Bedir Savaşı Öncesi Yaşananlar

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam O’nun Resûl’üne olsun.

Mekkeli müşrikler Allah Resûlü’nün davetine engel olmak için birçok yola başvurdular. Tehditler ile yolundan vazgeçirmeye çalıştılar. Tehditler fayda etmeyince bu sefer teklifleri devreye soktular. Ancak bu da bir fayda sağlamadı. Bu süreçte Allah Resûlü (sav) Mekke’nin dışında bir yerde daveti sürdürebilmek için yollar aramaya başladı. Sonunda Allah (cc), Peygamber’ine (sav) ve onun ashabına Medine gibi bir yurt bahşetti.

Mekkeli müşrikler Allah Resûlü’nün ashabının Medine’ye hicret etmeye başladığını görünce bunu engellemek için de çok uğraştı. Hatta Allah Resûlü’nü öldürmek dahi istediler. Ancak Allah (cc), Peygamber’ini (sav) korudu ve Allah Resûlü de hicretini tamamladı. Peygamber’imiz hicreti gerçekleştirdikten hemen sonra Medine İslam Devleti’nin temellerini atmaya başladı. Mekkeli müşrikler kendilerinden uzakta olsa da İslam Devleti’nin oluşmaya başladığını görebiliyordu. Bunun için Medine’de daha önceden tanıdıkları kişilere Allah Resûlü’nü orada barındırmamalarını, aksi hâlde sonuçlarına katlanacaklarını bildirdiler. Fakat bu da bir sonuç vermedi.

Allah Resûlü (sav) sadece Medine’de İslam Devleti’ni kurması ile değil, aynı zamanda Mekkeli müşriklerin ticaret kervanlarına yaptığı seriyyeler ile de Kureyş’in gündemindeydi. Artık Kureyşliler kervanlarını gönderirken farklı yolları denemek zorunda kalıyor, bu da onlar için maliyeti arttırıyordu. Muhacirler Mekke’den geldiklerinde tüm birikimlerini geride bırakmıştı. Ticaret kervanlarına yapılan bu saldırılar neticesinde kısmen de olsa zararlarını karşılamaya başladılar.

Mekkeli müşriklerin Allah Resûlü’nü (sav) ve ashabını ellerinden kaçırmaları, İslam Devleti’nin çok hızlı bir şekilde gelişme göstermesi, ticaret kervanlarının saldırı altında olması ve tüm bunların şeytanın kışkırtmalarıyla birleşmesi sonucu Mekkeli müşrikler Medine’ye karşı bir harekâta girişmeye karar verdi. Abdullah bin Cahş Seriyyesi’nde bir müşriğin öldürülmesi ve kervana el konulması, tabiri caizse bardağı taşıran son damla idi.

Mekkeli müşrikler Medine ile yapacakları büyük savaşın sermayesini de oluşturabilmek için Ebu Sufyan idaresinde bir ticaret kervanını Şam’a gönderdi. Bu ticaret kervanına geri dönüş yolunda yapılacak saldırı girişimi Bedir Savaşı’nın fitilini ateşleyecekti:

“Resûlullah (sav) Ebu Sufyan b. Harb’in, içinde Kureyş’in malları ve ticaret eşyası bulunan büyük bir kervan ile Şam’dan döndüğünü işitti. Kervanda Kureyş’ten otuz veya kırk kişi de bulunmakta idi.

Resûlullah (sav) Müslimleri çağırdı ve şöyle dedi:

‘İşte Kureyş’in kervanı, onda onların malları vardır. O hâlde ona doğru gidiniz, belki de Allah sizi onunla ganimetlendirir.’

Müslimler de buna icabet ettiler. Bazıları çıktı, bazıları ise çıkmadı. Çıkmayanlar, Resûlullah’ın bir savaşla karşılaşacağını zannetmedikleri için çıkmadılar. Bunun için Resûlullah (sav) savaşa çıkmayanları kınamadı.

Ebu Sufyan Hicaz’a yaklaştığı zaman haberlere kulak verdi. Kervandan (yani zarar görmesinden) korktuğu için, rastladıklarına Müslimleri soruyordu. Nihayet bir kervandan ‘Muhammed, ashabını sana ve senin kervanına saldırmak için göndermiştir.’ diye haber aldı. O da bundan sakındı ve Damdam b. Amr El-Ğıfari’yi kiraladı. Onu Mekke’ye gönderdi ve ona Kureyş’e gitmesini, mallarına sahip çıkmalarını ve Muhammed’in ashabıyla birlikte o kervana görünmüş olduğunu haber vermesini emretti. Damdam b. Amr da süratle Mekke’ ye gitti.”[1]

Kureyşliler bu haberi alır almaz hemen seferberlik başlattı. Ordu hızlı bir şekilde hazırlandı. Mekke’nin ileri gelenleri askerlerin teçhizatlandırılması ile ilgili olarak tüm mal varlıklarını ortaya koydu ve Kureyş’in ordusu Bedir Ovası’na doğru yola çıktı.

Aslında Allah Resûlü (sav) uzun bir süredir böyle bir savaşa hazırlanıyordu. Bu hazırlığın hem zihnen hem de bedenen olduğunu söyleyebiliriz. Zihnî hazırlık, Allah’ın (cc) cihadla, dostluk ve düşmanlıkla alakalı indirdiği ayetler ile gerçekleşmişti. Bu hazırlığın etkileri o kadar büyüktü ki Bedir Savaşı’na çocuklar dahi çıkmak istediler. Allah Resûlü onları fark edince geri çevirdi. Medine’de gündem, müşriklerin Müslimlere yaptıkları ve İslam davetini engelleme girişimleri idi. Bu gündem de hâliyle yediden yetmişe herkesi etkisi altına alıyordu.

İslam, mücadele dinidir. Gayesi, insanların hakkıyla Allah’a (cc) kulluk edebilmelerini sağlamak ve bu gayenin önündeki engelleri kaldırmaktır. İslami mücadeledeki hiçbir adım öylesine atılmış değildir. Bir öncekinin devamı, bir sonrakinin ön hazırlığıdır. Allah Resûlü de bu büyük mücadele içerisinde müşriklerle yapılacak olan savaşa hazırlık yapıyordu.

Özellikle bedenî hazırlığın en büyük göstergesi Bedir Savaşı öncesi yapılan seriyyelerdir. Bu seriyyeler o kadar etkiliydi ki ticaret kervanını vurmak için yola çıkan hafif silahlı bir topluluk bir anda düzenli bir orduya dönüşüverdi. Burada da yine İslam cemaatinin her şarta ve her ortama göre hızlıca şekil alabilmesinin güzel bir örneğini görmekteyiz.

Bunlar, Bedir Savaşı öncesinde daha savaşın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin belli olmadığı bir dönemde yapılan hazırlıklardı. Allah Resûlü (sav) savaşın kaçınılmaz olduğunu anlayınca bu sefer farklı adımlar ile önceki hazırlıkları tamama erdirdi. Bu adımlardan en önemlisi ashabıyla istişare etmesidir:

“Kureyşlilerin, kervanlarını korumak için yola çıktığı haberi Resûlullah’a geldi. Resûlullah da sahabesiyle istişare etti ve onlara Kureyş hakkında haber verdi. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddık kalktı ve güzel bir konuşma yaptı. Sonra Ömer b. Hattab kalktı ve o da güzel bir konuşma yaptı. Daha sonra Mikdad b. Amr kalktı ve şöyle dedi:

‘Ya Resûlallah! Allah’ın sana gösterdiği şey için yürü, devam et. Biz seninle beraberiz! Vallahi Ben-i İsrail’in Musa’ya, ‘Sen ve Rabbin gidiniz, savaşınız, biz ise burada oturucularız.’[2] dediği gibi demiyoruz. Fakat ‘Sen ve Rabbin gidip savaşın, biz de sizinle beraber savaşanlarız!’ diyoruz. Seni hak ile gönderene yemin ederim ki sen bizi Berk-i Gımad’a götürsen, elbette seninle birlikte geliriz ve sen oraya varıncaya kadar kılıçlarımızla savaşırız!’ Bunun üzerine Resûlullah (sav) ona ‘Hayırlı olsun.’ dedi ve onun için hayır duasında bulundu.

Daha sonra Resûlullah (sav) şöyle dedi:

‘Ey insanlar! Ben sizinle istişare ediyorum.’ Bu sözüyle Ensar’ı kastediyordu. Çünkü sayıları hayli çoktu. Ve onlar Akabe’de Resûlullah ile biatlaştıkları zaman demişlerdi ki:

‘Ya Resûlallah! Memleketimize kavuşuncaya kadar sen bizim sorumluluğumuz altında değilsin. Bize kavuştuğun zaman artık sen bizim zimmetimizde ve himayemizdesin. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı koruduğumuz şeylerden seni de koruruz.’

Bundan dolayı Resûlullah (sav) Ensar’ın, Medine dışındaki düşmanlara saldırmayacakları endişesindeydi. Çünkü onlar ancak Medine’de kendisini koruyacaklarına söz vermişlerdi. Resûlullah (sav) bunu söylediği zaman Sa’d b. Muaz ona şöyle dedi:

‘Vallahi sanki sen bizi kastediyorsun ya Resûlullah!’ Resûlullah da Sa’d b. Muaz’ı doğruladı. Bunun üzerine Sa’d şöyle dedi:

‘Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Senin getirdiğin her şeyin hak olduğuna şehadet ettik. Bunun için sana itaat etmek ve emirlerini dinlemek üzere söz veriyoruz. O hâlde istediğin şeye devam et ya Resûlullah! Biz seninle beraberiz. Seni hak ile gönderene yemin ederim ki şayet bize şu denizi göstersen ve ona dalsan elbette seninle beraber ona biz de dalarız. Bizden hiçbir adam geri kalmaz. Bizim düşmanlarımızı yarın bizimle karşılaştırmandan hoşnutsuzluk duymayız. Biz elbette harpte sabırlı insanlarız. Karşılaşmada doğrulardanız. Umulur ki Allah bizimle seni sevindirir. O hâlde bizi Allah’ın bereketiyle yolla!’

Bunun üzerine Resûlullah, Sa’d’ın sözüne sevindi ve şöyle dedi:

‘Yürüyünüz ve müjdeleniniz; çünkü Allah iki şıktan birini bana vadetmiştir. Vallahi, ben sanki şu an kâfirlerin ölüm yerlerine bakıyorum!’ “[3]

Bu istişare meclisinde dikkatimizi çeken birkaç noktaya değinmek istiyoruz:

Öncelikli olarak şunu söylemek gerekir ki Allah Resûlü (sav) başlangıç olarak veyahut nihayetinde vahiy ile desteklenen, yanlış yapmış ise düzeltilen bir kişiydi. Sema ile bağı olan bir kişinin insanlarla istişare ediyor olması bu müessesenin ne kadar önemli olduğuna en büyük işarettir. Allah Resûlü sanki lisanıhâliyle kendisinden sonra gelecek emirlere şunu hatırlatıyor: “Ben vahiyle desteklenirken istişare yapıyorsam siz daha fazla yapmalı ve bu kurumu sürekli ayakta tutmalısınız.”

İslam cemaatinin emirleri, toplumun genelini ilgilendiren meselelerde geniş bir şekilde, özel olan bazı konularda ise belli kişilerle istişare yapmalıdır. Bu, Allah’ın (cc) bir emri Peygamber’in de (sav) bir sünnetidir.

Daha da önemlisi ise istişareden çıkacak olan sonuç ne olursa olsun bu netice İslam cemaatinin hepsinin görüşüdür. Siyere baktığımızda Allah Resûlü’nün (sav) istişare neticesinde çıkan sonuçlara sıkı sıkıya bağlı olduğunu, kendi görüşüne muhalif olsa; hatta bu amelin sonucunda Müslimler zarar bile görseler, Allah Resûlü ve ashabının bunu dillendirmediklerini görürüz. Nifak ehli ise “Biz dememiş miydik?” teranelerini hemen söylemeye başlamıştır.

Son olarak bu istişare meclisinden bir kez daha sahabenin, bilhassa Ensar’ın fedakârlık ve itaatini görmekteyiz.

Allah Resûlü’nün savaş başlamadan önce yaptığı hazırlıklardan bir tanesi de istihbarat faaliyetleri yürütmesi idi. Bununla alakalı iki örneği zikredebiliriz:

“Resûlullah (sav) Zefiran’dan yola çıktı ve sarp yokuşlardan yürüdü. Sonra Bedir’in yakınına indi ve bineklerine bindiler. Nihayet Araf’tan bir ihtiyarın yanında durdu. Ve ona Kureyş’ten Muhammed ve ashabını, ona gelen haberleri sordu. İhtiyar da dedi ki:

__ Siz kimlerden olduğunuzu bana haber vermeden size haber vermeyeceğim.

Bunun üzerine Resûlullah (sav):

__ Bize haber verdiğin zaman sana haber veririz, dedi.

İhtiyar ‘Bana şu haber geldi ki Muhammed ve onun ashabı şu ve şu günde çıktılar. Eğer bana haber veren doğru söylemişse onlar bugün şöyle şöyle yerdedir. (Resûlullah’ın bulunduğu yeri kastediyordu.) Bana şu haber geldi ki Kureyş şöyle şöyle bir günde çıktı. Eğer bana haber veren kimse doğru söylemişse onlar bugün şöyle şöyle yerdedir. (Kureyş’in bulunduğu yeri kastediyordu.)’

Haber vermesini bitirdiği zaman:

__ Siz kimdensiniz, diye sordu, Resûlullah da (sav):

__ Biz Su’danız, dedi.

Sonra ondan ayrıldı. İhtiyar şöyle diyordu: ‘Su’danız demek, ne demektir? Irak’ın suyundan mı?’ “[4]

“Resûlullah (sav) ashabına döndü. Akşam olduğu zaman Ali b. Ebi Talib’i, Zubeyr b. Avvam’ı ve Sa’d b. Ebi Vakkas’ı ashabından bir topluluk içinde Bedir suyuna gönderdi ki kendisi için bu iş hakkında haber elde etsinler. Bir su taşıyıcı deve kervanına rastladılar ki içlerinde Ben-i Haccac’ın kölesi Eslem ile Beni As b. Said’in kölesi Ebu Yaşar vardı. O ikisini getirdiler ve onlara sordular. Resûlullah (sav) ise namaz kılıyordu. O ikisi dedi ki: ‘Biz Kureyş’in su taşıyıcılarıyız, bizi su almak için gönderdiler.’ Bunun üzerine sahabe onların haberlerinden hoşlanmadı ve Ebu Sufyan’ın adamları olduklarını sandıkları için onları dövdüler. Onlar, linç edilecekleri zaman dediler ki:

‘Biz Ebu Sufyan’ın adamlarıyız.’ Bunun üzerine onları bıraktılar. Resûlullah de (sav) rükû etti ve iki secde yaptı. Sonra selam verdi ve dedi ki: ‘Size doğru söyledikleri zaman onları dövdünüz. Size yalan söyledikleri zaman onları bıraktınız. Onlar doğru söylediler. Vallahi onlar elbette Kureyş ordusunun adamları idiler. Onlar bana Kureyş’ten haber verdiler.’ Köleler dedi ki: ‘Onlar, vallahi işte şu gördüğün kum tepesinin arkasındaki diğer yakasındadır.’

Sonra geri getirildiler. Resûlullah (sav) onlara dedi ki:

__ Ordunuz ne kadardır? Dediler ki:

__ Çoktur. Resûlullah (sav) dedi ki:

__ Sayıları nedir? Onlar dedi ki:

__ Bilmiyoruz. Resûlullah (sav):

__ Hergün ne kadar deve boğazlıyorlar? Onlar:

__ Bir gün dokuz, bir gün on tane, cevabını verdi.

Bunun üzerine Resûlullah (sav) dedi ki:

__ Demek dokuz yüz ile bin arasındalar. Sonra

Resûlullah (sav) onlara dedi ki:

__ Onların içlerinde Kureyş’in eşrafından kimler vardır?

Köleler dedi ki:

__ Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ebu’l Bahteri b. Hişam, Hâkim b. Hizam, Nevfel b. Huveylid, Haris b. Amir, Tuayme b. Adiyy, Nadr b. Haris, Zemea b. El-Esved, Ebu Cehl b. Hişam, Umeyye b. Halef, Nubeyh, Munebbih -ki bunlar Haccac’ın iki oğludur- Suheyl b. Amr ve Amr b. Abdulvudd vardır.

Bunun üzerine Resûlullah (sav) sahabesine döndü ve şöyle dedi:

‘Mekke, ciğerinin parçalarını size atmıştır.’ “[5]

Davamızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdetmektir.

 

[1]       .   Siyeri İbni Hişam

[2]       .   5/Mâide, 24

[3]       .   Siyeri İbni Hişam

[4]       .   Siyeri İbni Hişam

[5]       .   Siyeri İbni Hişam

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver