Asrımızın Musab’ları

2008 yılının Nisan ayı başlarıydı. Üniversitede ev arkadaşlarımla beraber televizyonda öğlen haberlerini izliyorduk. Cahiliye döneminde de mütedeyyin bir çevrede yetişmem sebebiyle İslami hassasiyetlerim olduğu gibi İslami haberler de ilgimi çekiyordu. Haber bülteninde bir El-Kaide operasyonu olduğu heyecanlı bir şekilde anlatılıyordu. Biraz daha dikkatli izlemeye başladığımda haber videosunda verilen kişilerin, büyüdüğüm semtteki kimisi mahalle kimisi okul arkadaşım olması beni çok şaşırtmıştı. Önceleri onlarla beraber birkaç mescide gitmişliğimiz olmuştu, fakat haberde El-Kaide ismiyle verildiğini görünce afallamıştım. Çünkü hepsi iyi gençlerdi. Daha sonra öğrendim ki Halis Hoca da bizim büyüdüğümüz mahalleye taşınmış ve bu arkadaş çevremle dersler yapmaya başlamış. Böyle olunca da birkaç ay sonra gözaltına alınmışlar. Haber videosu devam ederken arkadaşlarım tek tek kameranın önünden geçtiğinde ben de onların isimlerini tek tek sayıyordum. Kendime geldiğimde ev arkadaşlarımın bana nasıl baktıklarını hâlâ unutamıyorum.

2008 yılının final sınavlarını bitirmiş ve İstanbul’a ailemin yanına dönmüştüm. Hem kariyer hem de eğitim odaklı hazırladığım bir dizi programım vardı. Allah rahmet etsin, abim bir gün bana, “Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. Ben de okulu bitirmeyi ve eğitimime devam etmeyi hedeflediğimi belirttim. Bana, “Sen tağutun okulunda böyle okumaya devam et!” şeklinde bir serzenişte bulundu. Ben de şaşkınlık içerisinde, “Tağut mu, ne tağutu, o da ne?” gibi sorular sormuştum. Bana, “O kadar okuyorsun, asıl şuradaki kitapları oku ve şu dersleri dinle de bir faydasını göresin.” demişti. Hayatımın dönüm noktası diyebileceğim kitap ve derslerdi onlar… Bir yandan kitap okuyor, zihnimde İslam dininin asıl mesajının ne olduğunu kavramaya çalışıyor; diğer yandan da otobüste, yolda, evde, bulabildiğim her fırsatta Halis Hoca’nın derslerini dinliyor ve notlar alıyordum. Allah’a hamdolsun ki Halis Hoca’yla beraber cezaevine giren birkaç arkadaşım belli bir zaman sonra tahliye edilmişti. Hem Hocayı hem de davetini onlardan dinleme fırsatım oldu.

Arkadaş grubumdan herkes, Halis Hoca’yı görmüştü fakat ben kendisiyle şahsen tanışmamıştım. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine kendisine müstear bir isimle kısa bir mektup yazdım. Açıkçası mektubuma bir cevap beklemiyordum. Belli bir süre sonra Halis Hoca bana bir buçuk sayfalık bir mektupla cevap vermişti. Tanımadığı, görmediği bir kişiye… Bu beni çok şaşırtmış ve memnun etmişti. Mektubun içerisindeki samimiyeti ve nasihatleri ise çok değerliydi. Bunun akabinde birkaç mektup alışverişimiz daha oldu. Daha sonra Hocamız 2009 yılının Mayıs ayında tahliye edildi.

Tahliye haberini boyacı bir abinin yanında çalışırken almış ve çok sevinmiştik. O dönemler sakallılara özel bir ilgi (!) nedeniyle iş vermedikleri için mecburen iş sahibi abilerimizin yanında çalışıyorduk. Genel olarak hem maddi anlamda çok sıkıntı çektiğimiz hem de ailelerimizin -özellikle Müslim olduktan sonra- bu konuda hiç yardımda bulunmadığı zamanlardı. Halis Hoca tahliye olduktan sonra kendisini ziyaret etmek istiyordum, ama o günlerde iyi sayılabilecek kıyafetime o sabah iş esnasında boya bulaştırmıştım. Bir yandan evime bir cadde uzaklıkta oturan Halis Hoca’ya geçmiş olsun demek istiyor, diğer yandan da iyi bir kıyafetim olmadığı için o ortama girmekten çekiniyordum. Belki mübalağa ettiğimi düşünebilirsiniz, ancak durum gerçekten de böyleydi. Bu düşünceler arasında karar verip -sanırım sokakta bir daha asla öyle gezemeyeceğim şeyleri- üzerime giyinip çıktım. Halis Hoca’nın evinin kapısına gelmiştim ama utancımdan yukarı çıkamamış, merdivenlerde oturmuştum. Bir süre sonra eskiden de tanıdığım bir abi yanıma yanaşarak, “Hocayı gördün mü?” diye sordu. Ben de “Yok, görmedim.” dedim. “Neden burada bekliyorsun? Herkes yukarıda, sen de çıksana.” dedi. Ben de “Üstümdeki bu kıyafetlerle çıkmak istemiyorum, ayıp olur.” dedim. Bana, “Dert ettiğin şeye bak, Hoca böyle şeylere bakmaz. Sen git, Hocayı gör.” demişti. Onun verdiği destekle yukarı çıkıp zili çaldım. Kapıyı Halis Hoca açmıştı, içerisi çok kalabalıktı. Beni içeri buyur ettikten sonra ayaküstü, “Hoş geldin abi, ben seni çıkaramadım, ismin neydi?” diye sordu. Ben de kalabalık içerisinde mektupta tanıştığımızı sessizce ima ettim. Bana “Tamam, şimdi hatırladım. Geç bakalım, seninle daha konuşacağız.” diyerek beni içeriye buyur etti. Gerçekten de ne kıyafetimi kınamış ne de bir şey söylemiş, samimi bir şekilde içeri davet etmişti. “Seninle daha konuşacağız.” demesi beni ayrıca memnun etmişti. Bu tanışmamızdan sonra onu evinde, arabada, cezaevi görüşünde, mescidde, medresede, çalışma ofisinde pek çok kez gördüm. Birçok mecliste kendisiyle konuşma fırsatım olmuştu hem de iyi kıyafetlerle…  Allah (cc) onu esaretten hayırlı bir şekilde kurtarsın.

Tevhidi öğrenmeden önce İslami hassasiyetlerimizin oluşu, özellikle de arkadaş çevremizin Müslim olması bize hidayet noktasında vesile olmuştu. 2008-2009 yılı hem akideyi yeni öğrendiğimiz hem de cehaleti mazeret kılmaya çalışan cahillerin çevremizde fitne tohumları ektiği bir dönemdi. O zamanlar etrafımızda meseleler hakkında çokça konuşan, ama iş konuşulanları sahaya dökmeye geldiğinde kendi arzularını ve dünyalıklarını önceleyen insanları da müşahede ediyorduk. Ortalık fikir karmaşası içerisinde kavruluyorken Halis Hoca’mız ve arkadaşları disiplinli ve düzenli ilmî çalışmalara devam ediyordu. Bu insanlar meselelere insanın kalbini ve zihnini mutmain kılan delillerle yaklaşıyordu. Anlattıkları ilkeleri bizzat hayatlarında tatbik etmeye çalışıyor ve İslami dava için ter döküyorlardı. Meseleleri etraflıca tetkik ediyor ve rastgele konuşmuyorlardı. Birbirinden bağımsız bir şekilde değil, hep birlikte bir düzen ve uyum içinde çalışıyorlardı. Bu da benim dikkatimi çekmişti. Şayet İslam dini mükemmelse -ki öyleydi- o davaya yakışan amel ve emeklerin en güzel şekilde yapılması gerekiyordu. Tüm bunları düşünerek bu çalışmalara gönüllü olmaya karar verdim.

Allah’ın (cc) Halis Hoca ve diğer abiler vesilesiyle bana hidayette bulunması en önemli nimetti benim için.

Cahiliyeden ayrıldığımda başka hoca ve gruplarıyla muhatap olmadan direkt Halis Hoca ve arkadaşlarıyla tanışmam, benim için çok kıymetli bir nimet.

Konuştuğu ve yaşadığı aynı olan bir hocamın olması, büyük bir nimet.

Halis Hoca vesilesiyle dinimi öğrenebileceğim bir mekân nasip olması ve çok değerli dava arkadaşlarına sahip olmak ayrı bir nimet.

Hem akideyi hem ahlakı hem de Nebevi bir menhec üzere İslam dinine hizmet etmeyi bu topluluktan öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Bu da değerli bir nimet.

Bu topluluğun zor günlerini de rahat günlerini de gördüm. Şüphesiz ki her dönemde onlarla bir arada aynı safta olmam -Allah’ın (cc) izniyle olmaya devam edeceğim- üzerimde devam eden bir nimet…

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver