Kaybolan Sınırlar Birleşen Hizipler ve İslam’ın ‘Devlet’ Yürüyüşü

 

Irak-Şam İslam Devleti ordusunun başta küresel küfür güçleri ile bölgedeki işbirlikçilerinin  nevrini döndürerek şoka sokup dehşete sürükleyen hiç beklenmedik son hamlesi, tevhid ümmeti adına ‘Devletleşme’ ümidinin harmanlanıp alevlenmesine vesile olmuştur. Bu hamle, İslam tarihinde eşine az rastlanır ciddi gelişmelerin tetikleyicisi ve itici gücü olmaya namzettir. Böylesi büyük bir hadiseye şahit olan Müslümanlar, Afganistan İslam Emirliği tecrübesinden sonra, bir başka tarihî sürece tanıklık etmektedirler.

Irak-Şam İslam Devleti’nin bu nefes kesici hamlesinin ümmet coğrafyasının kalbi mesabesindeki Ortadoğu’nun göbeğinde atılmış olması, bu hamlenin stratejik önemini daha da artırmaktadır. Küresel küfür ve bölgesel tağuti güçlerin panikleyip âdeta kriz merkezlerine kapanmış olmaları da, bu sürecin Müslümanların lehine olacak şekilde tarihin seyrini değiştirecek nitelikte olduğunu göstermektedir.

Şüphesiz ki mücadelenin her kademesinde elde edilecek kazanımlar, beraberlerinde birtakım riskler barındırır. Elde edilen bir kazanımı koruyabilmek, onu ilk kez ele geçirmekten daha büyük güç ve çaba gerektirir. Irak-Şam İslam Devleti’nin katettiği yolda elde edeceği kazanımları tekrar geri almak, Müslümanları durdurmak, yavaşlatmak, zayıflatmak, geriletmek ve yenilgiye uğratmak için dünyanın önde gelen küfür güçleri, görüldüğü üzere artık günlerini ortak mesai yaparak geçirmektedirler. Bu ortak mesailerinde, Müslümanların asla başarılı olmamaları gereken alanların çerçevesinin ortaya konduğu ve ileriye dönük olarak umdukları neticeleri elde edebilmek adına, üzerinde yoğunlukla duracakları birçok konu vardır. Ajandalarının demirbaş maddeleri olan bu hususlardan birkaç tanesini hatırlatmanın tam zamanıdır.

1. İslam’ın hiçbir beldede kat’i surette hâkim otorite olmaması için güç birliği yaparak, doğrudan veya yerli tağuti güçler marifetiyle yeniden örtülü ya da açık işgal girişiminde bulunmak.

2. Müslümanlar için çok büyük önem ve değer ihtiva eden ve tevhid üzere vahdetin biricik önderlik makamı olan hilafet müessesesinin yeniden tesisi istikametinde girişilecek en küçük teşebbüslerin dahi akim bırakılmaya çalışılması.

3. Birçok Batılı ülkenin ekonomik daralma ve durgunluk yaşadığı ya da kısmen de olsa krizin eşiğinde bulunduğu şu süreçte, Irak gibi verimliliği yüksek olan ekonomik kaynaklara sahip bölgelerin hiç değilse işbirlikçi yerli tağuti güçlerin denetiminde tutulmasının devamının sağlanması. Zira bu bölgelerdeki ekonomik kaynakların güvenliğinin kendi çıkarlarını tehdit etmeyecek şekilde sağlanması, küresel küfür güçleri için hayati önemdedir.

4. Bölgede her geçen gün giderek yayılan kaos ve çatışma ikliminin, işbirlikçi güçlerin de kademe kademe devreye sokularak daha da içinden çıkılmaz hâle getirilmekle, küresel hegemonik sistemin işlemesinde yardımcı ve tamamlayıcı unsurlar olan uluslararası kurumların; gözlem, denetim ve hakemlik misyonlarının Müslümanlara da kabul ettirilmesi.

Müphemlik ve Tereddüt Yok, Netlik ve Kararlılık Var

Irak-Şam İslam Devleti’nin gözlerden kaçan fakat tarihsel olarak çok büyük bir önemi olan bir adımı küresel küfür güçlerini gelecek adına derin endişelere sevk etmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda emperyalist güçler, işgal ettikleri Osmanlı bakiyesi İslam beldelerini kendi aralarında paylaştılar. İngilizlerle Fransızların müşterek marifetiyle hazırlanan paylaşım haritasında, Irak ve Suriye arasına âdeta cetvelle çizilen bir sınır hattı oluşturuldu. Lübnan ve Ürdün sınırları da bu usul ile çizilmiştir. Tarihte Sykes-Picot anlaşması olarak kayıtlı, 1916 yılında yapılan bu anlaşmayla Irak, İngilizlerin; Suriye de Fransızların denetimine girdi. Babalarından kalan mirası bölüşüyorlarmış gibi diğer küfür güçleriyle beraber İslam coğrafyasının birçok beldesini kendi aralarında payimal ettiler.

Irak-Şam İslam Devleti ordusunun ilk icraatlarından birisi de hâkimiyetleri altındaki hudut bölgesinde, işte bu yapay sınırların üzerinden dozerlerle geçip ortadan kaldırmak oldu. Yüksek düzeydeki bir tarih şuurunun neticesi olan bu uygulama, doğal olarak emperyalist/küresel küfür güçlerini daha büyük endişelere gark etti.

Irak-Şam İslam Devleti bu girişimiyle tüm dünya müstekbirlerine ve onların bölgedeki laik-demokrat-diktatör işbirlikçilerine de ciddi mesajlar vermiş oldu. Mücadelenin henüz bu aşamasında dahi Irak-Şam İslam Devleti’nin ortaya koyduğu uygulamalardaki net ve kararlı tutumu küresel küfür güçlerinin geçmişten kalan bütün izlerini ve eserlerini tek tek ortadan kaldırma iradesinin sağlam olduğunu göstermektedir.

Molla Muhammed Ömer hafizahullah önderliğindeki Afganistan İslam Emirliği’nden de aşina olduğumuz bu net ve kararlı tutumdan anlaşıldı ki, modern çağda sonradan icat edilerek ümmet içerisinde dolaşıma sokulan Batı menşeli çakma ‘İslami(!) hareket’ metodları, Nebevi Menhec karşısında esas itibariyle hiçbir şey ifade etmemektedir. Batı menşeli tüm mücadele metotları son birkaç on yılda görüldüğü üzere İslam ümmetine zarar, zillet, hüsran ve ümitsizlikten başka bir şey getirmemiştir. Esasen günümüzde İslam coğrafyasında süregiden kaosun ve yenilgilerin nedenlerinden en başta geleni de Batılı/bâtıl ideolojiler ile menheclere yönelimin bizzat kendisidir.

Müslümanların düşmanlığında birleşen bölgesel ve küresel küfür güçlerini en çok endişelendiren hususlardan bir tanesi de Irak-Şam İslam Devleti gibi bir gücün, tevhid inancı ve Nebevi Menhec üzere yoluna devam ediyor olmasıdır. Onlar da çok iyi biliyorlar ki; ilim, basiret, ihlas, şecaat ve adanmışlık ruhuyla ve muttaki bir önderliğin yol göstericiliğinde bu yola revan olmuş muvahhidler için tarihte zillet ya da yenilgi diye bir kayıt tutulmamıştır.

İslam düşmanları, özellikle de günümüz savaş ve saldırı teknolojisiyle mücehhez olma avantajını da kullandığı için Müslümanlara karşı mertçe ruberu savaşmaktan kaçınırlar. Sadece Batılılar değil, ümmet içerisinde adeta kanserli hücreler gibi yayılmış bulunan Rafıziler de tevhid ehline karşı tarih boyunca düşmanlıkta sınır tanımaz olmuşlardır.

Geleneksel Şia/Rafızi Refleksi:

Müslümanlara Karşı Haçlılarla İşbirliği

‘Şii Saddam’ cellat Maliki, on yıldır Irak’ta Ehli Sünnet’e karşı Amerikan işgal güçlerini dahi aratan bir zulüm uygulamaktadır. Tahran’daki ‘İmparator’un talimatlarına sıkı sıkıya bağlıyken diğer tarafta Amerikalıların ibrikçibaşılığı vazifesini sürdüren Maliki ile onun Saddamvari iktidarını tüm güçleriyle destekleyen Şiilerin, işgalin ilk yıllarında işgalcileri bırakıp Müslümanlara yönelerek neler yaptıklarını balık hafızalı olmayan, aklı başında, insaflı her insan gayet iyi bilir.

Denilebilir ki, bugün Irak’ta Şia’nın despotik iktidarına karşı Müslümanların ciddi ve yaygın bir direniş hamlesi var. Buna mukabil, Şia da varlığını ve despotik iktidarını koruma refleksiyle harekete geçti ve Amerikalıların Irak’taki ibrikçibaşısı Maliki’nin taklid mercii olan Sistani de sırf böyle bir endişeden ötürü Müslümanlara karşı ‘cihad’ ilan ediverdi!

Eğer bunların cemaziyelevveli bilinmiyor olsa, vakti zamanında işgalci haçlı koalisyonundan esirgedikleri bu ‘cihad’ ilanı, her şeye rağmen tıynetlerine uygun olduğu için anlaşılabilir karşılanırdı. Sistani’nin Cuma imamları; ülkelerini işgal eden haçlıların liderlerine ağız dolusu dualar ederken, işgalci haçlılara karşı benzerine az rastlanır bir mukavemetle cihad edenler, yine Irak-Şam İslam Devleti ordusunun ilk jenerasyonuydu.

İbrikçibaşı Maliki’nin taklit mercii olan Sistani’nin fetvaları ve (bu sıfatı henüz ilan edilmemiş olan) son Safevi İmparatoru Hamaney’in himmetleriyle kurulan ‘Bedir(!) Tugayları’ isimli fesat ve cinayet çeteleri, yanlarına yamaçlarına iliştirdikleri laik-sosyalist Kürt peşmerge şebekeleriyle beraber, haçlıların komutası altında Müslümanlara saldırtılırken, o zamanki karın ağrılarının nedeni ne idi acaba?

O dönem işgalci haçlılara karşı Müslümanın izzetine yaraşır bir şekilde direnerek cihad eden mücahidlerin üzerine yürüyen, beldelerini, meskenlerini ve iffetlerini çiğneyen, işgalci haçlıların bile yapamadığının kat kat fazlası cürüm işleyerek tarihî kinlerini kusan ihanet ve zillet şebekeleri, Müslümanlara karşı ‘Cihad’ ilanıyla sokakları dolduran Rafızilerden başkası değildi. İşgalin bütün yakıcılığıyla sürdüğü o süreçte Müslümanların en başta gelen hedefi haçlı ordusu olduğu hâlde, mücahidlere düşmanlıkta ön safta yer alan Rafızileri hâlen altından kalkamadıkları iğrenç cürümleri işlemeye sevk eden amil ne idi? Pek gündemleştirilmese de yaptıkları cürümler, Pakistan’dan tutun Lübnan’a kadar Şia hattındaki ülkelerin hepsinde devam etmektedir. Bu ülkelerin bazılarında özellikle de Irak için şöyle bir farklılığı belirtmek gerekir. Bugün gövdesi kopmak üzere olsa da sonuç itibariyle bir devlet gücüne sahiptir. Hem ekonomik hem de dış destek açısından eşi benzeri görülmemiş himaye ve yardımlara da mazhar olmaktadır.

Malum olduğu üzere Irak’taki despotik Şia iktidarının uzaktan kumandası, ‘İmparator’ Hamaney’in elindedir. Irak’taki siyasi figürlere az çok aşina olan herkes çok iyi bilmektedir ki Maliki, her açıdan düşük profilli bir tiptir. Tek başına bir bakkal dükkanını işletebilecek kapasitede bile değildir. Irak’taki Safevi iktidarını perdeleyen hacimli bir Hamaney kuklasıdır.

Haçlı Siyonistler, Rafıziler, Zerdüştler, Laikler ve Demokratların Hizipler İttifakı

Irak-Şam İslam Devleti’nin, İslam’ı dört başı mamur bir şekilde ‘Devlet’leştirme hamlesi, beynini batılın çöplüğüne, kalbini de soyut/modern pagan deposuna çevirmemiş ve ‘Ben Müslümanlardanım!’ diyen herkesin duruşlarını ve saflarını netleştirmesine katkı sağlamıştır. Bununla beraber İslam’a ve İslam’ın ‘Devlet’leşme hamlesine karşı büyük çapta bir hizipler ittifakının oluştuğu da görüldü. Başka hiçbir zeminde bir araya gelemeyecek irili ufaklı devletler ile örgütlerin, beyinlerini dumura uğratan tevhid bayrağını gördüklerinde aslında ne kadar da ‘aynı’ oldukları çıktı ortaya.

Haçlılar, şu süreçte Müslümanlara karşı savaşçı güç göndermekten -en azından şimdilik- şiddetle kaçınmaktalar. Kendilerince haklı nedenleri de var.

Binlerce askeri öldürülen, onbinlerce askeri bedensel sakatlıklar ve psikolojik travmalarla malul olan, işgal yıllarında toplam iki trilyon dolardan daha fazla masraf yaptıklarını iddia eden, bu bedellerin sonrasında iktidarı gün gibi aşikâr olduğu üzere dolaylı olarak İran’a teslim eden Amerikalıların ‘İmparator’ Hamaney ile İbrikçibaşı Maliki’den ortak çıkarlarının korunmasına yönelik ufak ‘rica’larda bulunmamış olması düşünülebilir mi? Hem zaten İranlılar fiilî olarak Irak’ı yönetiyorlarken böyle bir ‘rica’nın söyledikleri, ‘Kudüs(!)’ tugaylarının elit birliklerinin Müslümanlarla savaşmaya gönderilmesi emrini de bizzat ‘İmparator’ Hamaney vermiş. Şia devriminin muhafız ordusu komutanlarının önde gelenleri de karargâhlarını Bağdat’a taşımışlar. Devrim muhafızlarının diğer önde gelen komutanları da Suriye’deki Müslümanlarla savaşmak için Beşşar tağutunun yamacında toplanmışlar. İşte Rafıziler tam da budur!

Şu bir hakikattir ki, işgal ettiği Irak’ta Rafızilerin işbirliğine rağmen mücahidlerin izzetli direnişi karşısında elde kalanlarını zar zor kurtarabilen Amerika’nın, Müslümanlarla çatışmak amacıyla Irak’a geri dönmesi mümkün görünmemektedir. Bu durumda ABD’nin önündeki seçeneklerden bazılarının şunlar olduğunu öngörmek mümkündür:

1. Sağlam kalelerde oturarak güven içerisinde savaşmaya pek meraklı Yahudi mantığına göre tasarlanıp dizayn edilmiş olan Predatör (Casusiye) İnsansız Hava Saldırı Aracı marifetiyle Müslümanlara yönelik Siyonistvari nokta operasyonlarıyla toplu suikastlar ve katliamlar gerçekleştirmek.

2. Farsist-Şiist İran devleti ile işbirliği ve güçbirliği yapmak. Böylelikle meşhur Şii hilalinin iki ucunu bir araya getirmeye çalışarak Müslümanları hizipler çemberinde kıstırmak. Ehli Sünnet İslami hareketleri ortadan kaldırmak, hem Şii İran’ın hem de haçlı ABD’nin müşterek hedefi olduğuna göre, aradan uzun bir zaman geçmeden siyasi ve askerî işbirliği yaptıklarına herkes tanık olacaktır.

3. ABD’nin elindeki en büyük kozlardan birisi de Kürt faktörüdür. Bundan yirmi beş yıl kadar evvel, devrin tağutu Baasçı Saddam’ın saldırıları neticesinde Irak Kürdistan bölgesinden toplu göçler yaşanmıştı. O sıralarda ABD’nin Pasifik’teki adalarından birine(Guam adası) götürülen binlerce Kürt genci vardı. Yıllarca eğitilen bu jenarasyon, şu anda hem Kürdistan bölgesel yönetiminde hem de Bağdat’taki Kürt kontenjanlarında idari görevlerde bulunuyorlar. Bu kuşağın başında da şu anki Kürdistan bölgesel yönetimi Başbakan’ı Neçirvan Barzani var. Kürdistan’da Talabani’nin YNK’sı gibi başka güçlü ve etkin siyasi örgütler/partiler de var. Fakat her halükârda dost ve düşman algıları ABD ile aynı çizgidedir. ABD ile ileri düzeyde ilişkisi bulunan laik demokrat Barzani rejiminin İslami hareketlere karşı tutumu Ortadoğu’ya has tipik diktatoryal tağuti bir rejim tutumudur. Esasen başka türlüsü de beklenemez. O halde tecrübeli, eğitimli ve hayli kalabalık da olan peşmerge gücünden ABD neden yararlanmasın? Barzani rejimi de zaten böyle zor dönemler için himaye edilerek beslenip semirtilmedi mi? Hâlihazırda Kerkük’ü de, kaçkın Maliki askerlerinin terk etmesiyle zahmetsiz bir şekilde denetimlerine almış bulunuyorlar. Bu da bağımsızlıklarının önünün daha da açılmış olması anlamına gelir. Bunun için de evvela ABD’nin talimatlarını yerine getirmeleri gerekecektir.

4. Türkiye’de ağır aksak da olsa süregiden bir çözüm süreci var. Çözüm sürecinin Irak-Şam İslam Devleti’nin fetih hamlesinden etkilenmemesi düşünülemez. Müslümanların yaptığı hamlenin çapı ve sürekliliği gibi bazı hususiyetler, çözüm sürecinin zemin kaybetmesi ya da en azından tek taraflı olarak ‘pekeke’ açısından mecrasını değiştireceği gibi sonuçlar doğurabilecektir. Zira pekeke gibi çok kullanışlı fesat organizasyonları da bu hamlelerden dehşete kapıldı. Yöneticilerinin beyanatlarından anlaşılmaktadır ki hem pekeke hem de küçük yedeği peyede durumdan vazife çıkarmaya yönelik eyyamcı bir yaklaşım geliştirmektedirler.

Müslümanlara karşı küresel güçlerin arkasında saf bağlayarak hiza ve istikamette hazır ol pozisyonunda beklemekteler şimdilik. Asli köklerinin Zerdüştlük olduğunu defaten deklare eden bu ilkesiz ve kimliksiz örgütün, Şia/Rafıziler ile ilginç benzerlikleri var. Şöyle ki: Rafıziler tarihleri boyunca yaptıkları savaşları çok büyük oranda Ehli Sünnet Müslümanlara karşı yapmışlardır. Pekeke de 25-30 yıllık geçmişinde başta Müslüman Kürtler olmak üzere genel olarak Kürt halkına karşı silah kullanmış ve katliamlar yapmıştır.

İlkesi, omurgası ve kimliği olmayan böyle bir örgütün apo’nun kendi ifadesine göre MİT tarafından kurulup kullanılmış olması, İran’ın da lüzum oldukça çıkarları doğrultusunda kullanması, geçmişte Irak Kürtlerine karşı Saddam tarafından kullanılması ve son olarak Suriye’de lanetlenmiş Esed rejimine milis güç olarak hizmet etmesi gibi bir özgeçmişi var. Böyle bir özgeçmişi olan pekeke’nin, haçlı siyonistler ile Rafıziler için neler yapabileceğini öngörmek pek de zor değil.

Her yöne koşturulabilecek böyle bir örgüt için sandıktan ‘Devrimcilik’ maskesini çıkarıp Irak-Şam İslam Devleti’ne karşı savaşmanın şimdi tam sırasıdır! ABD’nin bunun için Kandil’e bir çavuş bile göndermesine lüzum yoktur.

5. ABD için bir başka seçenek de Suriye’deki ÖSO tipi laik demokrat yerel muhalifleri ‘azmayacak’ kadar desteklediği gibi Irak içerisindeki Bedir tugayları, Saibu’l Hak ve Ketâibu’l Hizbullah ile diğer yerel Rafızi örgütleri desteklemek, eğitmek ve Müslümanlara karşı savaştırmaktır. Bunda muvaffak olduğunda Irak ordusundan daha kalabalık bir Şii nufus otomatikman milis güç hâline gelmiş olacaktır. Bu çerçevede düşünüldüğünde Sistani’nin, Müslümanlara karşı yaptığı ‘Cihad’ ilanında, en başta bu kullanışlı Rafızileri çatışma alanlarına yönelten ABD’nin yararlanacağı aşikârdır. Peş peşe verdiği ‘Ehli Sünnet’e karşı cihad’ fetvalarıyla tıynetini ortaya koyan Iraklı Rafızilerin taklit mercii Sistani, bu fetvalarla kendisinin ‘taklit merciinin’ ‘İmparator Hamaney’ olduğunu da böylece ortalama zekâ sahibi herkese gösteriverdi.

Şam diyarında Esed tağutunun mazlum halka karşı İran, Rusya, Çin ve Lübnan Hizbullahı ile yaptığı meclis ittifakının bir benzerini şu sıralarda ABD’nin ibrikçibaşısı Maliki de bölgedeki Rafızi güçleri ve başta gelen diğer İslam düşmanlarıyla yapmaktadır.

Irak-Şam İslam Devleti, dünya Müslümanlarını İslam’ın ‘Devlet’ yürüyüşüne katılmaya davet ederken Rafıziler ise yerel müttefikleriyle beraber ABD’yi, Irak’ın neresinde olursa olsun Müslümanların üzerine bombalar yağdırmaya devam etmekteler.

Irak-Şam İslam Devleti’nin son hamlesi ile gözler daha da keskinleşti ve ortaya çıkan büyük resim, net olarak görüldü.

Bu fotoğrafta ‘İslam Ümmeti’ diye nitelendirilen, ‘Sevâd-ı Azam’ diye hani neredeyse Kur’an ve Sünnet derecesinde tabi olunmasının zaruretinden söz eden kara kalabalıkların batıla ve Batı’ya temayülü ile tarafgirliği de ortaya çıkmış oldu.

Haçlı Siyonistler cenahında güç ve nüfuzlarının sürdürülebilirliği açısından geleceğe dönük çok ciddi endişeleri vardı ve bu endişeleri daha da derinleşti. Zira yüzyıllardır tevarüs etmiş devasa bir tecrübe ve birikimin üzerine büyük bedeller ödenerek bina edilmeye çalışılan ve ayakları her geçen gün biraz daha sağlam bir şekilde yere basmaya başlayan modern İslami hareketin giderek yayılıp yükselirken kalıcı olmaya da aday başarıları, onları ebediyen sürecek ümitsizlik ve korkularla baş başa bırakacaktır.

Rafıziler, Ehlibeyte yaptıkları vefasızlık, ihanet ve cürümlerin helak edici acı semeresiyle semirirken Irak-Şam İslam Devleti’nin hamleleri karşısında çirkin yüzlerini gösterip tıynetlerini ortaya koyarak İslam ümmetine karşı yine ve yeniden ihanet ittifakının baş aktörü olmakla kendilerini rüsvaylık ve hüsrana mahkum etmişlerdir.

Demokrat sosyalist ve Zerdüştlerden müteşekkil kısmi Kürt koalisyonu da küresel küfür odaklarının himaye ve teşvikleriyle gelebildikleri şu anki pozisyonlarını/kazanımlarını kurmak adına yüzlerinde her devre uymayı ve her güce yakınlaşmayı kolaylaştıran maskelerden mevcut duruma uygun olanı kafalarına geçirerek İslam’a karşı savaş açan bu geniş ittifakın içerisinde bulunmayı vazife addetmektedir.

Kuşkusuz Müslümanlara karşı oluşturulan ittifakın yürütmekte olduğu bu savaş, gün geçtikçe genişleyip yayılacaktır. İran Safevilerinin Suriye’de yürüttükleri savaşın kıvılcımları Irak’a alev olarak sirayet etmiştir. Irak’taki savaşta Ehli Sünnet’e karşı dünyanın bütün Rafızilerini birleşmeye çağıran ‘İmparator’ Hamaney bu alevlerin İran’a da sıçramasından korkmaktadır. Zira bu işin İsrail ve ABD ile karşılıklı peşrev çekmeye hiç benzemediğini Hamaney de gayet iyi biliyordur. Nitekim Şia devriminin on yıllardır çektiği peşrevlerden sonra ne ABD’ye ne de İsrail’e yönelik hiçbir ciddi tehdit yöneltmemişlerdir. Ama mesele Ehli Sünnet olunca Şia devletinin tüm imkânlarını, Müslümanları imha için seferber etmekte tereddüt göstermediler. Bu savaş, önünde sonunda İran’a da yayılacaktır. İranlıların Suriye’ye gönderdiği varil bombaları ve binlerce askerin bir faturasının olmayacağını düşünmek sünnetullahtan bihaber olmak demektir. Irak’ta ve Suriye’de konuşlandırılmış Şia devrimi muhafız ordusunun komutanlarının taktik ve stratejik desteği ile sevk ve idare cürümünü ifa ettikleri savaştan bir fiske dahi yemeden salim kalamayacağını, şark kurnazı Farsist diplomatların öngörmemeleri mümkün değildir. ‘İmparator’ Hamaney’in şunu da bilmiyor olması düşünülemez: Ehli Sünnet’e karşı savaşta kefalet, İran’a da felaket getirecektir.

Irak-Şam İslam Devleti hakkında söz söyleyenler esasen bizzat kendi karakterlerinin, örgütlerinin ve partilerinin ‘kalp grafisini’ göstermiş olmaktadırlar.

Zira Irak-Şam İslam Devleti, ayna olmanın ötesinde bir olgudur. Beyinlerdeki ve kalplerdeki türlü marazları net bir şekilde gösteren bir ‘Magnetic Rezonans’ (MR) gibidir âdeta. Bu süreçte beyin fıtığına yakalananlar, kalpleri marazlananlar, laik demokratik bir küfür sisteminin egemenliği altında zelil bir şekilde yaşıyor olmaktan memnun ve mesrur olanlar, Haçlı siyonistlere kızıyormuş gibi yapıp onların esaslı müttefikleri olan Rafızileri aklayıp paklamak için kendilerini paralayanlar, dolaylı da olsa hayat konforlarına tehdit olarak görmeye başladıkları Müslümanları şaibe altına sokmak için haçlılar ile Rafızilerin sözlüğünden aşırdıkları kelimelerle mide bulandırıcı cümleler kuranlar, dillerinden de kalemlerinden hasta ruhların nevrotik nöbetleri esnasında çıkmış gibi akla ziyan sözlerle her şeyi komploculukla sözde açıklamaya yeltenenler ve daha niceleri… Bu güruh için şunu söyleyebiliriz: ‘Allah sizleri kardeş olarak gördükleriniz ve sevdiklerinizle bir ve beraber kılsın!’

Rabbimizden, zalim tağutların gücünü kırmasını ve İslam ümmetinin medarı iftiharı olan, doğudaki ve batıdaki mücahidleri muvaffak ve muzaffer kılarak fetihler ve zaferler ihsan buyurmasını niyaz ediyoruz.

Duamızın sonu Allah’a hamd etmektir.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver