VESVESELER KARŞISINDA MÜSLÜMANIN SIĞINAĞI: TEFEKKÜR

 

Siyer kitaplarında ‘Nuh kavminin putları’ diye bilinen birtakım putlar mevcuttur. Allah subhanehu ve teâlâ Nuh Suresi 25. ayette bunların isimlerini zikretmektedir.

Bir rivayette ise şöyle geçer: ‘Nuh’un aleyhisselam kavminin putlarının gömülü olduğu yeri, cinler Amr Bin Luhayy’a haber vermiş; o da onları oradan çıkartmıştır. Daha sonra da hac mevsiminde Mekke’ye gelen Arap kabilelerine bu putları dağıtmıştır.’

Ortaya çıkış şekli nasıl olursa olsun, sonuç itibari ile Araplar, İbrahim’in aleyhisselam davetinden yüz çevirmişler ve her geçen gün sapıklıklarına sapıklık ekleyip tevhitten uzaklaşmışlardı.

Allah’ın subhanehu ve teâlâ dini ile aralarına mesafe girdikçe de, taptıkları şeylere niye taptıklarını bilmez bir halde hayatlarını sürdürmeye devam etmişlerdir.

Geçen yazılarımızda Müslümanı cahilî toplumun fertlerinden ayıran en önemli özelliklerinden bir tanesinin tefekkür oluğunu anlatmıştık. Daha sonra da umumi olarak tefekkürü emreden nasları zikrettik. Hemen akabinde de Allah’ın özellikle ‘Şunları, şunları tefekkür edin’ diye hususileştirdiği şeyleri madde madde zikretmeye başladık. Bugün de Kur’an tarafından tefekkür edilmesi bize emredilen diğer bir başlığa bakmaya çalışacağız.

Şeytanın Vesveselerini Tefekkür

İnsan fıtrat icabı unutkan ve gafildir. Fıtratta olan hasletler ancak mücahede yolu ile kontrol altına alınıp, hayır yönüne çevrilebilir. Eğer insan bu çabayı göstermez ise hayatını Rahman’dan ve O’nun dininden bihaber olarak geçirmeye mahkum olacaktır.

İşte bu gafleti ortadan kaldıracak en önemli silah tefekkürdür. Tefekkür insanın bilinç düzeyini en üst seviyelere çıkartır. Fiillerinde şuurlu olmasını sağlar. Allah’a kulluğunda önündeki engellere takılmadan istikrarlı bir şekilde ilerlemesine vesile olur.

Evet! Zikrettiğimiz son nokta çok önemlidir. Genellikle insanlar hidayete ulaşmanın zor olduğuna inanırlar. Ancak asıl zor olan hidayete erişmek değil, hidayette sebat edebilmektir. Çünkü kişi Müslüman olduktan sonra sürekli olarak şeytanın şüphe ve şehvet kanalından ona yönelteceği saldırılara maruz kalacaktır. Bunlara Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği şekilde karşılık veremez, tedbirini almaz ise sıratı müstakimden yavaş yavaş uzaklaşacaktır.

Tefekkür bu tedbirlerin başında gelir. İnsan şunu hiçbir zaman aklından çıkartmamalıdır:

‘Şeytan benim en büyük düşmanım. O gece ve gündüz her daim beni kulluktan uzaklaştıracak fiiller peşinde. Acaba şu anda benim ayaklarımı kaydırmak için ne planlıyor?’

Bu şuuru Allah takva sahiplerinin özelliklerinden bir tanesi olarak zikretmektedir:

“Takva sahiplerine şeytandan bir vesvese geldiğinde iyice düşünürler. Bakarsın ki onlar görüp bilmişler bile. Kardeşleri (olan şeytanlar) ise onları sapıklığa sürükler, sonra da ellerini yakalarından çekmezler.” (7/Araf, 201-202)

Ayeti çok dikkatli incelemek gerekir. Allah ‘Şeytan takva sahiplerine vesvese veremez.’ demiyor. Çünkü vesveselerden ebediyen korunmuş hiçbir insan yoktur. Şeytanın vesveselerine muhatap olan bir grubu takva sahibi kılan şey tefekkürdür. Diğer taife ise kendilerini dahi düşünmedikleri için şeytanın elinde oyuncak haline gelmişlerdir.

Bu mesele gerçekten önemlidir. Çünkü insanın aklına gelen düşünceler rahmanî mi şeytanî mi olduğunu anlayabilmek ancak -Allah’ın yardımıyla beraber- tefekkürle mümkündür. Çünkü şeytan insana sağdan yaklaşıp da vesvese verdiğinde kişi bunu hayırlı bir amel olarak düşünebilir. Ona hiç düşünmeden dalıp gidebilir.

Mesela kişi cihad ediyordur. Fakat hayallerinde cihadı sadece kafirlerle göğüs göğüse çarpışma olarak sınırlandırdığı için cephe gerisinde patates soymak, su taşıyıp bulaşık yıkamak onu sıkar. Şeytan hemen ona başka amelleri süslü göstermeye başlar. İnsanın aklına bir anda bir kişinin hidayetine vesile olmanın, dünya ve içindekilerden daha hayırlı olduğu gelir. Ya da ilmin faziletiyle ile ilgili unuttuğu bir çok hadis o anda aklında canlanmaya başlar.

Halbuki bunlar şeytanın sağdan yaklaşmalarının soncudur. O kulluktaki istikrarı bozmak için insana içinde bulunduğu amelin dışındaki fiilleri süslü gösterir. Buna kanan kişi de daldan dala atlar gibi amelden başka bir amele geçiş yapar. Bu ruh haliyle hiçbir amel onu tatmin edemediği için sonunda amelin hepsini terkeder.

Oysa ki kişi şunu düşünse sorun çözülecektir:

‘Emir bana patates soymayı, kardeşime nöbet tutmayı, diğerine savaşmayı emretti. Allah Rasûlü cihada çıktığında ashabına, Medine de oturan ve onlarla bulunmayan bazı Müslümanların da cihada çıkanlarla aynı ecri aldığını söylemiştir. Çünkü onlar ya bir özür nedeniyle ya da Peygamberin emriyle Medinede oturuyorlardı. Eğer Allah Rasûlü onlara da çıkın deseydi onlar da ordu içinde yer alacaklardı.

Öyleyse asıl mesele benim ne yaptığım değil yaptığım işi ihlaslı ve dört dörtlük (ihsan ile) yapıp-yapmadığımdır. Ben ona dikkat edeyim.’

Şeytanın vesveselerinin en yoğun olduğu cihad meydanında ancak tefekkür silahı ile silahlanan bir mücahid şeytana karşı Allah’ın izniyle galip gelebilir. Zaten asıl tedbir alınması gereken düşman da odur.

Konuyu daha iyi anlyabilmek için başka bir örnek daha vermeye çalışalım.

Bir kardeşimizin yanlış bir fiil yaptığını gördük ya da duyduk. Hemen aklımıza çeşitli fikirler gelmeye başlar. Deriz ki:

‘Gideyim ve bu kardeşimi uyarayım. Ki bu fiili bir daha yapmasın.’

İlk bakışta bu düşünce gayet güzel gözükmektedir. Hatta münker görüldüğünde düzeltilmesi gerektiğini bize söyleyen naslarla da uyuşmaktadır.

Fakat emri bi’l maruf neyhi ani’l müner ile ilgili sadece bir nas yoktur. Ben böyle birşey ile karşılaştığımda öncelikle şunu düşünmeliyim:

‘Ben böyle bir uyarı yapmaya ehil birisi miyim? Eğer benden daha ilim sahibi, nasihat etmenin usülünü bilen birisi varsa, orada bana söz düşmez.’

Çünkü cahilce ve kaba bir üslupla yanlışı düzeltmeye çalışırsak daha büyük hatalara kapı aralayabiliriz. Adem’den aleyhisselam beri bizler gibi milyarlarca elinden geçirmiş olan şeytan, bizim bu durumda nasıl davranacağımızı tahmin edebilir. Ve hayırlı bir amelmiş gibi bizi uyarı yapmaya sevk edebilir. Bunu farketmek ise ancak tefekkürle mümkündür.

Ya da bu olayla ilgili aklımıza şöyle birşey gelebilir:

‘Ben bu yanlışı insanlara anlatayım ki insanlar amelin sahibinden sakınsınlar. Böylece insanları onun şerrinden koruyayım.’

Bu düşünce de görünürde gayet makul olarak gözükmektedir. Fakat İslam toplumunda böyle bir işe ancak emir sahipleri ve ilim ehli karar verebilir. Bu herkesin kendi kafasından içtihad edip de ortaya koyacağı birşey değildir. Çünkü gördüğümüz bir münker ‘korku’ başlığı altında değerlendirilip şu ayetin kapsamına girer:

“Kendilerine güven veya korkuya dair bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki bunu Rasûlüne veya içlerinden emir sahiplerine döndürmüş olsalardı, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu elbette bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki lutfu ve rahmeti olmasaydı pek azınız müstesnâ, şeytana uymuş gitmiştiniz.” (4/Nisa, 83)

Şeytanın rahmani bir görüntü ile bize yaptırmaya çalıştığı şey Allah tarafından münafıkların özelliklerinden biri olarak zikrediliyor. Kişi yanlış bir fiili, sahibiyle beraber insanlar arasında yayarken, aslında farkına varmadan nifak ehli olma tehlikesine giriyor.

Bundan kurtuluşun yolu ise bellidir. İnsan zihninde canlanan düşünceleri tefekkür süzgecinden geçirmelidir. O zaman kulluk yolunda daha sağlam adımlar atacak, vesveselere karşı sürekli teyakkuz halinde olacaktır.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver