Taif Seferi

 

Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a; salât ve selam, O’nun Rasûlü’ne olsun.

Allah Rasûlü’nün 23 yıllık risaleti birçok sıkıntı ve imtihanı barındıran bir süreçti. Her bir hâdisenin kendi içinde zorluğu bulunsa da musibetlerin dozajının en yüksek olduğu zamanın hüzün yılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem risalet ile görevlendirildiğinde ona ilk destek çıkan ve sonrasında da asla yanından ayrılmayan eşi Hatice annemizdi. Aynı şekilde müşriklerin yoğun baskısına rağmen yeğenini koruyan ve himayesi altında tutan da amcası Ebu Talib idi. İşte bu iki büyük destek gücü hicretin hemen öncesinde peş peşe vefat ettiler. Allah Rasûlü’nün kolu kanadı kırılmış gibiydi. O yüzden bu seneye siyerde hüzün yılı adı verilir.

Ebu Talib’in vefatı ile Mekke’nin azgınları ellerine geçen fırsatı değerlendirmeye başladılar ve Peygamberin üzerindeki baskıyı artırdılar. Eziyetler o hâle geldi ki Allah Rasûlü şu muamele ile dahi karşılaşmaya başladı:

‘Ebu Talib öldüğü zaman Kureyş Allah Rasûlü’ne Ebu Talib hayatta iken yapamadıkları eziyetleri yapmaya başladı. Öyle ki Kureyş’in sefihlerinden bir sefih önünü kesip onun başına toprak saçmıştı.

O sefih, Allah Rasûlü’nün başı üzerine bu toprağı saçtığı zaman Allah Rasûlü başı toprak içinde olduğu hâlde eve girdi. Ve kızlarından birisi kalkıp yanına geldi. Ağlayarak toprağı ondan silmeye başladı.

Allah Rasûlü ise o kızına:

‘Ey kızcağızım! Ağlama. Çünkü Allah babanı koruyacaktır.’ deyip ‘Ebu Talib ölünceye kadar Kureyş’ten hoşuma gitmeyen hiçbir şey başıma gelmedi.’ diye de ekledi.’ ‘ [1]

Allah Rasûlü hem baskıların çoğalmış olması hem de davetin tıkanması nedeniyle yeni merkezler arıyordu. Bunun için Habeşistan’a bir grup Müslüman göndermişti. Gerçekten orada Müslümanlar için güvenli bir belde vardı. Ancak Habeşistan davete merkezlik edebilecek bir pozisyonda değildi. O yüzden Allah Rasûlü yeni alanlar üzerinde düşünmeye başladı ve sonunda da Taif’e gitmekte karar kıldı.

Allah Rasûlü Taif’te Sakif kabilesi ile görüşmeyi ve onların İslam’ı kabul edip Müslümanlar için yeni bir merkez oluşmasını umut ediyordu. Yanına sahabelerinden aynı zamanda evlatlığı olan Zeyd bin Harise’yi de alarak yola çıktı.

Öncelikle siyer kitaplarında bu hâdise ile ilgili nelerin nakledildiğine bakalım sonra da bazı noktalar üzerinde duralım:

‘Allah Rasûlü Taif’e vardığı zaman Sakif’ten bir topluluğun yanına gitti. Onlar Sakif’in efendileri ve eşrafı olan üç kardeştiler:

Abd-i Ya Leyl bin Amr bin Umeyr, Mesud bin Amr bin Umeyr ve Habib bin Amr bin Umeyr.

Onlardan biri Kureyşli olan Beni Cumeh’den bir kadın ile evli idi. Allah Rasûlü onların yanında oturdu. Onları Allah’a davet etti ve İslam için kendisine yardım etmelerini, onunla beraber kavminden kendisine muhâlif olanlara da karşı durmalarını istemek için geldiğini söyledi. Onlardan biri ona şöyle dedi:

‘Eğer seni Allah göndermiş ise Kâbe’nin örtüsünü çıkartıp atacağım.’

Bir diğeri de şöyle dedi:

‘Allah senden başka gönderecek kimseyi bulamadı mı?’

Üçüncüsü de şöyle dedi:

‘Vallahi seninle asla konuşmayacağım. Andolsun eğer sen Allah’ın elçisi isen, nitekim öyle demektesin, elbette sen, sana cevap vermemden daha yücesin. Eğer sen Allah’a karşı yalan söylüyorsan bana seninle konuşmak yakışmaz.’

Bunun üzerine Sakiften iyilik geleceğinden ümitsiz olarak Allah Rasûlü onların yanlarından kalktı.’ [2]

Taif seferi ile ilgili dikkatimizi çeken ilk nokta Allah Rasûlü’nün bir davetçi olarak ne kadar azimli olduğunu ve her hususta olduğu gibi bu meselede de tüm Müslümanlara örnek olduğudur.

Allah’ın görevlendirdiği tüm Peygamberler tebliğ emrini aldıktan sonra ayağa kalkmışlar ve yakin onlara gelinceye kadar tabiri caizse nefes dahi almamışlardır. Davet sırasında önlerine çıkan zorluklar onlara geri adım attırmamış teklifler ve tehditler yollarından saptırmamıştır. Allah Rasûlü’nün Taif seferi öncesinde yaptığı gibi davet tıkandığında ümitsizliğe düşüp oturmak yerine çözümler ve yeni yollar üzerine kafa yormuşlardır.

Çözüm yollarından bir tanesi de davete merkez olabilecek, güvenli bir şekilde tebliğ yapılabilecek alanlar belirleyip oraya hicret etmektir. Allah Rasûlü Taif seferinden önce bu sorunu çözmek için bir grup Müslümanı Habeşistan’a göndermiş ama istenilen gaye tam olarak yerine gelmediği için davet bir bütün olarak oraya kaydırılmamıştır.

Allah Rasûlü’nün hayatını okuyan ve ona göre menhecini belirleyen her Müslüman davetçi aynı bilinci taşımalıdır. İster lider isterse de tâbi olarak davaya hizmet etsin fark etmez, her an tetikte olmalı daveti ileriye taşıyacak, sıkıntılı anlarda tıkanıklığı giderecek çözümler üretmek için tefekkür etmelidir.

Allah muhsinleri yani işini en güzel şekilde dört dörtlük yapanları sever. Müslüman davetçi sadece bilinçli olmakla yetinmemeli ortaya çıkacak sonucun en üst seviyede fayda sağlayabilmesi için gerekli tüm etkenleri kendinde barındırmalıdır. Mesela, Allah Rasûlü davet için yeni bir merkez ararken rastgele hareket etmiyordu. Yeni bir merkeze ihtiyaç olduğunu bilip her gün başka bir yere yolculuk yapmıyordu. O, seçenekler arasından çözüme en net ve kısa şekilde ulaştıracak olanı tercih ediyordu. Elbette ki bunun için bu merkezler hakkında bilgi sahibi olması gerekiyordu.

Mesela Taif üzerinden bu durumu anlamaya çalışalım. Peygamber neden Taif’i seçmişti?

• Taif Peygambere açıkça düşmanlığını ilan eden Kureyşliler için stratejik bir öneme sahipti. Hatta orayı ele geçirip sınırlarına dahil etmek isteseler de tam anlamıyla başarılı olamamışlardı.

• Taif Kureyş’in sahip olmadığı arazilere, bahçelere sahip bir şehirdi. O yüzden Kureyşliler buradan mülkler almışlar, belli zamanlarda Taif’e gelip vakit geçiriyorlardı. Allah Rasûlü’nün Taif’te davete başlaması ve başarılı olması elbette maddi açıdan Kureyşlileri direkt etkileyecekti.

• Taif iki kabile tarafından yönetiliyordu. Malikoğulları ve Ahlaf. Bu kabilelerin kendilerini koruyacak güçleri olmadığı için etraflarında rakip olarak gördükleri Kureyş ve Havazin kabileleri ile ittifak yapmışlardı. Ahlaf Kureyş ile Malikoğulları ise Havazin ile anlaşma içerisinde idi. Ancak tüm taraflar bu ittifakların gönülden gelerek yapılmadığının farkında idi.

İşte Allah Rasûlü otoritenin bu şekilde parçalanmış olduğu bir beldeye giderek daha kolay destek bulabileceğini düşündü ve stratejik bir adım atarak Taif’i yöneten bu iki kabileden sadece Ahlaf ile görüştü. Hedeflenen ve beklenen sonuç şu idi: Ahlaf Kureyş’ten zaten nefret ediyor ve zoraki olarak bir antlaşmaya imza atmış bulunuyordu. Kureyş’in en ciddi düşmanına kucak açarlarsa ellerine bir koz geçecek, Kureyş’i köşeye sıkıştırmaya dünden razı Malikoğulları ve Havazin de bu duruma destek verecekti. İşaretler bu yönde olsa da Allah subhanehu ve teâlâ tam tersini diledi ve Ahlaf kabilesi Allah Rasûlü’ne destek vermedi.

Tüm bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere Taif seçimi rastgele yapılmamış, belli bilgiler üzerine oluşturulan bir strateji sonucunda seçeneklerin en üst sırasında yer almıştır.

Müslüman davetçi de Peygamberinin bu vasfını aklına kazımalı, dava için atacağı adımları anlık kararlara, duygusal yoğunluklara kurban etmemelidir.

Taif seferinde dikkatimizi çeken başka bir husus ise neredeyse siyerin her anına sinmiş olan güvenlik anlayışıdır. Allah Rasûlü dava için atılacak tüm kritik adımlarda gizliliğe azami surette dikkat etmiş, maddi açıdan zayıf olduğu düşmanlarına karşı bu yönüyle güç kazanmaya çalışmıştır. Siyerin şu ana kadarki kısmında onlarca örneğini gördüğümüz bu hususun bir benzerini de Taif seferinde müşahede etmekteyiz.

Allah Rasûlü, Mekkelilerin sonuçlarından ciddi manada etkilenecekleri bu seferden haberdar olmamaları için birçok tedbir almıştır.

■ Öncelikle uzun bir yolculuğa çıkıyor havası vermemek için binek kullanmamış, Taif’e yayan gitmiştir.

■ Böyle önemli bir görüşmede yanında bulunsa daha faydalı olacak sahabelerden birisini değil evlatlığı Zeyd’i yanına almıştır. Bu şekilde Kureyşlilerin yolculuğa dikkatlerini yoğunlaştırmamasını sağlamak istemiştir.

■ Görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmayınca da bu durumun açığa çıkmaması için muhataplarına ricada bulunmuştur.

Allah Rasûlü’nü zayıf olmasına rağmen düşmanlarına karşı galip getiren sebeplerden bir tanesi de işte bu güvenlik anlayışıdır. Allah Rasûlü düşünür, istişare eder ve adım atardı. Ama bu süreçlerin hiçbirisinden müşriklerin haberi olmazdı.

Günümüzde ise aynı vakıayı yaşayan cemaatlerin, Peygamberlerinin uygulamasından fersah fersah uzak olduğunu görmekteyiz. İslam’a hizmet için yapılacak ve gizli kalması gereken çalışmalar daha düşünce aşamasında iken dahi herkesin diline düşmektedir. Dava fertleri bu amelin bir sünnet olduğunu unutmamalı ve küfrün bu kadar güçlü olduğu bir ortamda davetin bir adım daha ileriye gidebilmesi için menheclerini güncellemelidirler.

Davamızın sonu; âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamddır.

 

  

[1]       .   İbni Hişam

 

[2]       .   İbni İshak

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver