Nöromotor Gelişim – 3

3. BÖLÜM

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Allah’a hamd, Resûl’üne salât ve selam olsun.

Es-Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berakatuhu,

10. Ay

Yardımla yürür (sıralama).

Yatar durumdan oturur duruma geçer.

Daha önceki aylarda emeklemeyi, oturduğu yerden ayağa kalkmayı ve bir yere tutunarak ayakta durmayı öğrenen bebek, onuncu ayla birlikte, eliyle destek aldığı yerin yardımıyla adım atmaya başlar. Buna “yardımla yürüme” denir. Destek almadığında adım atamaz, kollarından desteklendiğinde adımlar atabilir. Bu aylarda bebek duvar diplerinde, sehpa kenarlarında, koltuk hizasında yan yan yürür, yani sıralar. Kenardan ayrılıp da ortaya gelemez.

Daha önceki aylarda, yattığında başını kaldıran, elleriyle desteklendiğinde gövdesini de kaldırabilen bebek artık kendisi yatar konumdan oturur konuma geçebilir. Bebeğin yattığı yere dikkat edilmelidir. Bebek uyandığı zaman rahatlıkla yatakta oturabilir, dönebilir, hareket edebilir ve korumasız olursa yataktan düşebilir. Bebek yataklarının çevresindeki çitler bebek için koruyucudur.

Bebek iyice hareketli hâle gelir; etrafı keşfetmek için oturma, dönme, kalkma, ayakta durma, emekleme gibi hareketleri daha becerikli yapar olmuştur. Bu gezgin hâl, bünyesinde bazı tehlikeler de barındırır. Çünkü çocuk gittiği yeri ayırt etmeden emekleyerek ulaşabilir, ulaştığı yerde tutunarak ayağa kalkabilir, ayağa kalktığında da tutunduğu yerden destek alarak adım atmaya başlar. Merdivenden düşmelerin mekanizması böyledir. Bu dönemde alınacak en önemli tedbirlerden birisi özellikle dubleks evlerde kalan ebeveynlerin, merdivenlerin başına kilitli çocuk çitleri koymalarıdır. Binaların içindeyse çocukların elleri bırakılmamalıdır. Çünkü merdiven inme çıkma gelişimini tamamlamamış bu yaşlardaki bir bebeğin merdivenlerden yuvarlanması ölümcül travmalara sebep olabilir.

11-12 Ay

Düzgün olarak emekleyebilir.

Tek başına ayakta durur.

Tek elinden tutarak gezer.

Basit emirleri anlar.

Bebeğin aylarca adım adım öğrendiği emekleme becerisi, yaşını doldurması itibarıyla en üst seviyeye ulaşır; hatasız, takılmadan emekler.

Daha önceden bir yere tutunarak ayağa kalkan ve tutunduğu yerden destek alarak ayakta durabilen bebek, on birinci ayını doldurduğu ândan itibaren yavaş yavaş destek olmadan da tek başına ayakta durabilir. Ayakta durmaya uygun sırt, bel, kalça, bacak kasları güçlenmiş, eklemler yeniden şekillenmiştir. Postür kasları dediğimiz kasların güçlenmesiyle, vücudun denge merkezinin değişmesi ve yeniden konumlanmasıyla, vücut kavisleriyle beraber beden iki ayak üzerinde durmaya ve iki ayak üzerinde gelişmeye, olgunlaşmaya başlar. Dört ayaklı emekleyen bir bebeğin iki ayaklı yürüyebilen, ayakta durabilen bir canlı olabilmesi; Er-Rabb olan Allah’ın (cc) bütün kemik ve eklemleri birbiri ardına muhteşem bir oran, sıra ve düzenle dizmesiyle oluşabilir.

Dört ayaklı canlılarla iki ayaklı canlıların ayrımıdır bu aylar. İnsanoğlunun, iki ayağının üzerine kalkması onu diğer canlılardan ayıran özelliklerinden bir tanesidir. Ayağa kalkmak için önemli olan vücut dengesini doğru dağıtacak, eklem yapılarıdır. Kemikler birbiriyle eklem yapıp, kasla sarılıp desteklendikçe ve denge merkezi sağlandıkça insanoğlu doğduğu hâl olan dört ayaktan, gelişimin ileri evresi olan iki ayağa geçiş yapabilir. En önemli eklem merkeziyse insanın omurgasının eğrilikleridir. İnsan omurgası, eğriliği olmadan düz bir hat olarak dünyaya gelir, bu hâl üzere ayakta duramaz. Başını tutmasıyla boyun kavisi, oturmasıyla da bel kavisi oluşur. Omurga kavisleri oluştuktan sonra kasların da bu yönde güçlenmesiyle insan ayağa kalkabilir. Omurga kavisi olmayan canlılar yaşamlarını iki ayak üzerinde devam ettiremezler. İnsan, aklıyla düşünse, “Eğri olan bir şey nasıl düz bir şekilde ayakta durabilecek?” diyebilir. Rabbimiz (cc) bu konuda insanı en güzel şekilde yaratmış, eğrilikleriyle ayakta durabilme hükmünü indirmiş, insan bedeni de buna itaat etmiştir. Mantık, itaatin gölgesinde kalmıştır. Subhanallah!

Henüz desteksiz adım atamayan, yürüyemeyen çocuk için sadece ayakta durmak, destek ortadan kalktığında düşmek demektir, dikkatli olmakta fayda vardır.

Daha önceden iki kolundan desteklenerek yürüyebilen çocuk, artık tek elinden tutulduğunda yürüyebilir. Yani yetişkinler tek elinden tuttuğu çocuğu yanlarında gezdirebilirler. Burada üzerinde durmak istediğim bir durum var. Çocuğun boyu ebeveynin bacağından kısadır. Elinden tutulan çocukla yürürken, çocuk ebeveynin eline ulaşabilmek için kolunu tam açarak yukarı kaldırmalıdır. Aynı zamanda çocuğun adımları, ebeveynin adımlarından hayli küçük olduğundan çocuk yetişemez, sürekli tökezler ve sonunda düşebilir. Düşme esnasında, ebeveyn refleks olarak çocuğu tutmaya, yakalamaya çalışır. Bu amaçla da tutmuş olduğu eli çeker. Çocuk, ebeveyni tarafından tek kolundan tutularak kaldırılmaya çalışıldığında çocuklarda dirsek çıkıkları, omuz çıkıkları meydana gelebilir. Örneğin, anne ile çocuk yan yana yürürken, anne bebeğin temposuna ayak uyduramadığında veya yürümeyi tam becerikli olarak yapamadığı için bebek düştüğünde, anne elinden tutmakta olduğu kolu refleks olarak çekerek çocuğu ayağa kaldırmaya çalıştığında eklem çıkıkları görülebilir. Çocukları çekiştirerek yönlendirmemek, bu tarz konularda çocuk beceri kazanana kadar onlara ayak uydurmaya çalışmak gerekir.

Bütün bu nöromotor gelişim evrelerinden öğrendiğimiz önemli bir nokta vardır ki insanın hayatında hiçbir şey bir ânda olmaz. Belirli bir hazırlık evresi vardır. Sonrasında deneme evresi gelir. Defalarca beceriksiz, başarısız denemeler olur, hatalar yapılır, yanlışlar olur, aksamalar görülür. Ve binlerce başarısız deneme sonucunda hatalar düzeltilerek, yanlışlar giderilerek, aksaklıklar tamir edilerek başarılı sonuçlar elde edilebilir. Hayat da böyledir. Gelişim ve olgunlaşma süreci evrelerden oluşur. Uzun bir süreci kapsar, zaman gerektirir. Bu zaman diliminde kişilerin çabalaması gerekir. Çaba için de kişinin azmetmesi ve sabretmesi önemlidir.

Biz yetişkinlerin unuttuğu nokta; çocukken aynı evrelerden geçerek, şu ân yetişkin olarak öğrendiğimiz şeyleri, öğrenip uygulayabilir olduğumuzdur. Hâlbuki o çocuk, o genç bu evrenin başındadır, daha öğrenecektir. Çocuklara sabretmek, onlara yapabileceğimiz en büyük iyiliklerden bir tanesidir. Bahsedilmeye çalışılan bu sabır, hiçbir şekilde müdahale etmemek, yaptıklarına seyirci kalmak değildir. Yukarıda saydığımız deneme evrelerinde hatalarını düzeltmek, yanlışlarını gidermek ve aksaklıkları tamir etmek için ekinini sabırla işleyen çiftçi misali çabalamak, filizin büyümesine, serpilmesine olanak sağlamak demektir. Kimi zaman tohumun sorununu gidermek, kimi zaman toprağını zararlı otlardan temizlemek, kimi zaman gübresini vermek, kimi zaman sulamak gerekir. Kendi hâline bırakılan hangi tohum, hasat zamanı geldiğinde beklenen ürünü verebilir? Zamanında tohumuna iyi bakmamış ve serpilmesi için üzerine düşeni yapmamış bir çiftçinin hasat zamanı geldiğinde karşılaşacağı manzara ne ise; çocuğunu kendi hâline bırakmış, zamanında gerekli müdahaleleri, tamamlamaları ve eksiltmeleri yapmamış bir ebeveynin de çocuğu büyüyüp topluma karıştığında karşılaşacağı manzara odur.

Çocuk bir akarsu, ebeveyn ise taşlar ve çapalardır. Çapalar, toprağı ne yönde kazarsa su oraya kanalize olur. Taşlar da önüne konulup suyun akışına set çekilmek için değil; güzel bir kanal boyunca varacağı hedefe ilerlemesinde yol göstermek ve çevreye taşkınlık yapmaması için suyun yan taraflarına konulan desteklerdir. Destek göremeyen çocuk yanlış bir gelişim gösterir ve çoğu zaman yanlışın ne olduğunu dahi bilemeden büyür.

Yüzmeyi daha yeni öğrenen bir birey batar çıkar, suda debelenir, su yutar; önce su üzerinde batmadan durmayı öğrenir, sonrasında suyun üzerinde hareket etmeyi öğrenir, yüzme işlemi ise en son gelen evredir. Dalgıç olan ebeveynler ister ki -kendi yüzebiliyor ya- çocuklar da hemencecik yüzsün. Sabırsızlanır. Bu sabırsızlık da çocuğa yansır. Ve özellikle gençlik dönemlerinde belirginleşen çocuk ebeveyn arasındaki çatışmaların temelini oluşturur. Unutmayınız ki Allah’ın (cc) yarattığı küçücük bir balık, dalgıç olan ebeveynlerden çok daha mükemmel yüzer. Dalgıç dahi olsa, ebeveynlerin de gelişip olgunlaşmakta olduğunu akıllardan çıkarmamak gerekir. Zamanla, bir şeyleri tecrübe ede ede olgunlaştığımız unutulmamalıdır. Çocuklarımıza öğrenmek ve olgunlaşmak için gereken zamanı tanımalı, bu süreçte doğru müdahalelerle destek olmalıyız.

Onuncu ve on birinci aylar başladığında çocuk basit emirleri algılamaya başlar. Otur, kalk, uyu, su iç, yemek ye, gel, el salla… Hepsi tek hareket içeren basit emirlerdir. Ortalama bir yaşına yaklaşan çocuk için bu dönem, sosyal kurallar demektir. İnsanın hayatında sözlü ve yazılı olmayan bir sürü kural vardır ve gereklidir. Kişinin diğer insanlarla iletişiminde, çalışmasında, ev hayatında, okul düzeninde, toplu yaşanılan ortamlarda bu kurallara uyum göstermek, hayatı daha yaşanabilir hâle getirmektedir. Yetişkin olduğunda bu kurallara uyum sağlaması için, bireye çocukluktan itibaren bazı şeyler öğretilmelidir. Bu öğrenme sürecinin temelleri de onuncu ayda atılmaya başlanır.

Yaklaşık onuncu ayda basit emirleri/kuralları algılamaya başlayan çocuğun zamanla bu kurallara uyum sağlaması beklenir. On beşinci ay geldiğinde basit emirleri yerine getirmeye başlayacaktır. Görüldüğü gibi kuralı anlamak ve kuralı uygulamak arasında yaklaşık beş ay vardır. Bu süreçte ebeveyne düşen bazı ödevler olur. Kurallara uyum sağlama aşamasında ebeveynlerin gösterdiği istikrar ve sabır çok önemlidir. Yani tutarlı olmak gerekir. Bu kurallar neden önemli, anne ve baba o kuralı ne kadar önemsiyor, bu kurala evin içinde ne kadar uyuluyor, kuralda sebat ediliyor mu, bu kuralı kimler ihlal edebiliyor, bu kurallar ebeveynin hangi özellikleri kullanılarak ihlal edilebilir, kural/emir ihlalinde neler oluyor?.. Bu sorular ve cevapları bu aylardan başlanarak çocuk tarafından öğrenilir. Geleceğin yetişkini olan çocuğun sosyal ilişkilerine yön verir.

Şuna benzer bir tabloyu yaşamamış ebeveyn yoktur: Çocuk bir yerde durur, bir cisme uzanır; cam vazo, önemli bir alet gibi… Bu uzandığı cismi bir güzel tutar ve durur, sonra dönüp annesine veya babasına bakar. Anne veya baba “Hayır!” “Yapma!” gibi basit bir emir verir. Burada çocuk için iki yol vardır. Ya o elindekini bırakır ve başka şeylerle ilgilenmeye devam eder ya da ebeveynin gözünün içine baka baka alır yere atar, vurur, bir şey yapar. Öğrenme sürecinin başında o vazo bütün çocuklar tarafından muhakkak kırılır. Sonra ebeveyn tepkisi gözlemlenir. Verilen tepki de sonraki olaylarda çocuğun tepkisini şekillendirecektir.

Eğer ebeveyn tepkileri; geçiştirme, gülme, basit bir hımmm gibi dişe dokunmayan bir tepkiyse, çocuk çok da önemli bir şey olmadığını anlar veya önemli olsa bile “Aslında bu kural/emir o kadar da önemli değilmiş. Çiğnenebilirmiş. Çiğnendiğinde başıma çok da bir şey gelmiyormuş. Hatta komikmiş, çiğnenmeli de.” şeklinde bir öğrenim sürecine girer. Yetişkin olduğunda da birçok sosyal kurala uymayan ve bundan da rahatsız olmayan bir birey yetişmiş olur.

Peki, ebeveyn olarak aşırı mı tepki verelim? Basit bir şeyi kırdı, düşürdü diye bağıralım, çağıralım, dövelim, hışımla gücümüz yettiğince çocuğu oradan uzaklaştırıp saatlerce söylenip, surat asıp, ilgilenmeyip, küsüp ceza mı verelim? O zaman da çocuk “Ben bütün dünyayı bu ebeveynimin başına yıktım. Benim küçük bir hareketim bir felakete sebep oldu.” der bilinçaltında. Yani neyi öğrenir: “Ben hiçbir şeyi doğru düzgün yapamam, en ufak bir yanlışım bir felakete sebep oluyor, en iyisi ben hiçbir şey yapmayım, sonuçlarına katlanamayabilirim.” Çekingen, pasif, korkak bir çocuk yetişir. Genelde şiddetli karaktere sahip ebeveynlerin çocukları, ebeveynin verdiği aşırı tepkiler sebebiyle, ebeveynle tam ters pasif ve zayıf karakterli olur, Allah (cc) en doğrusunu bilir.

Bir de doğru, yerinde ve istikrarlı tepki vardır. Yani yapmaması gereken bir şeyi yaptığında “Yapmasan daha iyi olurdu, yapmamalısın, ama yaptığında da dünya başımıza yıkılmadı.” şeklinde ayarında, yapılan yanlışla orantılı, sebat eden bir tepki. Zor olan budur zaten. Her çocuk, her olay, her ebeveyn için değişir bu tepki. Aynı olayda farklı bireyler için bile değişir. Bir birey için farklı olaylar karşısında bile değişir. Demek istediğim, bu işin tek bir tane doğrusu yoktur, ama yanlışlar bellidir. Önemli olan çocuğunuzu ve kendinizi tanımak, bu süreçte de aşırılıktan kaçınmaktır. Kuralsızlık da gereğinden fazla kural da aşırılıktır.

Çocuğa aynı durum için kimi zaman bağırmak, başka bir zamanda da aynı olay karşısında sessiz kalmak, sebat etmemek, istikrarsızlıktır. Dengesiz tepkiler bütünüdür. Ya o durum, kural, emir önemlidir ve dikkat edilmesi gerekir ya da önemsizdir ve göz ardı edilebilir. Aynı olay karşısında farklı farklı tepkiler çocuğu yanlış bir yola sevk eder ve bu durum ebeveynlerin başarısızlığıdır, çocuğun değil.

Bu durum hakkında bu kadar ısrarla durmamın sebebi şudur: Hayatta biz büyürken sorumluluklar, beklentiler, yapılması gerekenler de bizimle beraber büyür. Eğer bir insan kurallara uymuyorsa, sorumluluklarını, emirleri yerine getirmiyorsa bu taa 12-15 aylarına dayanan bir davranış problemidir, zamanında ebeveynleri bu durumlar karşısında yeterli tepkiyi verememiş demektir. Hatta kocaman insanların “ne kadar abarttın, alt tarafı şu” gibi tepkilerinin altında bu ilk durum yatar. Veya hiçbir sorumluluk almak istemeyen, kaçan, bir türlü yerine getiremeyen, sonuca ulaştıramayan insanların gelişimi de bu noktada aksamış, zamanında aşırı tepkilerle bastırılmıştır. Cesur olmayı, hatalar yapmanın insan olmanın gereği olduğunu, hataların düzeltilebilir, geri dönebilir şeyler olduğunu öğrenememiştir zamanında. Merhametsiz tepkilerle karşılaşmıştır. Yılların biriktirdiği tuğlalarla ördüğü yanlış binayı hemen düzeltmesi de pek olanaklı değildir. Sabredip, sebat edip, istikrar gösterip azimle tek tek o tuğlaları yeniden dizmeli ve binayı yeniden inşa etmelidir. Bu tuğlaları kırmamak, doğru yere kanalize etmek de çok başka bir meziyettir, Rabbim kolaylaştırsın. Bizleri hayır yönünde ıslah etsin ve razı olduğu kullarından eylesin.

Rabbim ömür verirse sonraki sayıda görüşmek dileğiyle…

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver