Allah Rasûlü’nün karikatürünü yapanın İslam’a verdiği zararla, onu sallallahu aleyhi ve sellem örneklikte başkalarının gerisine atanın verdiği zarar arasında pek de fark yoktur. Gösteriler, bu tezatın üstünü örten ve görülmesini engelleyen duygu yoğunluklarının yaşandığı, şeriatın ve aklın ölçülerinin yitirildiği alanlardır.

Gösteriler, aslı itibariyle mübah ve bazı vakıalarda sonuç almaya yönelik olabilir. Özellikle ilim adamlarının vakıa tespiti sonrasında, bir tepki biçimi olarak kullanılabilir. Ancak konumuz bağlamında yapılan gösterilerin, zikrettiğimiz gerekçeler nedeniyle faydasız olduğu kanaatindeyiz.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver